Büyük Marmara depremi olmasaydı kimse kentsel dönüşüm falan düşünmeyecekti. Ülkenin nüfusunun dörtte birini Marmara bölgesine yığıp gelecek büyük depremde ne yapacağını bilememek çaresizliği son yirmi yıla damgasını vurdu. İlk kez bu kadar büyük bir deprem faciası yaşandı. Her ne kadar Erzincan depremi varsa da tarihin derinliklerinde ve Anadolunun ücra bir köşesinde kalmıştı. Hatırlayanı bile yoktu.
Hayatlarımıza ilk olarak deprem vergisi ile DASK girdi. O korkuyla bir çok mülk sahibi sigorta yaptırsada deprem geciktikçe sadece kiraya verirken veya satın alırken ya da satarken deprem sigorta zorunluluğu devreye giriyordu. Yoksa kimsenin DASK falan yaptırdığıda yoktu. Ayrıca söylenen büyük İstanbul depremi 100 binin üzerinde bir yıkım gerçekleştirirse o sigorta fonu bile zararı karşılayamayacak bir halde.
Kentsel dönüşümle ilk karşılaşmam bir oto pazarında Romen vatandaşlarımızı arabalarını satmak isterken gördüm. İnsancıklar evleri zorla elinden alınmış Sulukuleden sürülmüşler verilen daireler şehir merkezine çok uzakta yol yok vesait yok. Daha ötesi hepsi şehirde çiçek satan kalaycılık yapan vatandaşlar. Gelemiyorlar gidemiyorlar bari araba alalım demişler. 40 yaşından sonra o arabalarıda kullanamamışlar zorlanmışlar satmak için oto pazarına getirmişlerdi. Herkes etraflarını sarmış ellerinden ucuza kapmak için yarışıyorlardı.
Kentsel dönüşüm için çok az sayıda Belediye gereken çabayı gösterdi. İlk olarak Bakırköy Belediyesi vatandaşa en az fazladan bir kat imarı vererek ve dünya bankalarından 30 yıl geri ödemeli krediler alarak akıl hastanesinin dere yatağında ki evleri yeniledi. Daha sonra ayni belediye yine vatandaşa fazladan bir kat yaratarak ve uygun şartlarla kira ödemeleri belediye harç ve diğer vergilerden vazgeçerek müteahhhit firmalara kolaylıklar sağlayarak vatandaşın yine ayni semtinde oturmasını sağlayacak yapılaşmaya gitti. Ne yazık ki AKPli belediyelerde bu iyi niyeti hiç göremedik.
Bazı belediyelerde ilçe sınırları içinde kendilerine yakın müteahhit firmalara yapılaşma izni verilirken, vatandaşa da piyasa şartlarında evini yenileriz ama 100 bin lira fark verirsin deniyordu. Bu 100 bin 200, 300, 600, 800 ve 1 milyonlara dayandı. Hatta bazı müteahhitler bununda üzerinde kentsel dönüşüm için ek paralar istiyorlar. Eski kira yardımları kalmadı. Şöyle düşünün 60 - 70 yılını ayni semtte geçirmiş hayatının son günlerini yaşayan insanlara ya bu parayı ver ya da sat çık git deniyor. Daha önce bir kişinin bile yapının sağlam olmadığı raporu almasıyla yıkılabilen konutlar bu konuda artan müteahhit ve işbirlikçi yatırımcı emlakçı veya daire sakini işbirliği yüzünden meydana gelen rahatsızlıkları önlemek için çoğunluk oyu şartı getirilmiştir.
Buna rağmen işlerin kesat olması ekonomik durgunluk rantı yüksek yerlerde müteahhit firmaları ne şartlarla olursa olsun yeni yapılar inşa etmeye zorluyor. Daire sakinlerinden durumu iyi olanlar veya yaşı henüz genç olup da aldığı banka kredisi borcuyla yeni bir daireye kavuşup 7-8 milyona satarım düşüncesiyle bir çok mülk sahibi binaları için diğer sakinler istemesede yıkım kararları çıkartıyor. Bu süreç içinde insanlar kiralarda sürünüyor. Mahkemelerde boğuşuyor. Kiraların bu denli artmasının sebebi delicesine yapılan yıkımlar.
Ve kimse bir ev aldım artık huzur içinde burada gözlerimi kaparım demesin. Yaşlılığında sizede piyango vurabilir daireniz elinizden alınabilir başka daha düşük semtlere geçebilir veya kiralarda sürünebilirsiniz.
Bu konuda iktidardan beklemiyoruz ama ne muhalefet ne basın ne yerel idareler ne de sivil toplum kuruluşları en ufak bir tepki göstermiyor. İnsanlar sadece toplu yıkımların olduğu yerlerde bireysel gösterilerle seslerini duyuruyorlar. Fikirtepe, Örnek Mahallesi ( Piyalepaşa ), Tokatköy gibi yerlerde huzursuzluk kendini gösteriyor. Ama diğer belediyelerde her sokakta tek tük yıkımlar arasında vatandaşın çaresizliği ve çığlığı hiç işitilmiyor. Evet belki sesleri çıkmıyor ama küskünler, kırgınlar sisteme ve yönetimlere hınçlılar.
FACEBOOK YORUMLAR