Çoğu zaman, CHP başta olmak üzere muhalefete yönelik; “Bunlar gerçekten Erdoğan’ın ve AKP’nin gitmesini istiyor mu?” ve/veya “İktidar olma arzuları var mı?” gibi eleştiriler yapıldığını okuyor veya duyuyorsunuzdur. Muhalefet tarafından bu tür sorulara “Komik olmayın, istemez miyiz, tabii ki iktidar olmak istiyoruz” gibi bazı cevaplar veriliyor ama yeterince ikna edici olmuyor.
Elbette ki bu tür yanıtlar yetmez. Bir şeyi gerçekten istiyorsanız; hedefe ulaşmak için tüm aklınızı, zamanınızı, enerjinizi, maddi ve manevi varlığınızı ortaya koymanız, riskleri göğüsleyerek ve kişisel çıkarlarınız açısından sonuçlarını düşünmeden bir mücadele ortaya koymanız lazım. Bugüne kadar yaptıklarınızı yaparak bu iş olmaz, olmadığını yaşayarak gördük.
“Mış Gibi” Yaparak Olmaz!
İsveç’te değiliz! “Mış gibi” yaparak olmaz! Demokratik bir ülkede gerçekten mücadele etmeyip mücadele ediyor görüntüsü vermek başarısızlığa davetiye çıkarmaktır. Konuşmak, ekranlarda ve salonlarda iktidarı eleştirerek yerden yere vurmak yetmez. Bunu ben de yapıyorum. Siz benim yapamadıklarımı yapmak zorundasınız. Eğer cesaretiniz yoksa ancak tarihteki veya günümüzdeki cesur insanlara övgüler düzerek veya dedikodularını yaparak ömrünüzü tüketirsiniz.
Bugün Türkiye’de karşılaştığımız durumun tarihte bir benzeri hiç olmadı. Tamamen alakasız durumlara benzetmeye çalışmak; durumunun vahametini anlamamak veya kötü niyetli olmak anlamına gelir. Türkiye çok partili düzene geçtiğinden beri, hiçbir iktidar için seçim sonucunda halkın iradesine rağmen görevi teslim edip etmeyeceği konusunda bir şüphe duyulmamıştı. Böyle bir konu akıllara bile gelmemişti.
İktidar Neyin Peşinde?
Biz bu seçimde “Tek Adam” yönetimine ya “tamam” ya da “devam” diyeceğiz. Üçüncü bir seçenek yok. Bugün ülkemizde hakim olan düzeni; keyfilik, hukuksuzluk, kuralsızlık, ilkesizlik, Anayasa ve yasaları işine gelmediğinde takmamak, başta yargı olmak üzere istisnasız tüm devlet mekanizmasını muhalif düşüncede olanlara karşı sopa olarak kullanmak, korku ve şiddet iklimini pompalamak, ekonomik kaynaklarımızı yağmalamak ve suç örgütleri ile içli dışlı olmak şeklinde özetleyebiliriz. Ahlaksızlık, neredeyse bu dönemin normu haline geldi denebilir.
Karşımızdaki bu sorun; çok boyutlu, çok değişkenli, çok karmaşık ve hem iç hem de dış dinamiklerin şekillendirdiği bir içeriktedir. İktidarın ekonomi de dahil karar ve eylemlerinin cehalet temelli olduğunu söylemek, çok yanlış bir değerlendirmedir. Bunun kabul edilmesi önemli bir adım olur. Aksi halde, kutuplaşmayı keskinleştiren “göbeğini kaşıyan adamlar” gibi söylemlerle sadece tatmin olunur ve kutuplaşmaya katkıda bulunulur. İktidar, Cumhuriyet ve demokrasi yıkıcılığının üzerine inşa etmeye çalıştığı otoriter İslami rejimi gerçekleştirmek için hesaplı ve planlı, kimi zaman zorluklarla karşılaştığında geri çekilen ama hedefe doğru kararlı bir şekilde ilerleyen taktik adımlar atarak Türkiye’yi buralara getirdi.
Putin İktidarı Destekliyor
İktidarın dış politikada attığı adımlar bile iç politika temelli ve özellikle son adımları seçimlere yönelik. Tüm “U” dönüşleri, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımına itirazı bile bu kapsamdaydı. 24 Şubat 2022’de başlayan Ukrayna Savaşı’nı da bir fırsat olarak gördü ve bugün Putin fiili olarak iktidarı destekliyor.
İktidarın oy kaybetmesine neden olan ve seçimleri kazanmasının önünde engel olarak görünen iki büyük dezavantaj var. Birincisi ekonomi, ikincisi sığınmacılar. Bugün Türkiye’de ağır bir ekonomik kriz var. Zamanında Süleyman Demirel; “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yok” demişti. Ama bugün sayısı geçmişle kıyas kabul etmeyecek boş tencereler iktidara oy kaybettirmesine kaybettirdi ama değişim radikal ölçüde büyük olmadı. Toplumun sosyo-kültürel yapısı, ölmeyecek kadar sadaka şeklinde verilen yardımlara muhtaç yoksul kesimin büyüklüğü, eğitim düzeyi çok düşük kitlelerin varlığı, ağır dinsel istismar, ele geçirilen medya ve devlet aygıtlarıyla sanal bir iyilik duygusu algısına yönelik propaganda, seçmeni akılcı bir irdelemeden ve karardan uzaklaştırıyor. Suriye konusundaki “U” dönüşü ve seçimlerden önce Esad ile masaya oturma aceleciliği de Suriye ile barış yaparak ve sığınmacıların dönüşünü takvime bağlayarak muhalefetin kullandığı bu etkili eleştiri kartını elinden almak içindir.
Bilişsel Uyumsuzluk
Amerikalı sosyal psikolog Leon Festinger 1920’lerden itibaren Avrupa’daki gelişmelerden etkilenerek yaptığı çalışma sonunda “Bilişsel Uyumsuzluk” (Cognitive Dissonance) olarak adlandırdığı sosyal psikolojik bir olgu ortaya koyuyor. Buna göre; insanlar bazı şeylere sarsılmaz biçimde inandırılır, hatta iman ederlerse, o inandıklarının tersi olgular, olaylar ve gelişmelerle karşılaştıklarında, inançlarına sıkı sıkıya sarılmaya devam edip, gerçekleri inkar yoluna sapmaktadırlar. Sanırım sokak röportajlarında bu olguyu gerçekleyecek ama sizi şaşkına çevirecek birçok video izlemişsinizdir.
Burada kritik olan; inancı tesis etmektir. Medya, basın, sosyal medya, nutuklar, din, hutbe ve vaazlar kullanılarak inanç oluşturulmakta, tekrarlarla güçlendirilmekte, yıllar içinde siyasal mesajlarla toplumsallaştırılmakta ve siyasi liderin karizması yaratılmaktadır. Bizim sorunumuz buna çok benziyor. Buradan kurtuluş kolay değil, tek bir değişken bu sorunu çözmekte yeterli olmaz.
Çözüm;
- “Z Kuşağı” başta olmak üzere gençlerin sandığa gitmesi her türlü yolla teşvik edilmelidir. Çünkü yaygın kanaatin aksine Türkiye’de laiklik çok aşındırılmasına rağmen toplum 20 yıllık bu dönemden bile hızlı sekülerleşmektedir. Yani dinin gençlerin yaşamındaki belirleyiciliği hızla azalmaktadır. İktidar din istismarı yoluyla bu gençlerin ezici bir çoğunluğunu ebeveynlerinin aksine yönlendirememektedir. “Dindar ve kindar gençlik yetiştirme” ideali iflas etmiştir.
- Topluma bu seçimin adaylar ve siyasi partiler arasındaki bir seçim olmadığı çok iyi anlatılmalı. Bu seçimin Cumhuriyet, demokrasi ve özgürlüklerimiz ile yaşamımızın her evresine müdahale etmeye çalışan otoriter “Tek Adam” arasında olduğu seçim kampanyasında mutlaka işlenmelidir.
- Cumhurbaşkanı adaylığı tartışması çok saçma ve anlamsız. Önemli olan; hem TBMM’nin çoğunluğunu demokrasiye yönelen partilerin alması hem de seçilen Cumhurbaşkanı’nın demokratikleşmeyi ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişi sağlamada liderlik edecek kabiliyette ve dirayette olmasıdır. Aday tartışmasına girmek ama bilerek ama bilmeyerek geleceğimize ihanettir. Bu konu Millet İttifakı’nın misyonunu sulandırdığı gibi karşı tarafın değirmenine de su taşıyor.
- Millet İttifakı; “ama” ve “fakat” demeden büyütülmeli, adeta bir demokrasi ittifakı haline getirilmelidir. Demokrasiden, özgürlüklerden ve ekonomik kaynaklarımızın hakça bölüşümünden yana olan herkesin kucaklanması gerekir. Demokratik Kitle Örgütleri de farklı seviyede ittifaka dahil edilmelidir.
- Yanlış bilinen doğrular, kampanya sırasında ısrarla anlatılmalıdır. Örneğin koalisyon; uzlaşmak demektir. Kötü değil, iyidir. Tek adam rejimlerini övmek; demokrasiyi reddetmek anlamına gelir. Kuvvetler Ayrılığı; kötü değil, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle Millet İttifakı’nın yaklaşımının demokrasi tarihimiz açısından değeri, halkın oylarına layık bir girişim ve Türkiye’nin sorunlarını çözmeye talip bir birliktelik olduğu ısrarla ifade edilmelidir.
- En önemlisi ise; iktidarın halkın iradesine saygı duymaması ve iktidarı vermek istememesi, hileye ve zorbalığa başvurması halinde tek çözüm olan halkın toplu gücüdür. Böyle bir oldu-bittiyi önleyebilecek başka bir imkan yoktur. Bu gerçeklik halka anlatılmalıdır.
Böyle bir durumda tek çare; barışçıl kitle hareketidir. Bu; “halkın sokağa çağrılması” ifadesinde saklı olan “şiddet” imasını asla içermemektedir. Şiddete asla yer vermeyen, uzak duran ama sandıkta tecelli eden demokratik iradesine sahip çıkmaya çalışan halkın, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği ve hatta herkesin katılmak zorunda olduğunu hissedeceği bir eylem olacaktır. Bunun meşruiyeti hiç şüphesiz ki sınırlarımızı aşar. Ama “Küçük olsun benim olsun, büyüdükçe benim söz hakkım zayıflar, yeni katılanlarla da uzlaşmak zorunda kalırız’’ derseniz; iradenize el konması durumunda barışçıl kitle hareketini başlatamazsınız ve ülkemize yazık edersiniz. 16 Nisan 2017 Halk Oylaması sonrasında hazırlıksız olunduğundan ve uyarılarımız dikkate alınmadığından halkın iradesine sahip çıkılamamıştı.
Olası bir “Atı alan…” hukuksuzluğuna ve içeriğindeki korku ve şiddet tehdidine karşı barışçıl kitle hareketine hazırlıklı olmak, öncesinde deklare etmek, halkı bu konuda bilinçlendirerek farkındalık sağlamak ve kötü niyete karşı şimdiden caydırıcı olmak esastır. Barışçıl eylemin amacı hazırdır; “Korkmama Özgürlüğü”. Sloganı ise “Korkmuyoruz!”
Beyaz Nokta Gelişim Vakfı
10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de yer alan korkusuzca yaşama özgürlüğü; hiç kimsenin hükümetinden, askerinden, polisinden ve hatta komşularından korkmaması anlamına gelir. İktidar ise tam tersine halkı korkutmaya çalışıyor.
Bu yazıyı hazırlarken benim de yönetim kurulu üyesi olduğum Beyaz Nokta Gelişim Vakfı’nın “2023 Seçimine Doğru” çalışmasından faydalandım. Vizyonu “Sorun çözme kabiliyeti gelişmiş, sorunlarının çözümü için kurtarıcı beklemeyen bir toplum”, misyonu ise “Sorun çözme kabiliyetini artırabilecek, tekrarlanabilir projeler üretip uygulamak” olan vakfın çalışmalarına https://www.beyaznokta.org.tr/ resmi sitesinden ulaşmanız ve katkı verebilmeniz mümkündür.
FACEBOOK YORUMLAR