‘Kendi hayatım’ dediğim deneyimlerin içinden geçerken, çoğu zaman, zamanın acımasız itiş gücüne, ‘Duran ölür’ şeklinde kulağıma bıraktığı, biran için irkilmemi sağlayan müdahalesine, aba altından sopa göstermesine rağmen, kendimi kenara çekip, içine düştüğüm deneyimi 3600 incelemeden yoluma devam edemem. Bu benim varlığımı daha anlamlı hale getirme yolum.
Bazen de zamanın ne kadar hızlı aktığını, bu akışın ürkütücü gücünü çoğu zaman hissetmediğim için şükrederim. Öyle ya sürekli geç kalmışlık hissiyle başa çıkmak zor…
Hayatıma yeni bir şey, yeni bir yaklaşım, yeni bir bilgi girdiğinde elimde olmadan, her şeyin etrafında 3600 dönüp, her açıdan bana ne söylediğini anlamaya çalışıyorum, zira inanıyorum ki her şey birbirini tamamlamak için var ve hiçbiri tüm gerçeği tek başına üstlenmiyor.
Ancak ne yazık ki her şeye uygulayabildiğim bu 3600’lik incelemeyi kendime uygulayamıyorum zira kendimi göremiyorum. Bu yüzden de kendi dışımda kalan güvenilir gözlere ve yaklaşımlara ihtiyacım var.
Birbirimizin en şefkatli aynası olmak, sevginin en samimi tezahürlerinden biri bence. Ancak birbirimizde kötüyü çabuk yakalayan bir sistemimiz varken, doğamız gereği bu kolayken, iyiyi görmek çaba gerektiriyor. Bu da bizi başka bir araştırmanın içine davet ediyor: ‘İnsanın içindeki gerçek eğilimler neler?’
Kadim belgelere dalmak en iyi ol gibi görünüyor zira insanın yolculuğunda yeni bir şey yok. Binlerce yıl önce yaşayan insan da aynı deneyimlerin içinden geçmek zorundaydı. Şanslıyız ki bu deneyimlerin çıktısını bizlere ulaştırmışlar. Böylece kendi deneyimimizin içinden geçerken, yanımıza bu kaynakları da alırsak, o deneyimin içinden tek başımıza değil, binlerce kişi olarak geçebiliriz. Bu yüzden deneyiminden yazan insanlar değerli, çünkü bıraktıkları ekmek kırıntıları zor zamanlarda bile yolumuzu bulabilmemizi sağlıyor.
Bilgeler: ‘İnsan iki güçten oluşur: İyi eğilim ve kötü eğilim ve her biri diğerine hükmetmek ister. Hükümranlık insana içindeki kötülüğü kontrol edebilmesi için verilmiştir, ama aslında kötülük iyiliğe hükmetmektedir O zaman kötülüğe, krallığın ve hükümranlığın Sonsuza Dek Yaşayacak Olan’a ait olduğu söylenir. Başka bir deyişle, Sonsuza Dek Yaşayacak Olan’a tutunabilmek yani verilen güç ve hükümranlık sadece kişinin içindeki kötülüğü kontrol edebilmesi için verilmiştir, ki bu sayede kişi Sonsuza Dek Yaşayacak Olan’a tutunabilsin.’ demişler.
İnsanın iki gücü arasında, yani iyi eğilim (iyi niyet ve erdem) ve kötü eğilim (bencil arzular ve karanlık dürtüler) arasında sürekli bir mücadele var. Kadim bilgelikler, kötülüğün nihai kontrolü ele geçirdiği fikrini sıkça vurguluyor; ancak bunun, insanın Sonsuza Dek Yaşayacak Olan’a, yani evrensel bir iyiliğe ya da yüce bir ideale tutunması yoluyla aşılabileceğini söylüyor.
Başka bir kadim bilgelik, Sümer mitolojisi ise, ‘İnanna, karanlık yanını anlamadan ışığa ulaşamayacağını fark etti.’ diyor. İnanna, yeraltı tanrıçası Ereshkigal ile yüzleşmek için karanlığa inmeyi seçer. Bu, insanın içindeki karanlık ve ışık arasındaki mücadeleyi sembolize eder ve dönüşümün, karanlıkla yüzleşmeden gerçekleşemeyeceğini gösterir.
Bu ifade, kadim bilgeliklerin insanın içsel yolculuğuna dair söylediklerinin özeti gibi. Her birimiz, yaşamında ışığa ulaşmayı, yani anlam, mutluluk ve bütünlük bulmayı arzuluyor. Ancak bu yolculuk, yalnızca insanın içindeki karanlığı -korkularını, zayıflıklarını ve kötücül yanlarını- kabul edip dönüştürmesiyle mümkün gibi görünüyor. Sümer mitolojisindeki bu güçlü yaklaşım, modern insanın da varoluşsal arayışına ayna tutuyor.
Bhagavad Gita, “Arzularını kontrol eden kişi, sonsuz huzura ulaşır.” diyor ve disiplinin insanı yükseltebileceğini öğretiyor.
Yunan Mitolojisi, “Pandora kutuyu açtı ve tüm kötülükler dünyaya yayıldı, ancak kutunun dibinde umut kaldı.” diyor. Yunan mitolojisinde Pandora’nın hikayesi, kötülüğün insanın özü olduğunu ve umut sayesinde bu kötülüğe direnebileceğimizi gösterir. Bu mit, kötülüğün yalnızca bir tehdit değil, aynı zamanda insanın ruhsal ve ahlaki büyümesi için bir fırsat olduğunu ima eder. İnsan, kötülükle yüzleşip onu aşmaya çalışırken umut, direncin ve yeniden doğuşun sembolü haline gelir. Pandora’nın hikâyesi bu anlamda, insanlığın hem kusurlu hem de potansiyelle dolu yapısını gözler önüne seren evrensel bir alegoridir.
Zerdüşt metinleri, “İnsan, iyi düşüncelerle kötülüğü yener; iyi kelimelerle kötülüğün izini siler iyi eylemlerle kötülüğün kökünü kurutur.” diyor.
İslam’da ise insanın nefsine (kötü eğilimlerine) karşı mücadele etmesi, ruhsal yükselişin anahtarı olarak görülüyor.
Türk mitolojisinde yaratılış anında ortaya çıkan Ak Ana, Tanrı Ülgen’e “Yarat ama suya dalma” diye uyarıda bulunur. Bu, insana da bir mesajdır: Bilgelik (iyi eğilim) ve dikkatsizlikten doğan felaket (kötü eğilim) arasında bir seçim yapmak zorundadır. Ak Ana, insanın içindeki iyiliğin rehberidir ve hatalardan korunmanın yolu olarak bilinci temsil eder.
Beynin yapısı, bu ikili güçlerin biyolojik temelini açıklar. Limbik sistem, özellikle amigdala, ilkel ve anlık tepkilerimizi (kötü eğilimler) yönetirken, prefrontal korteks daha bilinçli, empatik ve uzun vadeli düşünceye dayalı kararlar (iyi eğilimler) alır. Nörobilimci Robert Sapolsky’nin çalışmalarına göre, insandaki bu ikilik, evrimsel olarak hayatta kalma stratejilerimizin bir yansımasıdır: Hayatta kalmak için bencillik gerekmiş, ancak topluluk içinde yaşamak için empati geliştirilmiştir. Ancak, bilinçli bir çabayla bu iki eğilim arasında bir denge kurmak mümkündür.
İnsan, kendisini genellikle kusursuz, iyi niyetli ve zararsız bir varlık olarak algılıyor. Ancak, öyle görünüyor ki bu algı bir illüzyon. Kadim bilgeliklerin bize işaret ettiği gibi, insana kötü eğilim hükmediyor ise yapacağımız tek şey, içimizde kötü eğilimin tam karşısında, iyi eğilimimizin yükselmesini ve güçlenmesini sağlayacak deneyimler dilemek; zira hayatı eylemlerden öğreniyor, eylemlerle ona karşılık veriyor ve onunla yine eylemlerimiz aracılığıyla konuşuyoruz.
Yasemin Koçak Tezel
FACEBOOK YORUMLAR