Türkiye’de, her alanda tam bir çöküş yaşanıyor. Ekonomik durumumuz kriz durumunu çoktan aştı ve iflas aşamasına geldi. Sanırım, bu durumu seçimden sonra daha iyi anlayacaksınız. Kıt kaynaklarımız bilinçsizce ve savurganca çarçur edildi ve ediliyor. Sürdürdüğümüz dış politikayı ise anlayana aşk olsun. Ortadoğu’daki durumumuz; “debelendikçe daha çok batıyoruz” durumu. Türkiye, ne yazık ki hasta! Hastalık varsa, mutlaka tedavisi de vardır. Yeter ki hastalığa doğru teşhis konsun ve doğru tedavi uygulansın.
Şu anda Türkiye, üç aşağı beş yukarı Osmanlı’nın son iki yüzyılında yakalandığı ve sonunu getiren hastalığın aynısına tutulmuş durumda. Çağdaş dünyanın ürettiklerini satın alarak çağdaş olamazsınız ve çağdaş uygarlık seviyesini yakalayamazsınız. Osmanlı, hastalığının tedavisi için bunu denedi ama olmadı, olamazdı da! Bu nedenle Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti kurarken doğru teşhis koydu ve Aydınlanma Devrimleri ile çağdaş bir devlet ve çağdaş bir toplum olma mücadelesini başlattı. Demem o ki; halen seyrettiğimiz rotada işlerin düzeleceğini sanmak, saflığın bile ötesine geçmiş bir akıl durumudur.
Emperyalizmin Değirmenine Şu Taşıyorlar
İktidar, ona kılavuzluk etmeye çalışan bazı köşe yazarları ve kerameti kendinden menkul bazı yapılar Türkiye’yi yöneten iradenin emperyalizme karşı sert bir mücadele verdiğini söylüyor. Bu doğru değil! İktidar sadece karşı tarafa savruldu ama gönlü yine ABD’den yana! Öncelikle bilmeliyiz ki; antiemperyalist olmak, bir bilinç durumudur! Kullanılan bir taşeron halindeyken, kullananın başka bir taşeronla yola devam etmek için hamle yapması üzerine karşı tarafa geçmiş olmak, antiemperyalist olmak demek değildir. Bunun tarihte sayısız örnekleri var!
Eğer siz laikliği sinsice idari tasarruflarla aşındırıyor ve dilim dilim yok etmeye çalışıyorsanız; ne dediğinizin ve kendinizi ne tarafta görüyor olduğunuzun hiçbir önemi yoktur! Siz hala emperyalizmin değirmenine su taşıyorsunuz demektir. Çünkü laiklik; hem iç barış için gerekli hem de tarih boyunca dini kullanarak devletleri ve toplumları manipüle eden ve sömüren emperyalizme karşı bir güvenlik konseptidir.
Bize Az Bile Yapıyorsunuz!
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan aile dergisinde; çocuklarımıza dünyayı meleklerin yörüngede tuttuğu ve döndürdüğü anlatılıyor. Bu aslında; “Bize az bile yapıyorsunuz, bizi iliklerimize kadar kullanabilir ve sömürebilirsiniz. Hatta gelecek neslimizi sizin kullanımınıza ve sömürünüze uygun hale getiriyoruz” demektir.
Emperyalizm, Müslümanları Soğuk Savaş (1949-1991) döneminde “Yeşil Kuşak” projesi ile Sovyetler Birliği’ne karşı kullandı ve İslam radikalleşti. Usame Bin Ladin’ler, El-Kaide’ler ve IŞİD’ler bu iklimin çocuklarıdır. Ama bu “İyi Müslümanlar”, savaş bitince emperyalizm için “Kötü Müslümanlar” oldu. Şimdi emperyalizm “Açık Yeşil Kuşak” oluşturuyor; bu “Kötü Müslümanlarla” ve İran’la savaşmak, Rusya ve Çin’i kuşatmak için.
Hazine Tamtakır, Kuru Bakır
31 Mart Yerel Seçimleri hakkında yapılan kamuoyu yoklamaları, iktidar için alarm veriyor. Bu durumu tersine çevirmek adına iktidar da bir şeyler yapmak istiyor. “Tanzim Satışları” istenen etkiyi yaratamadı. “Ah şu Suriye’ye bir operasyon yapabilsek!” diyerek, bu nedenle Hulusi Akar’ı ABD’ye gönderdiler. Suriye’de mahdut hedefli, Türk Halkını kandırmaya yönelik bir seçim operasyonu yapabilmek için! Senin halkını kandırıyor olman ABD’nin umurunda bile olmaz, o ne aldığına bakar!
İktidar, tekrar ABD ile anlaşabilmek peşinde. Uygun şartlar oluşursa S-400’den bile vazgeçecek. Zaten, seçimden sonra para için AB ve ABD’ye yanaşmak zorunda. Hazine tamtakır, kuru bakır. Rusya’da ve İran’da para yok. Çin’de var ama Çin’le doku uyuşmazlığı da var! İktidarın İslamcılığı nedeniyle Çin, iş birliğine soğuk bakıyor.
Kargalar Bile Güler
Cumhuriyetin 80 yılda yarattığı ekonomik değerleri haraç mezat sat, özelleştirme adı altında yabancılaştır ve gayri millileştir sonra “Ben emperyalizme karşı mücadele ediyorum” de! Buna kargalar bile güler!
Bu ay içinde, Türkiye için de önem arz eden üç önemli uluslararası toplantı yapıldı. Bunlar; Varşova Zirvesi (13-14 Şubat 2019), Soçi Zirvesi (14 Şubat 2019) ve 55. Münih Güvenlik Zirvesi (15-17 Şubat 2019) olarak gerçekleşti. Her üçünde de Türkiye, adı verilmeden veya kısmen verilerek hedefteydi! Özellikle Varşova ve Soçi’deki zirveler; iktidarın rotasının anlaşılması açısından, anlayabilenler için dikkat çekiciydi.
BOP için ABD ve Türkiye Aynı Noktada
Varşova Zirvesinin ev sahipliğini Polonya yaptı ama lideri ve düzenleteni ABD idi. Amaç; İran’a yönelik müdahale için koalisyon oluşturmaktı. Halbuki uluslararası toplumun İran ile ilgili bir sorunu varsa ve bu sorun barış yoluyla çözülmek isteniyorsa; İran da bu zirvede olmalıydı. Ama olmasını ABD istemedi! Çünkü; sorunun barış yoluyla çözülmesi istenmiyor!
Soçi Zirvesi de Suriye için gerçekleştirildi ama Türkiye’deki iktidar istemediği için Suriye yoktu! Yani her iki zirvede de esas muhataplar, ABD ve Türkiye’nin isteği ile dışarıda tutuldular. İran’a müdahale isteği ve Suriye’de Mart 2011’de başlatılan vekalet savaşı, aynı emperyalist planın (Büyük Ortadoğu Projesi) parçalarıdır. Görülen o ki; sonuç odaklı olarak Türkiye’deki iktidar ABD ile hala bir şekilde aynı cephededir, sürdürdüğü politikalar BOP’a hizmet etmektedir, antiemperyalist söylemleri doğru değildir ve kitleleri kandırmaya yöneliktir.
FACEBOOK YORUMLAR