İnsanların en yücesi kalbini kontrol etmeyi bilendir’ diyorlar. O kalp ki içinde sevgiden başka bir şey olmayacak, sevgiyle yıkanıp, sevgiyle arınacak. Bu sevgi, onu sevmeyene bile yetecek ve bir şal gibi üzerlerini örtüp, ikisini de sarıp sarmalayacak.
Bunu bilmek için yaşamaları gerektiğine dair bir doğa kanunu olduğuna göre, belli ki bunu yapabilmişler. Böylesine imkânsız görünen bir şeyi bile daha önce yapanlar olduğuna göre, ben neden yapamıyorum?
‘Ama kalbin kontrolü insanın kendi elinde değildir’ de diyorlar. Peki ne oluyor da kişi kendi kalbinin kontrolünü ele geçiriyor? Kalbim de ne var ki onu kontrol edenle sürekli ihtilaf halindeyim?
Yakından bakmadığım, içine dalma cesareti gösteremediğim sürece kalbim tertemiz! Çoğumuz buradayız değil mi? Nerden mi biliyorum? Tabi ki kendimden biliyorum. Öyle olmasaydı göremezdim. Bunu içselleştirmek, gördüğümün bende olduğunu kabul etmek bile yıllarımı aldı. Bu yüzden önce kabul etmek, sonra içselleştirmek gerektiğini anladım. Bilgeler de bunu söylüyor zira: ‘Önce öğren sonra anla.’
‘Ama bunca kötülüğü görmeme rağmen neyi, kimi seveceğim, kendimden başka?’ ‘Kime güvenip, kalbimi kimin ellerine, üzerinde tepinsin diye teslim edeceğim?’ ‘Sevgi bu kadar ayaklar altına düşmüşken, onu tozun içinden kaldırma gücünü nerden alacağım?’ ‘Bu gözler kusurdan, yalandan başka bir şey görmüyorken, kusuru kenara çekip, mükemmel olanı taşla dolu bu kokuşmuş topraktan nasıl çıkaracağım?’
Bulanlar var ama, üstelik nasıl bulunduğunu da yazanlar! Diyorlar ki insanın kalbi kötüdür ama insana bu gösterilmez, ta ki bunu görmeye layık olana dek… Peki ama nasıl layık olunur? İnsan kendinden başkasını, kendini ilgilendiren şeyler dışında kimseyi ve hiçbir şeyi önemsemediğine, merkeze her zaman kendini alarak yaşamayı seçtiğine göre, tersine bir yolculuğa çıkacak ve merkezi artık kendi menfaati olmayacak. Bunun adına ‘sevgi çalışması’ denecek. Denemeyen, bunu aslında yapmaktan ne kadar uzak olduğunu anlamayacak. Kalbin içine dalmayana, bu zaten ordaymış gibi görünecek. Bu şekilde bir rüyadan öbürüne geçeceğiz ve buna da ‘Hayat’ diyeceğiz. Orada boş olan şeyler önemli, en değerli olanlar ise toz kadar değerli olacak.
İnsan bozuk bir makine gibi o halde! İçinde mükemmel olmasını sağlayacak tüm dişliler, kablolar, filtreler, motor, sensör ve yazılımı mükemmel olan bir işleyiş var ama hiçbiri yerli yerinde, birlik halinde değil. Tüm bu parçaların, tüm vidaların doğru parçaları birleştirip, bozuk olandan mükemmel olanı inşa etmesi gerekiyor. Yani içimde henüz çalışmayan ama birlik düzenini kurduğumuzda mükemmel bir şekilde çalışacak olan evrenin en güçlü sistemi mi var? Bütün gerekli parçalar benim iç dünyamda mı gizli?
‘Bir insan için hayati olan bir parça, bir diğerinin kalbinde gizli’ diyorlar. Üstelik gerçek anlamda bağ kurmadan, kalpten kalbe akması gereken bu tamamlanış asla gerçekleşmeyecek diye de ekliyorlar.
İnsanın kendinden yeryüzüne düşmüş ve bize başkaları gibi görünen tüm o parçaları toplayıp, bir araya getirmekten daha önemli bir amacı yoktur.
‘Ama çok sinsi, sürekli arkamdan iş çeviriyor, ben ona sevgimi sunuyorum, o bu sevgiyi cebindeki şeker sanıyor, canı çekince tadına bakıp, kendini doyurup, sıkılınca başka şekerler aramaya başlıyor.’ İnsan, tüm dünyayı şekerci dükkânı sanıyor. Almayayım ama hepsinin de tadına varayım. Çalışmayayım ama çalışanların neyi var neyi yok ellerinden alayım. Çaba göstermeyeyim, yeryüzünün en özel insanı ben olduğum için, tüm yeryüzü ve ahalisi benim için çalışsın. İyilik sadece bana ve benim sevdiklerime gelsin, gerisi zaten hak etmiyor. Kontrol edeyim ama kimse beni kontrol edemesin. Bana bir şey olmasın ama tüm dünya yanıp kül olsun. Tüm bunları söyleyen bir kalp, her şeye rağmen sevmeye nasıl gelir, üstelik orda kalıp, bu sevginin üzerine nasıl olur da kat çıkar?
Sevgi çalışılmalı, bakılmalı, inşa edilmeli! Kolayca sevebilseydik bunun adı zaten çalışma olmazdı. Çalışma olmasaydı dönüştürücü gücü de olmazdı. Dönüşmek isteyen olmasaydı, dönüşmenin önemi kalmazdı. İnsana, iyilik hem karanlık hem aydınlık formda verilmeseydi, hem gecesi hem de gündüzü olan bu yolda yürüyemezdi. Bu yolda yürümeye niyet edene de o yolu birlikte yürümeye muktedir olan, en değerlisi zaten gönderilmezdi.
Ha tabi bir de karşılık bulmalı, zira bu tek bir kişinin yapabilme gücünü bulmaktan aciz olduğu bir yer! Orda sevgi önemli bulunmalı, sevgiyle kıyafetlenmiş en küçük bir eylem bile değer görmeli. İnsan, sevginin konuştuğu bu yabancı dili karanlıkta bile yakalayabilmeli. Dış dünyanın gösteriş sevgisiyle lekelenmesine izin vermeyecek kadar güçlü ellerin himayesine kendini bırakabilmeli.
Tüm evrenin en değerli olan şeyini, sevgiyi küçük görenler ise gerçek sevgiyi bulamayacaklar; dış dünyanın sevgi sandığı ama asla mutluluğu uzun sürmeyecek sanal aleminde ömürlerini tüketecekler. Bunun sebebi ise biraz olsun hazzın, o hazzın sebebini, arzuyu iptal edeceği için artık aynı şeyin o hazzı veremeyecek olması. Bunu kendi hayatında, deneyimlerinden pay çıkaramamış, henüz oraya gelmemiş olanlar için ise neyin önemli olduğunu hatırlatmaktan başka yapacak bir şey yok gibi görünüyor çünkü ‘İnsan doğası gerçekten önemli olanları anlayamayacak, takdir edemeyecek kadar kör.’
İnsan güvenebilmeli, güvende hissetmeli! Hayata her sabah elinde kılıçla savaşa gider gibi girmemeli. Gözlere baktığında midesi kalkmadan o gözlerin içinde ilerleyebilmeli. Bu yüzden sevgi için yer açmalı, sevgiyi ekecek kadar kaliteli topraklar bulmalı ve o topraklara sinsice kötülük ekmemeli. Anlamalıyız ki kötülük sinsice ekildiği için bir süre onun farkına varamasakta, bir an gelecek filizlenip, başını toprağın içinden çıkarıp, onu ekenin suratına en anlamlı ve en sinsi kahkahasını atacak.
Bu yüzden seni sevmemi zorlaştırma! İçindeki, görmek için çırpındığım iyiliği bulmama, ona tutunmama yardım et. Bu zaten kendi başına çok zor bir çalışma, körün önüne de engel koyma…
Yasemin Koçak Tezel
FACEBOOK YORUMLAR