Sevgili dostlar, Halkın ülke yönetimini ele alması, 23 Nisan 1920 dir.
BMM öncesi her ne kadar Meclis-i Mebûsan olsa da, yetkiler Padişahın elindedir.
Bu yetkiler, sonuç olarak bu meclis etkisiz işlevsiz duruma getirmiştir.
Meclis-i Mebûsan da halk adına alınan tek bir karar vardır. Oda misaki Milli sınırların oylandığı karardır.
Zaten Meclis-i Mebûsan 'nında sonu olmuştur.
işgal güçleri meclisi basmış milletvekillerini bir kısmı tutuklanarak Malta’ya götürülmüş ve meclis kapatılmıştır.
Keşke Yunan kazansaydı diyen kendini bilmezlerin padişahı ne yazık ki bir şey diyememiştir.
Aslında İstanbul yönetimi yani hanedanlık yetkilerini 1881 de Düyun-u Umumiye'yi imzalayarak. Yetkilerinden vazgeçmiştir.
(Düyun-u Umumiye, 1881-1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun iç ve dış borçlarını denetleyen kurumdur. II. Abdülhamit döneminde kurulmuştur. Sözcük, "Genel Borçlar" anlamına gelir. Düyun-u Umumiye kurulduğu yıldan itibaren, Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik ve mali yaşamı üzerinde etkili bir rol oynamıştır. Geniş bilgi için https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/duyun-u-umumiye/)
Buradan tarih dersi verme niyetinde değilim, ancak bazı dip notları hatırlamazsak aynı hataları yapmaya devam ederiz ki bu yok oluş demektir.
Konumuza dönersek evet 23 Nisan 1920 de kurulan Büyük millet meclisi adından da belli olduğu gibi ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyerek fiilen halk yönetimini kurmuş ulusal kurtuluş savaşını bizzat yönetmiştir.
Tüm kararlar orada alınmış ve zafere ulaşılmıştır.
Bu gelişmenin doğal sonucu olarak da temelde zamanı tam okuyabilirsek fiilen yetkilerini yabancılara devretmiş olan göstermelik Hanedanlık ve hilafet kaldırılmış Lozan’la birlikte halk egemenliğini geri almış, Cumhuriyet ilan edilerek fiili durum etiyle kemiğiyle bir bütün haline gelmiş.
1950 yılına kadar geçen süre içinde kurucu irade ülkeyi daha demokratik bir yönetim kavuşturmak için top yekûn eğitim ve sanayileşme seferberliği ile hedeflerine ulaşmıştır.
2. Dünya savaşının dışında kalabilmek, ülkeyi vahşetin dışında tutmuş olmak aslında ulusal kurtuluş savaşından sonra zaferlerin en katmerlisi olmasına rağmen, seçimle iktidara gelenler batının zafer sarhoşluğuna kendilerini kaptırmış, kurucu iradenin 27 yılda binbir güçlükle ayağa kaldırdığı ekonomi ve demokratikleşme, ne yazık ki 7-8 yılda yerle bir edilmiştir.
Ülkeyi çok partili sisteme getirenler diktatör olurken seçimleri bilinmeyen tarihe erteleyenler her sokak başına darağacı kurarım diyenler, gazeteci ve siyasetçileri hapsedenler demokrasi kahramanı ilan edilmişler.
1960 İhtilal sonucu yapılan infazlar ise ne yazık ki ülkeye yapılan en büyük kötülük olmuştur. Çünkü o dönemde yapılan uygulamarı ne yazıkki masaya yatıramıyoruz o günleri tartışmamıza engel oluyor, aslında olmamalı
Cumhuriyetimizin tüm olumsuzluklara rağmen 101. Yılını kutlamış olmak onurların en büyüğü – (Fransız Cumhuriyeti sadece 4 yıl sürebilmiştir.)
Ancak özgürlükçü demokraside hala yol alabilmiş değiliz.
Peki demokrasi nerede başlar yerelde, yerelde sorunları dile getirebiliyorsak hoşgörüyü ana ilke haline getirebiliyorsak, kısacası yaşadığımız mahalleye, ilçeye ve ilimizde özgürlükçü saygılı ve sevginin başarıldığı noktada, ülke geneleninde özgürlükçü demokraside yakalamış olacağız.
Özgürlükçü demokrasi hukukun üstünlüğü ülkede ekonomiyi düze çıkaracak refah seviyemiz artacaktır.
Siyasi Partiler Halk yönetimlerinde Halkı ülkeyi yönetmeye hazırlayan okullardır.
Ancak bunun partinin başında ve sonunda olanlar farkında bile değiller.
Son yılarda gözlemlediğim tüm siyasi partiler ilçelerinde nedense hep genel siyaset yapıyorlar.
Bu alışkanlık yerel meclis görüşmelerinde de göze çarpıyor yereldeki meclis üyelerinin sokağı , mahallesi yerine genel siyasete girdiklerini görüyoruz.
Sabırla ilçenin sorunlarının dile getirilmesini bekliyorsunuz ama hepsi kendisini TBMM de vekil zannediyor.
Dostlar lütfen bozuk olan yolu, dile getirin riskli binaların depreme karşı nasıl dirençli hale geleceğinini konuşun, yereldeki okulları konuşun kültürel zenginliği konuşun ya arkadaş yaşadığınız sokağı mahalleyi ilçeyi, ili konuşun vatandaş bize soruyor.
Ne olacak diye
Eskiden kürsüden sayın meclis üyeleri sayın basın, sayın konuklar diye başlarken şimdilerde 45 meclis üyesi içinden bir kişi sayın basın diyerek sözlerine başlıyor. Diğerleri ise ekran başında bizi izleyenler diye başlıyor.
Peki Kurucu liderimiz Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ne diyor. “YEREL BASIN DEMOKRASİLERİN TEMEL DİREĞİDİR.”
Evet genel anlamda yerelden uzaklaşınca elbette, yerel basından da uzaklaşmış oluyorsun uyarılara rağmen çözüm üretilmeyince, elbette görevi gereği konuyu dile getiren basın mensubu algı oluşturmakla suçlanıyor.
Dostlar, bu şekilde olmaz.
Olmamalı demokrasi ya vardır, yada yoktur.
Eğer demokrasi olacaksa el birliği ile olmalı.
Bu hepimizin, vatan uğruna toprağa düşenlere borcudur.
Sizce yerel meclisler yereli mi geneli mi konuşmalı, geneli konuşmakla TBMM sini yetki alanına girilmiyor mu?
Peki biz yerel yerine ulusalı konuşacaksak sizlere oy veren komşularınızın sorunlarını kim konuşacak.
Madem canlı yayın var, genel siyaset yapacağınıza, dobra dobra oradan halkın sorunların seslendirin.
Cumhuriyetimizin 101. Yılını kutladığımz bu günlerde kurucu önderimiz Mustafa Kemal'in yüzyılları ufkuyla milletine olan güveni boşa çıakrma lüksümüz yok çünkü bizler yüzlerce yılı arkada bırakmış büyük medeniyetler kurmuş ataların nesliyiz. Bayramımızı kutlar nice yüzyıllara dileğiyle
Sevgiyle kalın
Yaşar Kaba
FACEBOOK YORUMLAR