Yakup KAMER

Yakup KAMER

''LAFIN ÖTESİ"
[email protected]

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

24 Mayıs 2017 - 17:53

Yıllarca Bab-ı Ali yokuşu çıkanlar meydana bakan sokak ve caddelerin her birinde gazete binalarını görürlerdi. Cağaloğlu deyince gazeteler dergiler ve yayınevlerinin doldurduğu bina ve iş hanları Ülkenin yayın hayatının kalbiydi adeta. Milliyet, Hürriyet, Dünya, Tercüman, Günaydın, Türkiye gazetesi ve daha bir çok dergi bu valiliğe yakın semtte iç içe yaşarlardı. Ülkenin kitap kırtasiye ve kağıt sektörü bu civarda yaşardı...

 

Her bir binanın altında matbaalar, yayıncılar, kâğıtçılar yer alırdı. Anadolu'dan İstanbul'a gelen herkes Cağaloğlu'na mutlaka bir uğrardı. Basılı her iş ülkenin dört bir yanına buradan giderdi. Meslekte bayağı eskimiş biri olarak intertip dediğimiz kurşun harf dökme makinalarından tutunda litograf dediğimiz kağıda basılı dizgi yapan makinalar kadar her dönemi görmüştüm. Ne zaman ofset makinalar Türkiye'ye geldi ( ilk baskıya geçen Hürriyet olmuştu.) millet renkli fotoğraflarla basılmış gazeteler gördü. Yine de gazetecilik çok maliyetli bir işti. Basılı hale gelinceye kadar yüzlerce insanı meşgul ederdi. Yazıların dizilmesi, sayfa mizanpajlarının yapılması kameralarla filmlerinin çekilip kalıba dökülmesi ve kağıda transferi bayağı büyük bir kadro gerektiriyordu. Muhabirler, yazarlar, çizerler, editörler ordu gibiydi. Bir de teknik olarak baskıya hazırlayan bir ekip vardı ki şoföründen bekçisine hamalından işçisine kadar oda ayrı bir ordu teşkil ederdi. Yani zor işti...

 

Ben Hürriyet'te çalışırken aldığım maaşın gazete olarak karşılığını hesaplar toplam tirajı çalışan sayısına böler yine de işin içinden çıkamazdım. Sonradan gazetelerin reklam gelirleriyle para kazandığını öğrenmiştim. Gerçekte maliyet kağıt artı dağıtım size pek büyük para bırakmazdı. Yani tiraj artıkça aslında zarar artardı. Eğer reklam geliriniz yoksa. Rahmetli Nezih Demirkent bir toplantıda; beyler 400.000 satıyoruz. İstesek 1 milyon satarız ama iki ayda batarız deyince şaşırıp kalmıştık...

 

Türk basınının dönüm noktası 1980'den sonra olmuştur. Türkiye'de o zamana kadar 3-5 büyük basın patronu sadece gazetecilik mesleğini yaparak iyi kötü özgür basının sesi olmuşlardı. Gerçi bazı patronlar iktidara yanaşmış olsa da, bu tam olarak biat ettikleri anlamına gelmiyordu. Oysa gelecekte sermaye olarak güçlenecekler başka üretim alanlarına el atacaklardı. Eğer süt ürünleriyle ilgili bir faaliyetleri varsa, ve kamuyu ilgilendiren bir gıda yolsuzluğu varsa bunu dillendiremeyeceklerdi. Çünkü gazetecilik dışındaki faaliyetleri rakipleri tarafında kullanılacaktı. Ve susmayı tercih edeceklerdi...

 

Tabi bu başka sektörlerde patronajlık yapma arzusu sadece sütle yoğurtla kalmadı. Mevcut patronların hemen hemen hepsi birçok değişik ticari faaliyetlere girmişti. Bankacılık yapanı da vardı. Müteahhit olanı da. Hatta iş öyle boyutlara geldi ki iktidarlar gerekirse çok parası olan kişileri davet edip yandaş basını paralarıyla oluşturmalarına bile özendi. Gazeteler çalışanlarıyla beraber alınıp satılmaya başladı. Hızlı rekabet sektördeki sendikalaşmayı, cemiyetleşmeyi de engelledi. Bir avuç patron temsilcisi ayda 100 milyonlar alırken basın emekçilerine asgari ücreti layık gördüler. Artık basın beşinci kol falan değildi. Basın parası olanın borazanı haline gelmişti...

 

Bunları şunun için yazdım. Yani basın çok daha öncelerden ilkelerinden vaz geçmiş, gazete patronları gazetelerine müdahale eder olmuştu. Gazeteler artık gerçekleri yazmıyor, gazete patronlarının kimlerle ilişkileri varsa ve neler çıkarlarına hizmet ediyorsa onu yazıyordu...

 

Yani bugün AKP iktidarının yandaş basını daha önceden de vardı, yeni icat edilmemişti. Bugün basın üzerinde verilen kavgalar basın özgürlüğü için değildir. Bir tarafın kendi rejimini dayatması diğer tarafından bu rejimi kabul etmeme kavgasıdır. Hangisi kazanırsa kazansın gerçekleri kimse bundan sonra asla yazamayacaktır...

Yakup KAMER

24-5-2017

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum