Onlar ayrıştırdıklarını zannederken, ülkemiz insanı daha birleşiyorlar. Onlara inat, aralarında aslında olmayan ama yıllardır varmış gibi gösterilen sorunları ortadan kaldırıp aynı yurdun çocukları olmanın sorumluluğu ile birbirlerine yaklaşıyorlar. Ama ayrıştıranlar bu gerçeğin farkında değiller…
Sevgili dostlar;
Son yıllarda, hatta son günlerde yaşananlar oldukça düşündürücü, bir o kadarda üzücü.
Dünyanın can damarı olan bir bölgede yaşıyoruz.
Binlerce yıldır uygarlıklara ev sahipliği yapan bu topraklarda yaşarken, aynı zamanda bu uygarlıkları kuran halkların çocukları olarak, bu mirasa sahip olmak, bu mirası gelecek nesillere, aldığımızdan daha gelişmiş bir konumda bırakmak, birinci öncelikli boynumuzun borcu.
Evet, bu topraklarda yaşamak, dünya denen gezegende bizlere bir ayrıcalık veriyor.
Bu ayrıcalık ta oldukça ağır bir sorumluluk.
Üç tarafı deniz, dört mevsimi yaşadığımız bu topraklar, binlerce yıllık kültür birikimini, yeraltı, yerüstü zenginliklerinin yanı sıra, çevremizde var olan enerjilerin dünya pazarlarına ulaşmasında da ise köprü görevi yapıyor.
Bu nedenle gözü doymayan, aç gözlü dış güçlerin geçmişte olduğu gibi, bu günde gelecekte de en büyük hedeflerinden birisi durumundayız.
Aslında bu günü değerlendirirken çok uzaklara gitmeye gerek yok, yakın tarihimize tarafsız gözle, yani hanedanlık gözüyle değil, Anadolu halkı gözüyle bakarsak değerlendirme yapmamız çok daha sağlıklı olacaktır.
Değerlendirmeye tabii ki Türklerin kurduğu son dünya imparatorluğunun gelişimi ve çöküşünü almadan giremeyiz.
1400’ü yıllarda Avrupa’da yaşanan mezhepler savaşı ve dehşetinin ardından yaşanan değişim (Rönesans), yapısal değişikliklerin ardından gelen endüstriyel devrimler sonucu güçlenen Avrupalıların, Osmanlıyı yıkma planları (şark meselesi) ile ortaya çıkan Osmanlı Devleti’ni parçalama planları ve uygulamaları karşısında, Osmanlının içeriden teslim alınması (iç ayaklanmalar) yanında, dış saldırılarla güçsüz duruma düşürülerek yok edilmesi, topraklarının paylaşılması çabası, oldukça başarılı olmuş, onlarca yıl süren savaşların ardında, Anadolu insanı Osmanlı topraklarının her coğrafyasında, on binlerce şehit ve esir bırakmış ağır acılar yaşamıştı.
En büyük ihanet ise inanç birliğimiz olan Araplardan gelmişti.
İşgaller en son Osmanlının kurulduğu topraklara kadar gelmişti.
İşgal güçleri Osmanlının başkenti İstanbul’a girmiş, Anadolu’nun batısı doğusu güneyi kuzeyi işgal altına girerken, yerli ihanet çeteleri onlarca yıldır savaş acılarıyla yoksullaşan Anadolu köylerini basıyor, katliamlar yapıyordu…
Bu arada Anadolu’da çete saldırılarına karşı durmaya çalışan Osmanlının kaymakamları ve askerleri İstanbul’da kurulan mahkemelerde yargılanıyor, idama mahkûm ediliyordu (Boğazlıyan Kaymakamı) gibi niceleri, hem de yalancı ve sahte tanıklarla…
Osmanlı ordusu terhis edilmiş, İstanbul’da bulunan Meclisi Mebusa etkisiz hale gelmiştir.
İşte bu aşamada binlerce yıl bu topraklara sığınan, mazlumlara kucak açan Anadolu insanına yüz yıllarda bir gelen bir dahi lider gelir.
Onun adı Mustafa Kemaldir.
Bir şekilde Anadolu ya ulaşır.
Samsundan başlayan Anadolu turu, Amasya, Erzurum, Sivas’la devam eder…
Mustafa Kemal Önce Anadolu da ulusal mutabakatı sağlar.
Ardından Ankara’da, Anadolu halkının ortak kararlar alacağı TBMM kurulur.
Bu mutabakat çok önemlidir.
Mustafa Kemal o mutabakattan aldığı güçle, yeni bir ordu kurar, o ordunun gereksinimlerini karşılayacak hazine oluşturur. Bu süreçte yapılan görev bölümü de çok ama çok önemlidir.
Yeniden kurulan ordu, batıda işgal edilen vatan topraklarını kurtarmak için hazırlanırken ülkenin doğusu ve güney doğusu, bölge insanının korumasına bırakılmıştır.
Yıllardır terör estirilen doğu ve güney doğu bölgelerimiz kurtuluş savaşında yurtları korumuş, TBMM meclisinde bulundurduğu temsilcileri ile Lozan’da önümüze getirilmeye çalışılan Ermenistan ve Kürdistan Projelerini ret etmişlerdir.
Bağımsızlık antlaşmamız olan Lozan anlaşmasına göre yeni azınlıklar yaratılamaz.
O gün mecliste bulunan Anadolu insanının tüm temsilcileri, Ulusal Kurtuluşa giden yolda, dünya devletlerine karşı milli mutabakat içinde tek vücut olmuşlardır..
Ve ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti yine aynı mutabakat çerçevesinde kurulmuştur.
O mutabakat ki yapılan devrimlerle bu toprakların insanının dünya sahnesinde yeniden hem de en üst düzeyde yer almasını sağlamıştır.
Yine aynı mutabakat sonucu, Ülkemiz, batının 300 yılda kat ettiği yolu 15 yıl gibi kısa sürede ekonomide, sanayide ve eğitimde kat etmişti.
Her ne kadar Osmanlı döneminde ayrıcalıklı durumda olan kişilerin dış güçlerin kışkırtmasıyla başlattıkları isyanlar bu mutabakatı bozamamış, ülkemiz insanı birbirine yan gözle bakmamıştır.
İkinci dünya savaşı sonrası, Cumhuriyet devrimlerini algılayamayan kimi aydın ve devlet adamlarımız, ne yazık ki bu çizginin dışında başka arayışlara girmiş Sivas kongresinde alınan kayıtsız şartsız bağımsızlık ilkesiyle kurulan Devlet yapımızı başkalaştırırken, yeniden ülkemiz üzerinde şark meselesi senaryolarına izin vermişlerdir.
Bu gün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını ayrıştırdığını zanneden cahiller ordusu, milli mutabakat, yada demokratik açılım söylemleriyle ortalıkta gezmektedir..
Bu işin dış senaristleri ise milli mutabakattan moleküler parçalanmaya geçildiğini zannederek halkımız üzerinde psikolojik savaş yürütmektedir.
Yine gaflet içinde olan bir grup servet avcısı, gözünü hırs bürümüş kayıtsız kendi iktidarı ve diktatoryasını kurmaya çalışanlarla birlikte, sonu belli olmayan ama ülkemiz insanını yok sayan bir duruşla yoluna devam etmektedir.
Bu arada bölgede var olmanın, Bağımsızlığımızın olmazsa olmazı olan, Türk Silahlı kuvvetlerini ve Demokratik hukuk devletinin varlığının güvencesi olan Türk yargısına karşı acımasız bir savaş vermektedirler.
Ancak fark edemedikleri bir şey var.
Onlar ayrıştırdıklarını zannederken, ülkemiz insanı daha birleşiyorlar. Onlara inat, aralarında aslında olmayan ama yıllardır varmış gibi gösterilen sorunları ortadan kaldırıp aynı yurdun çocukları olmanın sorumluluğu ile birbirlerine yaklaşıyorlar. Ama ayrıştıranlar bu gerçeğin farkında değiller…
Ülkemiz insanı birbirine her geçen gün daha çok yaklaşıyor, dostluklarını artırırken ülkemiz üzerinde dolaşan kara bulutlara karşı, birlikte hareket etmenin yollarını arıyor.
Bu durumda eksik olanın hala bu algıyı fark edemeyen ve ortak söylem geliştirme çabasında olmayan muhalefet partileri ve aydınlarımız.
Türk ulusuyla uğraşmayı marifet sayan bazı aydıncıkların zavallılığı artık o kadar sırıttı ki hala farkında değiller.
Dostlar bu gün ulusal Kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarında olduğu gibi dik durma zamanı.
Bu dik duruş çelik kadar sert, aynı zamanda ana kucağı kadar sıcak ve sevgi dolu olmalı.
Biz yüzlerce yıl önce adını bu topraklara veren anaların çocuklarıyız...
Anadolu bizim anamız, namusumuz.
Ulusal kahramanımız Mustafa Kemal Atatürk'ün sevgiyle ördüğü cumhuriyeti, koruma zamanı bu gün, olanların hiç birisi sürpriz değil, yüce önder Nutkunda o gün olanları bizzat anlatırken, Gençliğe hitabesinde ise bu günleri bize haber vermişti.
Bu gün gençliğe hitabeyi, anlamak için okuma zamanı,
Öğretmenlerimizin tek düze ezberlettiği bir şiir gibi değil.
Vasiyet okur gibi, bize ait olan bu güzel vatanı.
Servet avcılarına kaptırmamak için.
Dedelerimizin sağladığı ulusal mutabakat çerçevesinde.
Bizi bu hazineden mahrum bırakma gayreti içinde olanları, tarihin kirli sayfalarına göndererek…
Yaşar Kaba
21 Şubat 2010
www.turkiyehaberajansi.com
www.istanbulflash.com
FACEBOOK YORUMLAR