Yerli ve yabancı basının yakından izlemesine müsaade edilen askeri tatbikatların esas amacı mesaj vermektir. Bu mesajın iki yönü vardır. Birincisi iç kamuoyuna yöneliktir; “Silahlı Kuvvetlerimiz her durum ve şart altında ülkemizin güvenliği ile hak ve çıkarlarını koruyabilecek imkân ve kabiliyettedir’’ anlamındadır. İkincisi ise dış dünyaya ve özellikle hedef ülke (çıkarlarını tehdit eden) veya ülkeleredir; “Eğer ülkemin hak ve menfaatlerini yok sayarsan, bunu sana pahalıya mal eder, canını yakarım.” demektir. Yani bu mesajlarla elde edilmek istenen amaç; içeriye güven vermek, dışarıda ise caydırıcılık sağlamaktır.
Tatbikatın icrasıyla, özellikle dışarıya verilen mesajın tam olarak yerine ulaşabilmesi ve caydırıcılık sağlayabilmesi için siyasi iktidarın uzun soluklu siyasi hedefleri ile uyum içinde olması lazım. Eğer bu uyum yoksa, tatbikatın mesajı sadece iç kamuoyuna yönelik olur. Savaşlarda da durum aynıdır. Siyasi hedeflerle askeri hedefler arasında uyumsuzluk varsa; askeriniz savaşı kazansa dahi mutlaka masa başında kaybedersiniz. Osmanlı tarihi bunun sayısız örnekleri ile doludur.
Midem Bulandı!
Geçtiğimiz günlerde icra edilen Mavi Vatan Tatbikatı nedeniyle, Türk Deniz Kuvvetleri ile gerçekten gurur duyduk. Zaten yakından takip ediyordum. Türk Deniz Kuvvetleri çok büyük darbeler almasına, ihaneti yaşamasına, arkadan hançerlenmesine, çok büyük bir personel ve motivasyon kaybı yaşamasına rağmen kalanlar aslanlar gibi mücadele ediyor. Hepsini alınlarından öpüyorum ve kutluyorum.
Tatbikat sırasında basınımızı da yakından izledim ve midem bulandı. Mavi Vatan’ın koruyucusu Türk Deniz Kuvvetleri’ne her fırsatta hakaret eden, arkasında emperyalizm, önünde ise AKP İktidarı ve FETÖ’nün olduğu hayasız saldırıların medya bacağını oluşturanlara bir baktım ki; Deniz Kuvvetlerimize methiyeler düzüyorlar ve kahramanlık destanı yazıyorlar diyorlar. Ama bu destanı yazanların kilit mevkilerinde Balyoz mağdurlarının olduğunu biliyorlar mı? Sanırım, umurlarında değil. Buradaki amaç; askerin üzerinde iktidar iradesini pompalamak ve bunu bir seçim yatırımına dönüştürmektir.
Kargalar Bile Güler!
Akdeniz’de, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) kapsamında Türkiye aleyhine 2003’de Mısır’ın, 2007’de Lübnan’ın, 2010’da İsrail’in hamlelerine yanıt verme, 2004’de Kıbrıs’ın AB’ye girmesine sessiz kal, hatta Annan Planı dahilinde Kıbrıs’ı satmaya kalk, Kıbrıs’a sahibiyet gösteren Rauf Denktaş’a düşmanlık et, Doğu Akdeniz’de yetki alanları konusunda Türkiye’ye karşı yanlış yapmayan tek ülke olan Suriye’ye emperyalizmin işbirlikçisi olarak vekalet savaşına balıklama atla, Ege’de adaların işgaline duyarsız kal, Mavi Vatan’a sahip çıkan denizcilere kumpas kurup hapse attır; Türkiye’nin 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne maruz kalmasının en büyük müsebbibi olunduğu halde faturayı askere çıkararak askeri liseleri ve hastaneleri kapat, TSK’nın kurumsal yapısını tahrip et, komuta birliğini yok et, genetik kodları ile oyna ve Savunma Sanayii fonlarını başka alanlarda çarçur et; sonra bir tatbikat ile “Mavi Vatan’a sahip çıkıyorum” siyasi mesajını vermeye çalış. Buna kargalar bile güler! Yabancılar inanmaz, inanmıyorlar da!
İçinde bulunduğumuz durumu anlamak ve başımıza nelerin gelebileceğini kavramak için tarihimize bakmak lazım. Çünkü; tarihini bilmeyen milletler pusulasız gemi gibidir, sığınacak liman bulamazlar. Türk Denizciliği ne zaman bir darbe yemişse, maliyeti ülke için çok büyük olmuştur.
Efsane Sona Erdi!
Türk Denizciliği, ilk büyük darbesini 7 Ekim 1571’de Korent Kıstağında bulunan İnebahtı yakınlarında yapılan deniz savaşında, Haçlı Donanması’na karşı alır. Sonuç bizim için gerçekten faciadır. Donanmamızla birlikte çok sayıda yetişmiş insan gücümüzü, denizcimizi kaybettik. İnehbahtı darbesinin en büyük sonucu ise; Osmanlı Donanması’nın Barbaros ve Preveze (1538) ile ulaştığı Akdeniz’deki üstünlüğünün artık sona ermesidir. Bir daha bu üstünlük sağlanamaz. Vatikan, hala her yıl 7 Ekim’i kutlar ve anar. Avrupalı tarihçilere göre İnebahtı’da elde edilen en önemli sonuç; “Türklerin yenilmezliği efsanesinin sona ermesidir”
Türk Denizciliği, ikinci büyük darbesini 18’inci yüzyılda Çeşme’de alır. Ruslar güneye, sıcak sulara inmek, Osmanlı Devleti’ni zayıflatarak bölmek, Ortodoks dayanışması içinde bulundukları ve Osmanlı tebaası olan Yunanlılar arasında isyan çıkartmak ve Rusya yanlısı bir Yunan Devleti kurmak istiyorlardı. Osmanlı-Rus Savaşı (1768 -1774) devam ederken, Aleksey Grigoryeviç Orlov komutasındaki Rus Donanması, Baltık Denizi’nden Akdeniz’e gönderilir.
Osmanlı’da ise gaflet ve dalalet hakimdi. Osmanlı Donanması’nda hesap, hendese, akıl ve bilim yoktu, muzafferiyet için metafizik beklentiler esastı. O dönemde, amirallik makamları ve kalyon kaptanlıkları liyakate göre değil, yakınlık ve rüşvet gibi faktörlere bağlıydı.
Üçüncü Darbe Navarin’de!
Donanmamızın başında bulunan Kaptanıderya Hüsamettin Paşa, düşmanla açık denizde savaşmaktan yana değildi. Emrindekilerin ikazına ve uyarılarına rağmen; donanmayı 1 mil genişliğinde ve 2 mil uzunluğunda olan Çeşme Koyuna soktu ve demirletti. Çeşme önlerine gelen Rus Donanması, 6-7 Temmuz 1770’de, Donanmamızı savaşmasına bile imkân vermeden tamamen yaktı. Bu baskının Osmanlı’ya en büyük maliyeti ise; Karadeniz’deki Osmanlı egemenliğinin sonunu getirmesi ve bu denizi Ruslarla paylaşma durumunda kalmasıydı.
Türk Denizciliği, üçüncü büyük darbesini Navarin’de aldı. İngilizler, Fransızlar ve Ruslar aralarında anlaşarak, Yunanistan’a bağımsızlık verilmesini istediler. Sultan II. Mahmut bu isteği reddetti. Bunun üzerine, Baltık Denizi’nden yola çıkan Rus Donanması’na intikal sırasında İngiliz ve Fransız Donanmaları da katılarak, müttefik bir Haçlı Donanması meydana getirdiler.
Yunanistan Bağımsızlığını Kazandı
O sırada Mora isyanı devam ediyor, Osmanlı ve Mısır Donanması ise bugünkü Yunanistan’da bulunan Navarin Limanında bulunuyordu. Navarin önlerine gelen Haçlı Donanması, Osmanlı ve Mısır askerlerinin Yunanistan’dan çekilmesini istedi. Bu istek, o sırada donanmanın başında bulunan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu olan İbrahim Paşa tarafından kabul edilmedi. Bunun üzerine Haçlı Donanması hileye başvurarak, savaşmak istemediklerini ve sadece limana girmek istediklerini bildirdiler. Kabul edilmesi üzerine Haçlılar, 20 Ekim 1827’de limana girerken karşı taraftan ateş edildiği bahanesi ile savaşı başlattılar.
Tam bir baskın şeklinde gelişen bu savaşın sonu bir felaketti. Osmanlı-Mısır Donanması, lojistik gemileri hariç 50 savaş gemisini ve 6000 denizcisini kaybetmiş, karşı taraf ise 177 denizci kaybetmesine rağmen, hiç savaş gemisi kaybetmemiştir. Sanırım, bu rakamlar baskının boyutlarını ortaya koymaktadır.
Navarin Baskınının en önemli neticesi; Rusya’ya, Osmanlı’ya karşı savaş açma fırsatı vermiş olması ve kısa bir süre sonra Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasıdır.
En Az 25 yıla İhtiyaç Var!
Türk Denizciliği, dördüncü büyük darbesini Balyoz baskını ile aldı. Balyoz’u, İnehbahtı, Çeşme ve Navarin’den ayıran en önemli fark; Haçlıların bu sefer cephede değil, cephe gerisinde olması ve cepheye işbirlikçilerini sürmesi idi. Ayrıca; bu sefer sadece denizciler değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tamamı baskına ve saldırıya uğradı. Bu baskının kısa sürede, hiçbir hasar almadan Türkiye için atlatılabileceğini sanmak; saflığın da ötesinde bir akıl durumu olabilir. Rehabilitasyon için doğru bir siyasi iktidar emrinde, en az 25 yıla ihtiyaç var!
Hüseyin Hakkı Kahveci’nin Ulak Yayınları’ndan piyasaya yeni çıkan “Trafodaki Kedi Sandıktaki Hile” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.
FACEBOOK YORUMLAR