Yaşar KABA

Yaşar KABA

[email protected]

Sorgulamazsanız Bilemezsiniz

21 Haziran 2021 - 02:57 - Güncelleme: 27 Temmuz 2021 - 22:30


Sevgili dostlar; insanoğlunun yeryüzünde kurduğu tüm uygarlıkların temelinde, iki sektörün atbaşı gittiğinin en büyük kanıtları yaşadığımız topraklardadır.

Çatısı ticaret ve sanat olan sektörün tabanı ise iş insanı ve sanatkarlardan oluşur.  Her iki sektörde birkaç kuşak deneyim gerektirir çırak, kalfa, usta aşamaları olmazsa olmazıdır.

Bu gelişimi görmezden gelmek, yok saymak, tarihsel süreçten gelen bilgi aktarımını engellediği gibi, bu bilgilerin uygulama, saha deneyimi ile insanın fiziksel varlığının ruhsal birleşmesinin de önünde engel oluşturur.

Tepeden inme kelimesi, bizim tüm oluşumlarda sıkça kullandığımız bir kelimedir. Tabi bu kelimenin de tüm oluşumlarda sık kullanılmasının sorgulanması gerekir. Geri kalmışlığın ve gelişmişliğin kodlarını okuyan toplumlar uygarlıklarını kurabilirler, hiçbir gelişmişlik ve uygarlık tesadüf yada rastgele değildir, olması da olası değildir.

Bazı toplumlar, tarihsel süreçlerde gelişen insanlığın gerisine düşerler, gerek beceriksiz yöneticiler, gerek bölgesel sorunlar yukarıda bahsettiğimiz iki olguyu ihmal ederi yada kişisel egoları ile bu iki sektörde egemen olma hırsı ile geçmişi yani ustaları yok sayar. Keşfedilmişi, yeniden keşfetme yolunu seçer, bu da gelişmiş toplulukların arkasında, çağdışı olarak tanımladığımız bir konuma gelirler.

O kadar geri düşülür ki, yaşadığı topraklara yabancılaşır, atalarının kurduğu uygarlıkların kendisine ait olmadığını sanırlar, bu nedenle o gelişmeyi gözlemez, sorgulamaz, her şeyi yeniden keşfetmeyi yeniden keşfetme yolunu seçer, bu durm kesin sonuç vermediğinden çare tepeden inme çözümler arama yolunun seçilmesine neden olur. Tıpkı geçmişte,  geçmişin deneyim ve birikimlerini egosuna kurban etmiş yöneticilerin yaptığı gibi, bu olgu aslından onlardan mirastır. Bu nedenle karanlık dehlizlerde debelenip durulur.

Eğer bu toplumlar içlerinden büyük devrimciler çıkaramazlarsa, gelişmiş uygarlıkların baskısı altında insan olmanın gerektirdiği birçok haktan yoksun yaşarlar. Tıpkı bizde olduğu gibi, geçmişte 1000 yıl önce Kaşgarlı Mahmut’un tüm uyarılarına rağmen zamanın iktidar sahiplerinin sırf şahsi egemenliği uğruna, kendi yazısını, alfabesini terk ederek binlerce yıllık gelişimi terk etmesi, kendi kimliğini inkar ederek, başka bir ulusun alfabe ve kültürüne yönelmesi gibi, bu seçim ne yazıkki, toplumsal hafıza kaybı yanı sıra, yaşadığı topraklarda yabancılaşmayıda getirmiştir.

İki hanedanlığın son evresinde, toplumsal olarak geldiğimiz yer, işgal, yoksulluk, sömürge, tam yok oluş evresinde iken içimizden çıkagelen tarihsel köklerinden haberdar, yaşadığı toplumun ve toprakların tarihsel süreçteki gelişmişliğini ve uygarlıklarını gözlemlemiş birinin, Mustafa Kemal Atatürk’ün çıka gelmesi ile, yeniden doğuşun varoluşa giden yolu açılır.

Bu süreç çağı yakalamak, gelişmiş uluslar hedefine varmak için birçok devrimin, kısa sürede yapılması gerekliliğini zorunlu kılmıştır. Bu nedenle yüzyılların geri düşüldüğü durumdan çıkabilmek için, tepeden inme uygulamalar yapmak zorunda kalınmıştır.

İlki Cumhuriyet birey olma hakkı, ikincisi asıl köklerine kimliğine kavuşabilmek, geri kalmışlığı aşmak için  alfabe  vb. yapısal devrimler  ikincisi ise seçme seçilme hakkı, çok partili sistem tabi ki yanı sıra Ticaret ve kültür sanat alanlarında birçok şey yeniden kurgulanmış, yeniden oluşturulma yoluna gidilmiştir.


Bu süreç 1000 yıl önceki kesintiyi ortadan kaldırmak, tarihsel gelişimi birleştirmek, bir yandanda kayıp yılları kazanma arzusu, diğer yandanda insanlığın gelişmişlikte geldiği noktaya ulaşmaktı. Bu nedenle tepeden inme atamalar ve yapılanmalar olmak durumundaydı. Bu geçici olmalıydı kalıcı değil. ne yazıkki  büyük devrimlerin ardından iktidara gelenler,  1000 yıl önceki yanlışa düştüler. Benim iş insanım benim sanatçım, benim sanatım, bu durum ne yazık ki,  iş insanını ve sanatkarı korumasız bırakmıştı.

Gerçekte ise geçmişi çöküşe götüren temel sorun iş insanını ve kültür sanat insanını kaderine terk etmekti.

Girişte değindiğimiz gibi ticaret ve sanatkar iç içedir. Geçmiş deneyimlerin zamanından koparılmadan kuşaklar arası geçişi sağlanmalıdır. Bu en az üç kuşak gerektirir, tepeden inme eylemi zincirin kopması demektir ki, bu iflastır.

Bu sektörler ustalarını kendi içinden çıkarmak zorundadır.

Uzağa gitmeye gerek yok,  yaşadığımız topraklar, en çok uygarlıkların kurulduğu yerdir. Tüm gelişmişlikler ticaret yolları üstündedir.  Ticaret gelişmişliği dolayısı ile kültür sanatta yol almak demektir. 20 bin 30 bin kişilik açık hava  amfi tiyatroları ile o bölgeler, 5-6 bin yıl öteden 21. Yüz yıla meydan okumaktadır.

Devlet olarak ticaret yapan iş insanımızı bir yandan çek senet mafyasına yada üçbeş silahlı çakala yem yaparken, bir yanda da dolandırıcılığı meslek edinmiş birkaç kişi  ile iktidarların hatalı ekonomik kararları neticesi hasar alan gerçek ticaret insanımızı aynı kefeye koymuşuz. Gerçekte olması gereken ise, iş insanımızı devlet tanımak ve korumak zorundadır. Aksi durumda ekonomik sosyal çöküşün  temellerini atmış oluruz. Çünkü iş insanı istihdamdır, ekonomik gelişmedir. Buda eğitimdir, sosyalleşmedir, gelişmedir.

Gelişimin, Sosyalleşmenin ve eğitimin diğer ayağı da sanatkârlarımızdır.

Her iki sektör atbaşı bir denge gerektirse de temelde, birbirinden çok farklı yapıya sahiptirler. her ikiside kuşaklar arası geçirgenliğin olmazsa olmazı olmasına rağmen, biri matematiksel temel, diğeri ise geçmişten gelen birikime,  ruhundan birşeyler katar. Ticari gelişmişliğin verdiği rahatlama ruhsal gelişiminde temel gıdası durumuna gelir.


Anayasa madde 64-135, 172 çok açık olmasına rağmen, uygulamada aksaklılar olduğu açıktır. Benim iş insanım benim sanatkarım felsefesinin 21. Yüz yılda hayat bulması ise ayrıca sorgulanmalıdır.

Topraklarımızda sahne sanatlarının üç beş bin yıl önce dünyanın en ilerisinde iken sıfırlandığı, yaklaşık 120 yıl önce tekrar hatırlama çabaları ile 1927 de eğitim kapsamında sayılarak vergi muafiyeti sağlanarak, gelişmiş ülkelere gönderilen insanlarımızla yerinde gözlemlemek, gelişmişliği yakalama çabalarının, 90 yıl sonra Anayasa madde 135 göre kurulabilen ülkenin tek sahne sanatçıları odasının, ihtisas alanında olan meslek sahiplerinin, bir kısmının Kültür ve turizm Bakanlığının yönetmelik marifeti ile,  ticaret odalarına yönlendirilmesi, diğer yandan Ticaret bakanlığının sahne sanatçılarını Kırtasiyeciler vb. esnaf sanatkarlar odasına yönlendirmesi, sahne sanatlarında gelişmenin önünde engel olduğu gibi yok oluşun, çöküşün önünü açıyor.

Sonuç olarak her iki sektördeki aksaklıklar ve ihmaller, acil masaya yatırılmalı gelişmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır.

İş insanı ve sanatkarlarını koruyamayan devletler tarihin karanlıklarında yol alabilmek için kendi iplerini çekerler.

Bu topraklarda yaşayan her birey bu topraklarda kurulan uygarlıkların atalarından miras kaldığını bilmeli, hala ayakta olan eserleri yerinde gidip gezmeli ve sorgulamalı.

Beş bin yıl önce var olan bu gün neden yok.
Bu toprakların insanı var olduğundan bu yana, kendi gelişmişliğini sağlama ve kendi uygarlığını kurma becerisini göstermiştir.
Sorgulamazsan engelleri göremezsiniz.

Her şeyin çok güzel olduğu günlerde görüşmek dileğiyle sevgiyle kalın, sanatla kalın.

[email protected]

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum