Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Trump, Ortadoğu’yu daha da fazla yangın yerine çevirecek ve istikrarsızlaştıracak bombanın pimini çekti ve Türkiye’nin de dahil olduğu bölgenin üzerine bıraktı. ABD Kongresi’nin 1995’de aldığı karara rağmen, bugüne kadar hiçbir başkanın cesaret edemediği ve hep ertelediği Kudüs’ün resmen İsrail’in başkenti olduğu kararını Trump aldı ve ABD Büyükelçiliği’nin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması direktifini verdi.
Burada sorgulamamız ve analiz etmemiz gereken; Başkan Trump’ın niçin böyle bir karar aldığı, arkasındaki nedenleri ve hangi elverişli iklimin bu kararın alınmasını sağladığıdır. Trump’ın Kudüs’ü “İsrail’in başkenti” olarak tanıma kararının İsrail ile Filistin arasındaki barış sürecine zarar vereceği ve Ortadoğu’da halen devam eden yangını daha da körükleyeceği ve yaygınlaştıracağı bilinmesine rağmen bu karar alınmıştır.
Kasırga Öncesi Sessizlik Demiştik
Trump, böyle bir kararı esasında çok zor durumda olduğu için aldı. Amacı Yahudi Lobisinin desteğini almaktır. Çünkü derin devletin unsurları ile problem yaşıyor. Görev süresini bitirememe riski bile var. Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn konusu, ciddi şekilde başına bela. Flynn, Rusya’nın ABD Büyükelçisi ile olan ilişkisi hakkında FBI’a yalan söylediğini itiraf etti. Ayrıca Flynn, Türkiye ile ilişkiler konusunda da yalan söylediğini kabul etti. ABD medyası, Flynn’in mahkemede bu işleri Trump’ın bilgisi dahilinde yaptığını söyleyeceğini yazıyor ve anlatıyor.
Bizi okuyanlar ve izleyenler hatırlayacak, bu ayın (Aralık 2017) başında yazmıştık; Suriye’deki vekalet savaşının hız kesmesinin, bölgede işlerin durulduğu anlamına gelmediğini, aksine Türkiye dahil tüm bölgeyi etkileyecek bir kasırga öncesi sessizlik olduğunu.
Suudilerin ve İsrail’in Hamisi ABD
Aynı yazımızda; artık sorunun Beşar Esad değil, İran ve onun bölgede artan etkinliği olduğunu, İran’ın bu etkinliğinin, İsrail ve Suudi Arabistan için yaşamsal tehdit olarak değerlendirildiğini, bu iki ülkenin güvenliği ve tehdit algılamalarının ABD’yi çok yakından ilgilendirdiğini, yeni durumun ABD açısından da kabul edilemez olduğunu anlatmıştık.
Bunun nedeninin ise; Suriye işi sekteye uğrayınca, zaten Irak’a müdahale nedeniyle buradaki Şiiler üzerinden güçlenen, Basra Körfezi’ndeki etkinliğini arttıran, Yemen’e kadar sarkan, Suudi Arabistan ve Körfez’deki emirliklerinde yaşayan Şiiler için cazibe merkezi olan İran’ın, Suriye ve Lübnan’daki Hizbullah üzerinden Akdeniz’e kadar erişen ve Hamas nedeniyle Gazze’de İsrail’in içine kadar kesintisiz uzanan bir etkinliğe ulaşması olduğunu değerlendirmiştik.
Kararın Arkasındaki Güç
İşte bu değerlendirmemizin üzerinden bir hafta bile geçmeden, birinci Kudüs pimini çektiler. Tabii ki, bu pimi çekişin arkasında ABD derin devletinin bazı unsurları var. Trump’ın zor durumda olmasını kullandılar ve bombayı eline verdiler. Arkadaki güç; çok açık olarak Siyonizm ve Yahudi Diasporasıdır.
İşte bu güç, 100 yıl önce de o zamanki emperyalist güç olan İngiltere’yi kullandı, Başbakan Lloyd George kabinesinin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından Filistin’de Yahudi Devleti’nin kurulmasına yol açacak deklarasyonu (2 Kasım 1917) yayınlattı. Balfour Deklerasyonu olarak adlandırılan bu metin, esasında Siyonist hareketin lideri Lord Rothschild’e yazılmış bir mektuptu. Daha sonra Türkleri Kudüs’ten çekilmeye (9 Aralık 1917) mecbur etti. Bugünlerde de böyle mektuplar teati ediliyor ama şimdilik gizli kalıyor ve bizim haberimiz olmuyor.
Suudiler İçin İsrail Dost, İran Tehdit
ABD’nin Kudüs kararı Netanyahu için sürpriz değildi, zaten diaspora nedeniyle işin içindeydi. Ama bu karar, Netanyahu için ilaç gibi geldi denebilir. Çünkü zor durumdaydı. Yolsuzluk nedeniyle başı dertteydi, başdanışmanı Yitzhak Molcho bu yüzden gözaltına alınmıştı. Netanyahu’nun soruşturmaları engelleyici girişimleri karşısında ise Tel Aviv’de, on binler sokaklara dökülmüştü.
Çağdışı Suudi yönetimi için İsrail tehdit değildi, Kudüs de umurunda değildi. Suudi yönetimi için tehdit; İran’dı, Şiilerdi, İran’ın bölgedeki etkinliği ve kendi halkının uyanması ve durumun farkında olmasıydı. Hatta, İsrail ile bölgede stratejik müttefikti. Bu nedenle bölgenin halihazırdaki statükosunu değiştirebilecek büyük bir yangına ihtiyacı vardı. Suudi Arabistan’daki saray darbeleri, Lübnan Başbakanı Hariri’nin Suudi Arabistan’da gözetim altına alınması ve istifası, daha sonra göreve dönmesi bu yangının hazırlık safhaları için gerekliydi.
Bunların İşi Satmaktır
Bu nedenle; Kudüs’te çekilen pimin veya yakılan fitilin halen veliaht olan ve yakında kral olacak Muhammed bin Salman’a da ilaç gibi geldiği söylenebilir. Suudi’ler 1917’de Türkleri satmıştı, yüz yıl sonra şimdi de Filistin’i, Arapları, Müslümanları ve hatta kendi halkını sattı!
Kudüs işi; Zarrab ve Man Adası başta olmak üzere, bir sürü yaşamsal sorunla başı dertte olan ve halen Türkiye’yi gayri hukuki ve gayri anayasal olarak yöneten iktidar iradesi için de ilaç gibi gelmiştir. Şimdi İsrail’e ne kadar yüksek perdeden söverseniz ve Kudüs üzerinden din istismarı yaparsanız, o kadar çok halkı kandırırsınız ve aşikar olan suçlarınızı o kadar iyi gizlersiniz!
Nereden Çıkardın Diyorsanız, Acı Çekmeye Devam!
Beğenmesek de İsrail, bölgedeki tek demokrasi! Eski Başbakan Ehud Olmert yargılandı ve yolsuzluktan içeri attılar. Netanyahu hakkında yolsuzluktan soruşturma var. İsrail’de “çalıyorlar ama hizmet ediyorlar” demiyorlar. Bizde ise otoriter rejim var. Yolsuzluk ve hırsızlık yapanları yargıdan kaçırıyorlar.
Şimdi bir düşünün; Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleştirilmesinde çok ciddi olarak mesafeler kaydedilmeseydi, Arap Baharının neye hizmet için sahneye konduğu anlaşılsaydı, Irak, Libya ve Suriye enkaz haline getirilmeseydi, Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki operasyonlarla çağdışı “Siyasal İslamcı” ideolojiye, “Yeni Osmanlıcı” hayale ve mezhepsel bakış açısına sahip AKP’nin önü açılıp, bu projelerde Türkiye bir şekilde taşeron haline getirilmeseydi Kudüs işi gerçekleşebilir miydi? Nereden çıkardın bu sonucu diyorsanız, acı çekmeye devam edeceksiniz!
FACEBOOK YORUMLAR