Sevgili dostlar, 50 yaş üstü birçoğumuz yakın tarihi yani istiklal harbi ve sonrasını büyüklerimizden yani o günleri yaşayanlardan dinledik, birçoğumuzda tarih sayfalarından okuduk, daha önemlisi Osmanlının sürekli gerilediği ve sona yaklaştığını daha liseli yıllarda gören, neler yapılabilir’i düşünmeye başlayan hatta II.Abdülhamit’ in hafiyeleri ispiyonu sonucunda hapse giren, ancak buna rağmen düşünmekten geri durmayan, yaşamını ülkesine ve halkına olan sevgisine adayan Osmanlının verdiği her görevi her cephede üstlenen, gittiği her cephede yerine göre çözüm üreten, üstesinden gelen ve en son Çanakkale zaferine rağmen Osmanlının başkentine girip Osmanlıyı teslim alan işgal sonrası çağrıldığı İstanbul da kurtuluş planını hazırlayan ve başaran bize bu süreci 1927 yılında kendisinin bizzat kaleme aldığı ve olup bitenleri belgeleriyle ile bizlere aktardığı büyük insan Mustafa Kemal Atatürk’ten Nutuk’la öğrendik. Aslında Nutuk’un son satırlarına gençliğe hitabe ile geçmiş dönemde olanların gelecek dönemde de olabileceği haberini vermişti.
Bu gün geldiğimiz nokta bu ülkeyi kuranların hedeflediği insan odaklı halk yönetimi anlamına gelen Cumhuriyet ve ortak aklın işletildiği demokrasi kavramının ne kadar anlaşıldığı ve bu ülkeyi canları pahasına kurtaran ve gelişmiş uluslar seviyesine yükseltmek olan atalarımızın tersine koskoca bir imparatorluğun sonlanmasına varan karanlığa gerimi döneceğiz. Peki o karanlığa dönersek bizleri o karanlıktan tekrar çekip aydınlığa çıkaracak Mustafa Kemal’ler, Mustafa İsmet İnönü’ler, Kazım Karabekirler, Fevzi Çakmak’lar, Topal Osman’lar, Kara Fatma’lar, Şerife Bacı’lar ve adını sayamadığım nicelerini bulabilecek miyiz?
Onlar neler yapmıştı, biz ne yapmaya çalışıyoruz.
O teslim olan bir ülke de her kalesi işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, halkı onlarca yıl süren savaşlardan yorgun düşmüş bir halkla yola çıkmış, önce o halkın her kesiminin temsil edildiği TBMM sini kurmuş o meclisle yeniden bir ordu kurmuş, ya “istiklal ya ölüm” andıyla kararlılık göstermiş önce işgalcileri, ardından bir imparatorluğu yok oluşun eşiğine getirenlerden kurtarmışlardır.
Nerede ise yerli yatırımın olmadığı tamamının yabancılara ait olduğu bir ekonomi düzeninden öz kaynaklarına dönen, üreten, eğiten, cephede verdikleri ulusal kurtuluş savaşının aynısını ekonomide başlatan bir yola girmişlerdir. Tüm olanaksızlara rağmen kısa sürede büyük işler yapmışlardır.
Bu ara imparatorluğu kemiren kemirgenlerden kurtulmuş onları tarihin çöplüğüne atmışlardır.
Ulusal Kurtuluş savaşını başarıyla yürüten parlamentoyu tüm kararların alındığı bir yer olmaktan çıkarmaktan öte daha da güçlendirmek için çok partili sisteme geçmişler, adeta sevgiyle büyütmüşlerdir. Ki 1950 – 60 dönemi gerçekten zorlu bir dönemdir. Ulusal Kurtuluş Savaşı kahramanı ve ülkesini 2. Dünya savaşının dışında tutarak ülkemizim tek parça kalmasını sağlayan M. İsmet İnönü kurtardığı vatanında kurtardığı vilayetlere sokulmamıştır. Buna rağmen inatla sabırla demokrasinin oturması için çaba sarf etmiştir.
Yani kendi iktidarını kendi elleriyle teslim etmiştir. Sonrasında da bu çabayı görürsünüz. Aradan tam 94 yıl geçmiştir. Ülke %3 ler den aldığı okuma yazma oranının %95 lere taşımıştır. Ekonomide de aynı grafiği görürsünüz.
Bu günse bu yapılanların neresindeyiz şöyle bir arkamıza yaslanıp siyasi şapkamızı çıkarıp bir değerlendirelim. Allah hepimize bu değerlendirme yetisini vermiştir. Tek yapmamız gereken hak karşısında adil olmaktır.
Son 15 yıl içinde atalarımızın yaptığı ne kadar tesis varsa satılmıştır. Peki, yerine açılan bir tane fabrika var mıdır?
Ben rastlamadım eğer siz rastladıysanız bana yazın.
Peki ya halk egemenliği 12 Eylül 1980 yılında yapılan siyasi partiler, dernekler, sendikalar, kanunu genel başkanlara oldukça fazla hiçte demokrasiye yakışmayan şekilde yetkiler vermiştir.
Bu gün parlamentoya gönderdiğimizi sandığımız sözde vekilleri ne yazık ki parti genel başkanları seçmekte bizlere seçmeyi dikte etmektedir. 37 yıldır anayasa tartışılır ve birçok maddesi değiştirilir nedense siyasi partiler kanunun tartışılmaz. Peki, 4 ya da 5 genel başkanın seçtiği meclis bizi ne kadar temsil edebilir. Kalksın parmaklar, insin parmaklar.
Ve geldiğimiz yer parlamentonun yetkilerinin tek kişiye devredilmesine zaten sıkıntılı bir temsilde zorlanırken tek kişiye verilen yetkilerle 94 yıl önce geride bıraktığımız karanlığa dönmüş olmayacak mıyız?
Peki, bizler yüzümüzü karanlığa mı dönmeliyiz, aydınlığa mı? Bu gün hepimiz tedirginiz, birkaç ay sonrası için bile plan yapamaz olduk. Çocuklarımıza karanlık bir gelecek mi bırakacağız.
Dün bize bir vatan bırakanlar, bizlere aydınlık yarınları reva görmüştü. Bu gün yetki verdiklerimiz kendilerine aydınlık bizlere karanlığı reva görmektedir.
Dün ya “istiklal ya ölüm” kararlılığı ile yola çıkanlar bize aydınlığı vermişlerdi.
Bu gün “itaat et rahat et” diyen bir yönetimle karanlığı işaret edenler var.
Evet, sevgili dostlar bu günler karar günüdür. Siyasi görüşlerimizden sıyrılarak, Ya 94 yıl öncesi karanlığa döneceğiz ya da “Yurtta barış dünyada barış” ilkesiyle aydınlık yarınlara gideceğiz. Biz bir olunca hiçbir güç bizi yenemez.
Sevgiyle saygıyla kalın
Yaşar Kaba
FACEBOOK YORUMLAR