Sevgili dostlar Cumhuriyetimizin 100. yılını geride bıarkamınn gururunu yaşarken, 100 yıl önce doktor yok, hastane yok, hemşire yok, ebe yok. Baba annem 38 yaşında doğumda hayatını kaybetmiş , dedem ise 44 yaşında sıtmadan.
CUMHURİYET İLAN EDİLDİĞİNDE ÜLKEDE 554 HEKİM VARDI
Kurulduğu ilk yıllarda Sağlık Bakanlığı’nın ve bağımsızlık mücadelesi veren kadroların önünde savaş koşulları bir yana, ağır sorunlar ve olanaksızlıklar da duruyordu. Savaş sadece emperyalistlere karşı verilmiyordu, sıtma ülkeyi kırıp geçiriyor, trahom, verem, lepra, frengiyle de savaşılması gerekiyordu. Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkede 554 hekim vardı ve yaklaşık 20 bin kişiye bir hekim düşüyordu, ebe sayısı 136’ydı, 1930 yılına gelindiğinde ise hemşire sayısı sadece 202 olmuştu. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 1923 yılında Cumhuriyet’in elinde 3 devlet hastanesi, 6 belediye hastanesi, 45 özel idare hastanesi, 32 özel, yabancı ve azınlık hastanesi vardı, toplam yatak sayısı 6 bin 437 idi. Bu zorlu koşullara karşın sağlık alanında büyük bir seferberlik vardı.
100 yıl sonra birçok alanda ciddi kadrolar yetişti, tabi doktoru mühendisi fazla bulmuş olmalıyız ki birçoğunuda yutdışına adeta kovaladık. 100 yıl önce doktor yoktu bu gün fazla gelmiş olmalıki yurtdışına gönderdik peki ülkemizde sağlık durumunu bir göz atarsak çile büyük hem çalışanların hemde hzimet alanların durumu hiçiç açıcı değil adeta herkes cinnet egçiriyor. bu makalemde geçen hafta yaşanan çok üzüldüğüm bir konuyu sizlerle apyalşacağım atabiki yetkillerle de önce yaşananları öğretim üyesinin anlatımından bir gözden geçirelim.
Prof.Dr.N.T; Hekim arkadaşlarımı ve hekim öğrencilerimi hep sevgiyle, saygıyla takdir etmişimdir ama...
İki Haydarpaşa Numune acil Dr.u benim için beyaz kod verdiler diye, karakola gidip ifade vermek zorunda kaldım.
Annem (90 yaşında) 9 Şubat Cuma günü düştü. Komşular 112'yi aramış, dolayısıyla Haydarpaşa Numune Acil'e gittik.
Önce beni içeri almadılar.
Annemin Haydarpaşa Numune korkusu var zaten.
Acıdan haykırıyor, bağırıyor.
Dışarıdan çığlıklarını duyuyorum: "Beni bırakın!" diye.
Bir ara kapı açıldı ve oturan görevlilere anneme bakabilir miyim, diye sordum.
Suratlar kırk karış ve cevap yok!
Annemi görüyorum, hâlâ bağırıyor, başında kimse yok.
Cevabı beklemeden yanına gittim.
Hemşireler kan almak ya da serum takmak için sol elini ve kol dirsek içini delik deşik etmişler.
Ben gidince bir kaç kişi yanına geldi.
Annem bağırıyor, beni buradan çıkar!diye.
Hemşireler soruyor: - Bu hep böyle bağırır mi, diye.
Muhtemelen kırığı var, başının kenarı, kaşının üstü kanıyor.
Hemşireler hâlâ soruyor: Bu niye bağırıyor, hep böyle bağırır mı?
"Her yeni gelene aynı şeyleri söylüyorum, yeter öldürecek misiniz beni! Yine bir başka biri geliyor: Annem yine acılı, " Yeteeer! Elimi delik deşik ettiniz, istemiyorum!" diye haykırıyor.
Sağlıkçılar hâlâ iğneyi dürtüklüyorlar.
Serum verecekler herhalde diyorum.
Bir yandan da Annemi sakinleştirmeye çalışıyorum.
Bir hasta bakıcı gördüm. Annemin naylon ceketi vardı vücuduna oturan.
O iyice kollarını kasmaya başlamış.
Atıvermişler öylesine gibi. Görevliyle Annemin ceketini makasla kesiyoruz. Biraz rahatlıyor.
Sağlık görevlileri hâlâ soruyor: "Bu kadın niye hep bağırıyor, hep böyle mi?" diye. Düştü diyorum, 90 yaşında, acı çekiyor, diyorum, onu sakinleştirmeye çalışarak.
O arada bir sedyeye Annemi bir yere götürüyor hasta bakıcı.
Röntgen galiba diyor.
O arada güvenlikten Annemin kimliğini alıp cüzdanına koyuyorum.
Bir yandan da Annemin peşinden koşturuyorum.
Hasta bakıcı, adeta yarışa çıkışlarına, hızla, hoplata zıplata röntgen götürüyor.
Ben yetiniyorum ve yavaşlatıyorum sedyeyi.
Neyse sonunda varıyoruz röntgen.
Allah'tandır oradaki genç kadın yumuşak ve kibar.
Ona durumu anlatıyorum, beni anlıyor. Yine hasta bakışıyla birlikte röntgen masasına taşıyoruz.
Sonra tekrar sedyeye.
Yine hırpalanarak acile dönüyoruz.
Oradan hasta bakıcı Yine bir yere götürüyor.
Acil ortopediymiş. Oraya gidiyoruz.
Omuzunda kırık varmış Annemin.
Kafası ge kaşına hâlâ müdahale edilmemiş.
Yine haykırarak oraya götürüyor.
Ben peşinden koşacağım ama Annemin kimliğini almam lazım.
Annem bağırıyor ve 90 yaşında. Ben 65 yaşındayım.
Panikte daha önce alıp cüzdanına koyduğumu unutmuşum.
Bankoya gidip kimliğini istiyorum. Yine cevap yok.
Annemin kimliğini istiyorum, diye yineliyorum. Yine cevap yok.
Sonra biri başını kaldırmadan kimlik burada değil diyor.
Ben, burada olmalı, diyorum. Annem yine çığlık çığlığa.
İlgisizliklerini ve umursamazliklarını görünce, artık sesimi yükseltiyorum.
Bağırmaya başlıyorum.
Çünkü Annem de dışarıda bağırıyor.
Acil hasta dolu.
Ben sesimi yükselince, bir başka doktor geliyor. Ve diyor ki: " Bu niye bağırıyor? Burada bağıracaksın, çık dışarı!" diyor.
Ben de... "Bana bu diye hitap edemezsin diyorum",
daha doğrusu bağırıyorum galiba.
Çünkü ben artık kontrolünü yitirdim.
Bir daha "bunu çıkarın dışarı!" diye bağırıyor.
Ben de ona acıyla ve ısrarla bağırıyorum: "Bana "bu" ve "sen" diye hitap edemezsiniz, diye. "Terbiyesizlik yapma!" diyorum.
Bu arada beyaz kod vererek polis çağırmışlar. Bizi tehdit ediyor, diye.
Beni güvenlikler dışarı çıkarıyor.
İçlerinden biri "Ablacığım ben size kimliği vermiştim, siz de cüzdana koymuştunuz" diyor. Güzel anlatınca, cüzdana bakmak aklıma geliyor.
Evet orada kimlik! Ama doktorlar beyaz kod alarmı vermişler.
Polisler geliyor, bizim mahallenin karakolundan.
Bugün dördüncü gelişleriymiş hastaneye.
Duyuyorum. Sonra gelip benimle konuşuyorlar.
Ben hâlâ diyorum ki: "Benimle kimse "bu" ve "sen" diye konuşamaz!
Ben nesne miyim ki bana bu ve sen diye hitap ediyor!"
Polis memuru arkadaşlar oldukça anlayışlı.
Anlatıyorum olanları. Onlar da durumdan hoşnut değil.
Çünkü olan beyaz kodluk bir olay değil!
Onlara demişler ki: "Bizi tehdit etti, bizi öldürecek!" diye.
iki metrelik iki adamı, bir ellibeşlik kadın tehdit ediyor ve öldürecek!!!
Üstelik 65 yaşında!!!
Bu arada polis memuru arkadaşlar, "Abla uzatmayalım da, özür dile, bitsin bu iş!" diyor.
Neden özür dileyeyim, ben bir şey yapmadım ki! diyorum. Israr edince polisler. "Tamam, diyorum. Özür dileyeceğim." Polisler, güvenlikler ve yönetici giyimli bir bey eşliğinde dinlenme odasına götürüyorlar beni doktorların.
Bilgisayarın başında, diğeri ayakta yemek yiyor. Özür diledim.
Bu odada kamera yok.
Ardından bu iki doktor, ne benim saygısızlığımı, ne özürlülüğümü, ne cahilliğimi, ne terbiyesizliğimi bıraktılar.
Hayatımda bu kadar zor olay yaşadım, bu kadar farklı farklı insanlarla tartışmalarım oldu. Ama ben iki doktor kılığında iki insan gibisini görmedim!
Beni yerin dibine geçirdiler!
Polisler ve güvenliklerin yanında.
Öylesine tahrik ettiler saldırayım diye.
Yüzüm, kulaklarım, her yanım alev alev oldu! Sadece dinledim.
Ve polislere söyledim: Görüyorsunuz, yapacak bir şey yok! diye.
Beni sürüm sürüm süründüreceklermiş.
Özür dilememin bir yararı yokmuş falan filan.Neyse o arada kardeşim geldi, annemle o ilgileniyor artık.
Birinci katta Acil ortopedideler.
Oradaki doktorlar daha halden anlarlar.
Ben kardeşime emanet ediyorum Annemi.
Polis memuru arkadaşlarla karakola gidiyorum.
Bu arada saat 14. 30'dan 17.30'a kadar henüz Acil hastaya müdahale bitmedi.
Neyse biz siren sesiyle birlikte, iki polis memuruna Üsküdar Devlet Hastanesine gidiyoruz.
Oradaki doktor bey, bakıyor bana. Mecalim kalmamış, elim ayağım titriyor!
Muhtemelen tansiyonum yirmiyi geçmiştir.
Ben diyorum ki ona da: Doktor bey, siz tanımadığınız birine "sen" ve "bu" diye hitap eder misiniz? O da diyor ki: "Artık eski kibarlıktan eser kalmadı..." diyor, beni teselli edercesine.
Benim için sağlam raporu alınıyor ve karakola gidiyoruz.
Saat 18.30 oldu. Kardeşimle sürekli haberleşiyoruz.
Meslektaşlarım ve öğrencilerimle de.
Bu arada bir arkadaşın avukatıyla da görüştüm.
Ben ifademi olduğu gibi vereceğim. Annem ne oldu acaba?!
Kardeşimin şarjı bitmiş. Annemin eski telefonuyla iletişim kurmaya çalışıyoruz.
Bu arada karakolda da üç adet beyaz kod olayına tanık oldum. 20.30'a kadar bekledim. İfademi verdim, ben de onlardan şikayetçi oldum. Ve koşarak eve geldim.
Annemin durumu nasıldı!? Bir kaç öğrencime de haber ilettim satın alınacak medikal malzemeler için. Eve koşarak geldim.
Kardeşim taksi bulmuş ve eve getirmiş Annemi. Annem odasında yatıyor.
Omuzu kırık, yüzü gözü yara bere içinde.
Uydurma bir sargı beziyle sağ kolunu omuzuna bağlamışlar.
Normalde kol askısı gerekiyor, hareket etmemesi için.
Oysa kardeşime günde 15-20 kez kolunu hareket ettirsin demişler.
Ertesi gün özel ambulansla Başkent Hastanesine gittik.
Omuzunu oynatmaması gerekiyor, dedi doktoru.
Bugün daha iyiyiz. Ancak bu beyaz kod ne iştir ve devlet hastanesindeki doktorlar, özellikle Acil doktorları neden kendilerini tanrı, hastaları köle gibi görüyorlar!?
Her durumda beyaz kod alarmı vereceklerine, hastalarına daha nazik ve insan gibi davransalar olmaz mı?
Ben hep doktorlara saygı duymuşumdur.
Doktor öğrencilerim de oldu.
Sistemden kaynaklanan pek çok sorunları olduğunu biliyorum ve onların sorunları için de yeri geldiğinde tavrımı hep koydum, onların yanında olduğumu belirttim.
Ama böylesi iki doktorla ilk kez karşılaştım.
Ben kimseyi tehdit etmedim, temas etmedim.
Bana biri "bu" derse, ben de ona " terbiyesizlik yapma" derim.
Kim olursa olsun.
Annem 90 yaşında, ben 65 yaşında bir öğretim üyesiyim.
Devlete yıllarca özveriyle çalışan iki eğitimci olarak herhalde daha iyisini hak ediyoruz." diyor, ömrünü eğitime ve sanata veren öğretim üyesi
Prof. Dr. N.T. 1981 de mezun olduktan sonra iline dönüp 20 yıla yakın tiyatroya katkı veriyor. Eğitime verilen 40 yıl birçok kitap ve ödül ,hizmet bedelini yıllar önce peşin ödemenin karşılığı ise hizmet alması gerekirken en ağır aşağılama ve hakaretlere uğramak. Tüm olanlara rağmen özür dilemesine rağmen aşağılanması ve hakaretlere devam edilmesi kabul edilemez.
Bu arada konuyu Araştırma hastanesinin başhekiminden randevu almak için verdiğimiz çabalar ne yazıkki sonuç vermedi. Hastane santrali GSM aramalarını Başhekim sekreterine bağlayamıyormuş. Sabit telefon bulup sekreterliğe ulaştık ancak ardan geçen bir hafta başhekime ulaşamadık.
Doktorlarımız bu hale nasıl geldiler. Ya hastanelerimiz
Haydarpaşa Numune Hastanesi uzun yıllar defalarca yakınlarımızı götürdüğümüz en ağır vakalarda bile çözüm üreten, bir gün dahi doktorundan görevliisine yüzünden tebessümü eksiltmeyen kadrolardan 90 yaşında annesini hastaneye getiren onun feryatları ve görevlilerin sorumsuz davranışları le neredeyse aklını kaybetme noktasına gelen 65 yaşında ömrünü eğitime vermiş öğretim üyesi bir kadını beyaz kod la karakolda gününü geçirmek zorunda bırakan görevlilerin ruh hali acil önlem gerektiren bir durum değil midir?
FACEBOOK YORUMLAR