Seçimleri önümüzdeki Nisan ayında yapmayı kafalarından geçirdiklerini daha önce söylemiştik. Bunun en büyük nedeni; ekonominin düzelme şansının olmaması ve işler daha da kötüye gitmeden, hiç değilse Ocak 2023’de verilecek zamlar üç rakamlı hale gelen ve kontrolden çıkma emaresi gösteren enflasyona boğdurulmadan seçimleri yapma arzusuydu.
Bugün de tam tarihi 30 Nisan 2023 olarak veriyorum. Bunun da nedeni bu tarihin Ramazan ayı ve Ramazan Bayramı’ndan sonraki ilk Pazar günü olması. Yoksa, herhangi bir müneccimliğimiz, falcılığımız veya ebcet hesabımız yoktur. Verdiğim tarih, analiz ve tahminin sonucudur. Başka gelişmeler olur da tarih yine değişebilir mi? Tabii ki evet ama şimdilik planları; Ramazan ayı süresince devletin gücü, havuz medyası ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş eşgüdümünde, özellikle dinsel hassasiyetleri daha yüksek insanlarımızı, dinsel-siyasi söylemlerle yaşadıkları zorlukları unutturarak, dinsel duygu yoğunluğu içinde iktidara oy vermeye yönlendirmektir.
Elinde Kılıç, Atatürk’e Hakaret Etti!
Ali Erbaş bunu hep yapıyor. Kurtarıcımız ve kurucumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, elinde kılıç, hakaret bile etti. Erbaş, bugüne kadar yaptığı tasarruflarla ve söylemlerle kurumuna ve kendisine tanınan anayasal çizgiyi çoğu kez ihlal etti. Camilerimizi adeta iktidarın propaganda merkezleri haline getirdi. Üzerine vazife olmayan her konuda konuşmasına rağmen, 6 yaşında bir çocuğa evlilik adı altında yapılan kan dondurucu istismara sessiz kaldı. Çünkü arkasında tarikat ve cemaatler vardı.
Esasında; “çocuk gelin” diye bir kavram yok! Çocuk istismarı, tecavüzü, pedofili, yani sübyancılık var. Bunu normal karşılayan ve hoş gören de gayriahlaki ve çağdışı bir zihniyettir ve maalesef toplumda buna duyarsız kalanlar var. Ayrıca bu olay; Hiranur Vakfı’ndan yapılan açıklamada olduğu gibi aile içindeki bir vaka da değil. Çok ciddi ve el konması gereken, toplumsal bir sorun. Hatta gelecek nesillerimizle de ilgili. Çünkü bu olay, münferit değil.
İkili Kalıtım Kuramı
1980’lerin başında geliştirilmiş “İkili Kalıtım Kuramı” olarak bilinen bir kuram var. Bu kuram; etnik gruplara mensup çocuklar üzerinde yapılan bir çalışma sonrasında geliştirilerek ortaya çıkmış. Bu kurama göre insan davranışları; kalıtsal ve kültürel özelliklerinin bir sentez ürünü. Birbirlerini olumlu veya olumsuz yönde etkiliyorlar. Yani kültürel anormallikler, biyolojik kalıtsal özelliklerimizi gelecek nesillere aktarırken olumsuz yönde tesir ediyor. Kuram özetle diyor ki; akraba evlilikleri, çocuk yaşta evlilikler, ensest ilişkilerden doğan çocuklar, korku iklimi, şiddet, aşağılanma, sorgulamama, merak etmeme, kader gibi birçok unsurdan oluşan kültürel ortam, o toplumun zaman içinde biyolojik kalıtsal evrimini bozuyor. Bu da zaman içinde toplumun kültürel evriminde olumsuzluk yaratıyor.
Bu kuramdan hareketle; kültürel anormalliklerin toplumun genel zeka seviyesi (IQ) ortalamasına bile olumsuz tesirler yapması mümkündür. Atatürk; bu kuramı o dönemde bu isimle bilmiyordu belki ama icraatları, söylemleri, kurduğu Cumhuriyet ve gerçekleştirdiği Aydınlanma Devrimleri ile adeta tıp alanında bazı hastalıklarda uygulanan ve gelecekte daha da yaygınlaşacak olan “DNA Onarımına” benzeyen, kültürel bir DNA onarımı yapmıştı. Cumhuriyet ve Aydınlanma Devrimleri; bir anlamda, toplumun sekteye uğramış olan düşünsel ve kültürel evrimini de tetiklemektir.
Kültürel DNA Onarımı
Atatürk; “Türk Milleti zekidir, çalışkandır”, “Cumhuriyet idaresi; faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık; korkuya ve tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil ve rezil insanlar yetiştirir” derken, kadını erkekle eşit statüye getirirken, toplumsal yaşamın her alanına girmesini sağlarken, haremlik-selamlık uygulamalarını kaldırırken, Medeni Kanunu yürürlüğe koyarken ve aile yaşamında önemli değişiklikler meydana getirirken bir anlamda kültürel bir DNA Onarımı yapmış ve toplumun sekteye uğramış olan düşünsel evriminin önünü açmıştır. Bugünkü iktidar ise tam tersi rotada hem bu kazanımları yok etmekte hem de kültürel ve biyolojik kalıtsal özelliklerimizi ve evrimimizi iyice tahrip etmektedir.
Maalesef, Erdoğan da evlilik adı altında yapılan çocuk istismarı konusunda sessiz. İran’daki gelişmeler ve Molla Rejiminin katliamları konusunda da bir yorumu yok. İran’da kadınların özgürlük eylemleriyle başlayan, karşılığında orantısız ve acımasızca uygulanan şiddete rağmen tüm toplum kesimlerine yayılan eylemler, her geçen gün daha da büyüyor. Artık İran’daki İslami Rejim, ahlaki meşruiyetini kaybetmiş durumda. Mahsa Amini’nin öldürülmesi, aslında bardağı taşıran son damla idi. Arkasında 43 yıllık baskı vardı. Kadınlar eşitlik, özgürlük istiyor ve cinsiyet üzerinden daha fazla baskı görmek istemiyorlar. Din adı altında rejimin ve erkeklerin kendilerinin kılık kıyafetlerine karışmasını da istemiyorlar. Görünen o ki; Türkiye’deki iktidarın bu konudaki sessizliğinin nedeni yaklaşan seçimler.
Veto Tehdidinin Gizil Amacı
İktidarın içeride ve dışarıda, istisnasız tüm faaliyetleri seçimlere yöneliktir. Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları gerçekte iktidarın zerre kadar umurunda değil. Ülkemizin lehine olan bir hamle kendi çıkarlarıyla da örtüşürse ülke olarak kendimizi şanslı sayabiliriz! Yunanistan’a yönelik sert söylemler, “U” dönüşleri, gerginlik ve savaş siyaseti, halen devam eden “Amiraller Kumpası” davası üzerinden halkın korkutulmaya çalışılması, Ekrem İmamoğlu davası üzerinden muhtemel rakiplerden birinin tasfiyesi ve diğerlerine “Ayaklarınızı denk alın!” mesajı, “Gaz ve petrol bulduk!” müjdeleri, tasarımı da dahil hiçbir şeyini yapmadığımız TOGG’un yerli ve milli olarak takdimi ve teşhiri ve tüm dış politika girişimleri hep seçimlere yönelik hamlelerdir.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya giriş talebine karşı iktidarın yaptığı veto çıkışı da aslında seçimlere yönelik hamleydi. Veto için gerekçe gösterilen suçlamalar, ABD de dahil olmak üzere başka NATO ülkeleri için de geçerliydi. Onlar bu durumu mesele yaptılar mı? Burada iktidarın söyleyemediği ama muhatapların farkında olduğu gizil amacı; müzakereleri seçimlerin öncesinde bir avantaj olarak kullanmak, seçimler için ABD ve Avrupa’nın desteğini almak veya en azından tarafsız kalmalarını sağlamaktır. Zaten 24 Şubat’ta başlayan Ukrayna Savaşı’ndan sonra Putin, iktidarın bir anlamda koalisyon ortağı haline geldi. Bir de Batı’yı hallederlerse, dış dinamikler açısından işlem tamam olacak. Bu arada, 24 Şubat sonrası muhalefetin de Ukrayna Savaşı konusundaki söylemlerinin ve Rusya siyasetinin de akıllıca olmadığının altını çizmek isterim. Muhalefetin bu hatası; Putin’in Erdoğan’ı yaşamsal anlamda önemli olarak görmesini ve seçim desteği vermesini sağladı.
Bunlara rağmen iktidarın hala seçimi kazanması zor gibi görünüyor. Tek şansı muhalefetin yapacağı hatalar olabilir. Umarım; daha fazla hata yapmazlar ve Türkiye’ye kıydırmazlar!
FACEBOOK YORUMLAR