İnsan, bu dünyaya geldiğinde ne bir amacı olduğunu ne de başarmaya, ulaşmaya yazgılı olduğu bir varoluş savaşına gireceğini bilmez, zira filmin ikinci yarısında uyanmıştır ve ilk yarısına dair hiçbir fikri de yoktur. Birden bire kendini burada, bir “atılmışlık” içerisinde bulmuştur. Nereden atıldı, nereye ve neden atıldı bilgisi ise ondan gizlenmiştir yani her şey insanın kendisinin bile kendisinden gizlenmesiyle başlamıştır.
Aslında tanıdığı ve bildiği bir yere atılmasına rağmen, her şeyi unuttuğu için burası ve buradaki yakınları onun için tamamen yabancıdır. En değerlileri artık onun için arkasını rahatlıkla döneceği yabancılar haline gelmiş, her şeyin anlamsız geldiği bir noktada, kendine anlam yaratacağı bir savaş alanının ortasına düşmüştür, çünkü insan, yalnızca kendisiyle değil, diğer insanlarla olan ilişkileriyle de sınanacaktır. İnsanın sınavı, tamamen seçimlerinden ibaret olacak; her an bir seçim yapacak ve bu seçimlerle kim olduğunu inşa etmeye başlayacaktır ta ki seçimi yapanın kendisi olmadığını anlayana dek.
Hayat, yalnızca bir başlangıç; nihai yolculuğun ilk durağı. İnsan, bu dünyaya yalnızca doğup, yaşayıp, ölüp gitmek, kendi hormonlarının elinde oyuncak olup, onlar ne isterse yapıp, onlarla el ele verip, kesik başlı koyunlar gibi olmak için gelmez. Bu dünyaya varlığını anlamlı hale getirmek, tüm deneyimlerinin içinden geçerken, yola düşmüş ruhunun kayıp parçalarını bulmak için gelir.
Bilgelerin deyişiyle, insan derecesine yükselip bir hayvan gibi kalmamak için buradadır çünkü her ne kadar hatırlamıyor olsa da insandır, zira bizlere ‘insan’ denir. İçine atıldığımız dünya da sadece bunun için yaratılmıştır. İnsanın kendini, kendi doğası üzerine yükseltmesi ve bu dünyaya ait arzularının kendi üzerinde kontrol sahibi olmasını kabul etmemesi amacına bağlanması için…
Ama bu dünya olarak hissettiğimiz yerde aklımızı çelecek ve bize her şeyi unutturacak pek çok şey de var. Bu yüzden ayıklamaya, seçmeye, izlemeye, gerekirse kendimizi kenara çekmeye gidiyoruz.
Tüm insanlığın kendini bu kirli akışa bıraktığı, elini uzatsan bile kimsenin o eli tutmaya tenezzül etmediği günlerden geçiyoruz. Nihayetinde suyun içine doğmuş balık gibi suyun ne olduğunu bile bilmeden yaşayıp gidiyoruz; halbuki yaşama gitmeliydik!
Tüm evren insanlar aracılığıyla konuşuyor bizimle, bizlere rehberlik ediyor; duyamıyoruz. Kalplerimiz, çıktısı yoğun duygular olan deneyimlerin içinden geçiyor ama hissedemiyoruz. Bizler birbirimize dokunamayan, yanyana otursa da birbirini farkedemeyen, kendi özel saksısında yaşayan ama bu saksıya doğduğu için bu saksının varlığından da bihaber bitkilerden çokta farklı değiliz.
Yunus Emre, “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir; sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır?” derken, insanın asıl sınavının kendi özünü tanımak olduğunu vurgular. Tasavvufta insanın en büyük düşmanı, kendisini hakikatten uzaklaştıran “nefs”tir. Bu nefs, dünyaya ait arzulardan, kibirden ve egodan beslenir. Ruh ise saf ve ilahi olana yönelmek ister. İşte insan, bu iki güç arasında sürekli bir mücadele içindedir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de bu mücadeleyi, “İçindeki ejderha ile savaş. O senin kibir ve bencillik ejderhandır,” diyerek tasvir eder.
Budizm’de ise bu mücadele farklı bir dille anlatılır. Siddhartha Gautama’nın öğretilerinde, insanın sınavı “dünyanın geçiciliğini anlamak” ve “arzu bağlarından kurtulmaktır.” Budist metinlere göre, hayatın acıları, insanın dünyevi zevklere aşırı bağlanmasından doğar. Bu bağlardan kurtulmak, ruhun özgürlüğüne giden yolda atılan ilk adımdır.
Her kadim öğreti, dünyanın geçici olduğunu ve bu geçiciliğin insanın asıl sınavının bir parçası olduğunu söyler. Tasavvufta dünya “bir rüya” olarak tanımlanır. Mevlânâ, “Dünya bir tuzaktır, tanesi ise arzulardır” diyerek dünyanın yalnızca bir sınav mekânı olduğunu anlatır. Budizm’de ise dünya, “maya” yani illüzyondur. Bu illüzyonun farkına varmak, insanı gerçek huzura ulaştırır.
Modern hayatın karmaşasında, tüketim çılgınlığı ve doyumsuz arzular, bu kadim gerçekleri gölgelemeye çalışır. İnsan, sahip olduklarıyla kendini tanımlar ve sürekli daha fazlasını arar. Ancak bu arayış, yalnızca geçici tatmin sağlar. Hacı Bektaş-ı Veli, “Her şeyin bir sonu vardır, ama insanın hikmeti sonsuzdur,” diyerek insanın bu dünyadaki sınavını bir sonlu ile sonsuz arasındaki farkı anlamak olarak özetler.
Kadim öğretilerin tamamı, insanın bu sınavdan geçebilmesi için en önemli yol göstericinin “sevgi” olduğunu belirtir. Tasavvufta sevgi, Tanrı’ya giden yolda en güçlü araçtır. Yunus Emre, “Bölüşürsen tok olur, bölünürsen yok olursun,” diyerek bu sevginin toplumsal yansımasına dikkat çeker.
Budizm’de “metta” yani sınırsız sevgi ve şefkat, aydınlanmaya giden yolun temelidir. İnsan, başkalarına duyduğu sevgi ve şefkatle kendini aşar. Türk bilgelik geleneğinde de insanın insana olan sevgisi, insanın hakikate olan sevgisinin bir yansıması olarak görülür.
İnsanın bu dünyadaki sınavı, kendini tanımakla başlar, kendini, kendi doğasını aşmakla devam eder ve bir bütünün parçası olduğunu idrak etmekle tamamlanır. Tasavvufta bu yolculuk, “Fenafillah” (benliği yok etme ve Tanrı’da var olma) ile sonuçlanır. Budizm’de “Nirvana” ile son bulur. Her iki öğreti de insanın asıl sınavının kendi sınırlarını aşmak, egosunu geride bırakmak ve özüne dönmek olduğunu söyler.
Bu sınav, zorluklarla doludur. Ancak bu zorluklar, insanın ruhunu güçlendiren ve onu gerçeğe yaklaştıran fırsatlardır. Mevlânâ, “Dert, insanı yokluğa götürür. Yokluk, seni varlığa ulaştırır,” der. Dertler ve zorluklar, insanın bu sınavdaki en büyük öğretmenleridir.
İnsan, bu dünyadaki sınavını yalnızca kendisi için değil, tüm insanlık için verir. Kendi özüne ulaşan, kendini aşan insan, başkalarına da rehberlik eder. Bu sınav, bireysel olduğu kadar kolektiftir. İnsanlık, sevgi ve şefkatle birbirine bağlandığında, bu sınavı ancak birlikte geçebilir.
Sonuç olarak, bu dünyadaki sınav, insanın hem kendisiyle hem de içinde bulunduğu dünyayla barış yapma çabasıdır. Sevgi, şefkat, tevazu ve kendini bilmek, bu sınavın anahtarlarıdır. Bu sınavı geçmek için, insan yalnızca dış dünyaya değil, kendi içine de bakmalıdır. Çünkü cevaplar, ruhunun derinliklerinde gizlidir. Bu cevapları bulmak ise, insanın bu dünyadaki en büyük başarısı olacaktır.
Yasemin Koçak Tezel
FACEBOOK YORUMLAR