19. yüzyılda asırlarca başka milletlerin hükümranlığı arasında kalmış bir ülkede sessiz bir devrim yapılır. İki milyon nüfuslu bir ülkede, üstelik coğrafi şartların en ağır olduğu coğrafyada bir uluslaşma ülküsü başlar. Öyle ki zamanında pek fark da edilmez. Zira ardından gelen 20. yüzyıl büyük savaşlara neden olacaktır. Bu ülkenin adı Suom yani Finlandiyadır.
Geçenlerde üzerinde çalıştığım, baskıya hazırladığım bu kitabı bende gençliğimde okumuştum, ama pek de etkilenmemiştim. Gençliğin verdiği heyecan ve kibirle küçük ince bir kitap deyip geçmiştim. Şimdi başka bir gözle yeniden değerlendirmeye çalıştım. Bize şu anlatılmamıştı. Finlandiya'yı var eden kurucu babalar karanlıkta yollarını bulmuşlardı. Kimse onlara yol göstermemişti. Bu mücadele başlarken Fransız devrimi yeni olmuş, daha ideolojiler bile ortaya çıkmamıştı. Kitabı bana göre önemli kılan buydu.
Kitabın bizimle ilgisi, gerçekte bir Rus papazın yazdığı Finlandiya efsanesi bütün yeni kurulan Balkan ve Arap ülkelerinde olduğu gibi genç cumhuriyetin kurucu babalarının da ilgisini çekmişti. Büyük imparatorluklar, İngiltere dışında yıkılmış, yüzlerce küçük devlet bir millet olma yolunda gayret gösterip çırpınıyordu. İşte kitap bir deniz feneri gibi bu halklara yol gösterecekti.
Mustafa Kemal Atatürk kitabın 1923 yılındaki baskısıyla karşılaşınca derhal bu kitabın Türkçeye çevrilip basılmasını ve okulların müfredatına konmasını emreder. Halk evlerinde, köy enstitülerinde ve kışlalarda okutulacaktır. Fin halkı ne yaptıysa biz de yapabiliriz diyerek kafasındaki fikirlerle tıpatıp örtüşen Finlandiya efsanesini ülkesinde uygulatmaya başlar.
Harf devrimleri, laiklik, kültürel kalkınma, cami imamlarının cumhuriyet devriminde yer almaları için diyanetin oluşturulması, kıyafet devrimleri, medeni kanun hep 1923 yılındaki bu deniz fenerinin ışığında gerçekleşmiştir. Kalkınma hamleleri ve 10 yılda 15 milyon olmanın ardında ki öykü budur.
Sadece biz değildik. Sırbistan, Bulgaristan, Rusya ve birçok yeni kurulan Arap ülkesi de kitapta kendi yollarını buluyorlardı. Her bağımsızlık ve kalkınma savaşına giren ülkeye bir aşı gibi panzehir görevi yapıyordu. Kitabın masalımsı anlatımı, gökten üç elma düşen düşünün elle tutulur somut bir anlatı mıydı adeta. Yüzyıllarca aşağılık duygusu altında yaşatılmış şaşkın milletlere bir hedef gösteriyordu. Ruhlara sesleniyordu. İçlerine giriyor, onlara büyük resmi çizmelerini söylüyordu.
Liberal demokrat adı sosyaliste çıkmış bir Rus papazın gözlemleri bu sessiz devrimi gerçekleştiren ülkeyi tanıtmıştı bütün Dünya’ya. Yazarın kendisi bile kitabının baskısını ölüm döşeğinde olduğu için görememişti. Büyük dünya efendileri de fark edememişti. Kitap haklı ününü mazlum milletlerin sinesinde ayni Fin halkının sessiz devrimi gibi sessizce karşılığını bulmuştu. Zaten onların okumasına da gerek yoktu.
Şimdi ülkemizin ayni kendisi gibi yoldaş olan bir ülkenin kaderini niye üstlendiğini daha iyi anlarız. Çünkü Finlandiya benzer karakteriyle bizim ikiz kardeşimizdir. Gerçekte bizim son 150 yıllık İttihat ve Terakki'yle gelen ve cumhuriyetle devam eden bu devinim milliyetçiliği de, devrimciliği de, devletçiliği de yeni yeni öğreniyordu. Bir millet uyanıyordu...
27-5-2017 / İstanbul
FACEBOOK YORUMLAR