Bir sonucun başarı mı başarısızlık mı ya da zafer mi hezimet mi olduğu nereden baktığınıza ve neyi hedeflediğinize göre değişir. Bu gerçeklikten hareketle, NATO Madrid Zirvesi iktidar açısından bir zaferdir denebilir. Ama Türkiye açısından bakarsak; sonuç tam bir hezimet, ağır itibar ve güven kaybıdır. Gerçi tüm dünya tarafından Türkiye’yi yöneten iktidarın zoru görünce geri adım atan ve bunu ülkesindeki insanlara zafer gibi sunan yaklaşımları biliniyor ama çıkarlar açısından buna müsamaha gösteriliyor.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunda iktidarın yaptığı veto çıkışı; Yunanistan gerginliğinin artırılması ve Suriye hakkında verilen operasyon sinyalinde olduğu gibi Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları için değil, yaklaşan seçimler içindi. Bütün dünyanın da bildiği üzere; iktidar bu hamleleri başta ABD olmak üzere Batı ile ilişkilerini düzeltmek, kendisine uygulanan küresel ve bölgesel yalnızlaştırma operasyonunu durdurmak, finans desteği bulmak ve iç kamuoyunda ulusalcı/milliyetçi oyları köpürtmek için yapıyordu. Ayrıca; veto çıkışı özelinde iktidarın esas hedefi Biden tarafından muhatap alınmak, birlikte aynı masanın etrafında oturabilmek ve iç kamuoyu için “güçlü lider” imajı yaratabilecek fotoğraflar çektirebilmekti.
Rogers da Söz Vermişti
Eğer iktidar veto çıkışı yapmasaydı Biden Madrid’de, Erdoğan ile ikili mini zirve de yapmayacaktı. Yapılan görüşmeler sonucunda, Türkiye’nin vetodan geri adım attığı güvencesi alındıktan sonra Biden bir araya gelebiliriz dedi. Zaten 5 Haziran tarihli bu köşedeki yazımızda durumu öngörmüş ve ABD’nin Erdoğan’ın direnme gücü olmadığını bildiğini ve en geç Madrid’de bu işin kesinlikle bitirileceğini yazmıştık.
Başarı olarak takdim edilen ve Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında imzalanan üçlü mutabakatın hiçbir hukuki geçerliliği ve bağlayıcılığı yok! Her şeyden önemlisi; yaptırım gücü de yok! İsveç ve Finlandiya sözünü tutmadı diyelim; ne yapabileceksiniz? Erdoğan, ikide bir “söz verdiler” diyor. General Bernard W. Rogers da geçmişte söz vermişti, hem de asker sözü!
Ecevit ve Demirel de Veto Kartını Göstermişti
Yunanistan, Türkiye’nin 1974’te gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra tepki olarak NATO’nun askeri kanadından çekilmişti. Kısa bir süre sonra dönmek istedi ama Türkiye, Yunanistan’ın aynı şartlarla NATO askeri kanadına dönmesine imkan vermiyor ve veto kartını gösteriyordu. O günlerde Türkiye’deki siyasi istikrarsızlığa rağmen ne Ecevit ne de Demirel hükümetlerinde yayılmacı taleplerde bulunan Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesine onay verildi.
Uygun ortam 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile söz konusu oldu. Kenan Evren ile NATO Avrupa Komutanı Bernard Rogers arasında darbeden hemen sonra, 6 Ekim 1980’de yapılan görüşme sonrasında kamuoyunda Rogers Planı olarak da anılan plan üzerinde mutabakat sağlandı. Neredeyse hiçbir şey alınmadan ve taahhütler yerine getirilmeden Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönmesi konusundaki Türk vetosu kalktı. Yunanistan, resmi olarak 20 Ekim 1980’de askeri kanada döndü, bildiğimiz Yunanistan gibi davranmaya devam etti ve sözler tutulmadı. Çünkü verilen bu sözlerin hiçbir yaptırım gücü yoktu.
PYD/YPG ve FETÖ Terör Örgütü Sayılmadı
NATO’nun Madrid Zirvesi’ne Türkiye tarafından tanınmayan ve NATO üyesi dahi olmayan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) lideri Nikos Anastasiadis geldi ve katıldı. Bırakın tepki verilmesini veya itiraz edilmesini; bilakis neşeli sohbetler yapılarak durum kabullenildi, hatta normalleştirildi. İktidar, kendi açısından belki bir zafer kazanmış olabilir ama ülkemizin uzun soluklu yaşamsal çıkarlarına ve Kıbrıs Davamıza ihanet etmiştir.
Veto çıkışının dünyaya lanse edilen en büyük nedeni PYD/YPG ve FETÖ’yü terör örgütü olarak kabul ettirmekti. Ancak, imzalanan üçlü mutabakat muhtırasına göre bu örgütler terör örgütü olarak kabul edilmedi. Belki Türkiye tarafından terörist olduğu bildirilen birkaç ismi göstermelik olarak iade edebilirler ama bunu hiç yapmayabilirler de. Çünkü bu mutabakat metni, siyasi anlamda veya hukuken İsveç veya Finlandiya’daki iç hukuku bağlamaz. Bu ülkelerde yargı bağımsızdır. Türkiye’deki gibi yargının üzerinde iktidarların vesayeti olmadığı için yargı organlarına “Şu kişiler Türkiye’ye iade edilsin” emri de veremezler.
İktidarı Bağlayan Madde Var!
Diğer taraftan PKK terör örgütü ve uzantısı PYD/YPG ile FETÖ bağlantılı tartışmanın asıl muhatabının ABD olması lazım. Örneğin Erdoğan ikili görüşmede Biden’a “Niçin Suriye’de PYD/YPG’yi destekliyorsunuz” şeklinde bir soru sormuş olabilir mi? Biden, veto çıkışından itibaren “Bizim sorunumuz değil. Bu sorun Türkiye ile İsveç ve Finlandiya arasındadır. En kısa zamanda çözün!” diyerek topa girmedi ve bu tavrı ile Erdoğan’ın ABD ile ilgili diğer sorunları gündeme getirmesine imkan vermeyeceğini de ifade etmiş oldu.
Mutabakat muhtırasının ikinci maddesinde; “Türkiye, Finlandiya ve İsveç, Washington Antlaşması'nda belirtilen ilkelere ve değerlere bağlılıklarını ifade ederler.” deniyor. Bunlar; demokrasiye hukuka ve özgürlüklere bağlı devletler. Bu ilke ve değerlere bağlılık İsveç ve Finlandiya için sorun değil ama Türkiye’deki iktidar bırakın bunlara uymayı, adeta katlediyor. Bu madde üzerinden Türkiye’ye “Sen mutabakattaki sorumluluklarını yerine getirmiyorken bizden neyi talep ediyorsun?” diyebilirler.
Baltık Planında Olduğu Gibi Yine Geri Adım!
Daha imzaların mürekkebi kurumadan en büyük özgürlük alanı olan ifade özgürlüğü ve basın hürriyetine ağır darbe vuruldu! DW ve VOA Türkçe gibi dünyanın önde gelen medya kuruluşlarının internet sitelerine Türkiye’den erişim engeli getirildi. Bu açıkça; “Seçimlerin öncesinde halkın doğruları öğrenmesini engellemek için her şeyi göze alıyor ve yasakları genişletiyoruz” demektir.
Mutabakat muhtırasında açık olmayan, yani her anlama çekilebilecek ifadeler de var. Belli ki; bu ifadeler süreç içinde İsveç ve Finlandiya’ya kaçabilecekleri alanlar yaratmak için kasten konulmuş. Örneğin; PYD/YPG’ye desteği kesme güvencesi, uygulamada karşılığı olmayan bir vaat. İktidar, 2019 yılında PYD/YPG terör örgütü kabul edilsin diye Baltık Planı için de veto çıkışı yapmıştı ve şimdi olduğu gibi o zaman da geri adım atmıştı.
FETÖ’nün Arkasında ABD Vardı, Hala Var!
Biden liderliğindeki ABD yönetimi, Erdoğan’ın zor durumda olduğunu, tüm çıkışlarının seçimler için olduğunu, bu çıkışlarda ısrar edemeyeceğini veya ısrar etmesinin karşılığını göze alamayacağını biliyordu ve öyle de oldu! Bunu sadece Amerikalılar değil, Ruslar da biliyordu. Putin, Türkiye’nin veto çıkışından memnun olmakla birlikte, bunun arkasını getiremeyeceğinin ve bu tavrın seçimlere dönük olduğunun farkındaydı. Arkasını getirebileceğini bilse Suriye’ye yönelik operasyon sinyaline daha farklı bir yanıt veya reaksiyon verebilirdi.
ABD tarafında FETÖ konusu ile ilgili bir sonuç elde edileceğini sanmak, büyük resmi görememek demektir. ABD, Gülen’i asla iade etmez ve FETÖ’nün asla terörist örgüt sınıflandırmasında olmasına izin vermez. Geçmişten bu yana FETÖ’nün arkasında ABD vardı. Afrika da dahil, bütün dünyaya bu sayede yayıldılar. Okulları CIA istasyonları gibi görev yaptı. Fethullah Gülen hala Pensilvanya’da ve ABD’nin korumasında. Kaldı ki ABD; FETÖ ile iş tuttuğu kadar, AKP ile de iş tuttu. Kumpaslar hep beraber yapıldı. Bunu en iyi AKP’liler bilir. Hatta zaman zaman da bunu itiraf ediyorlar. Sorun şu; ABD artık iktidarla iş tutmak istemiyor, sadece son gününe kadar kullanmak istiyor.
İktidar İçin Zafer, Türkiye İçin Hezimettir!
Silah ambargosu konusuna gelince; bu konuda İsveç ve Finlandiya devede kulak sayılır. Avrupa’da kimisi açık, kimisi kapalı şekilde Türkiye’ye silah ambargosu uygulayan birçok ülke daha var ve hepsi aynı zamanda NATO ülkesi! Bunları dile getirdiniz mi? Biden’dan parasını ödediğimiz F-35’leri istediniz mi? Ayrıca; İsveç ve Finlandiya’nın verdiği güvence diğer ülkeleri kapsamaz ki! Başka kapalı bürokratik yöntemlerle de silah ambargosu uygulamaya devam edebilirler. Bu durumda ne yapacaksınız?
Sonuç olarak veto çıkışı; imaj düzeltmek, pazarlık yapabilmek, Türkiye’deki ekonomik iflas başta olmak üzere ağırlaşan gündemi baskılayabilmek, iç kamuoyunun dikkatini yapay bir gündemle meşgul ederken, bir yandan da Biden tarafından muhatap alınmak ve Biden’la fotoğraf çektirmek içindi. İktidar hedefine ulaşmıştır. İktidar için zafer gibi görünen sonuç ise ülkemiz için hezimettir. Gerisi ise lafügüzaftır.
1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu ile kazanılan haklarımız ne yazık ki iktidar tarafından aşındırılmış ve içi boşaltılmıştır. Bugün biraz buruk olarak ama gelecekte tekrar Atatürk gibi gereğini yapacağımıza olan inançla Denizcilik ve Kabotaj Bayramımızı kutladık.
2 Temmuz 1993’de ise Sivas’ta, Ortaçağ karanlığının yobaz temsilcileri insanlığı hunharca yakarak öldürmüştü. İçimizdeki yangın o günden bugüne dek hiç sönmedi ve acımız bir nebze olsun dinmedi. O kara günde kirli ellerin aramızdan ayırdığı canlarımızı saygı ve rahmetle anıyoruz. Ruhları şâd olsun.
FACEBOOK YORUMLAR