Türker ERTÜRK

Türker ERTÜRK

[email protected]

Karadeniz yarına da kalsın!

02 Kasım 2019 - 21:38

Geçtiğimiz Perşembe günü (31 Ekim 2019), Uluslararası Karadeniz Günüydü. Bu önemli günde farkındalık sağlayabilmek, hem kendi toplumumuzun hem de tüm insanlığın dikkatini çekmek maksadıyla Trabzon Düşünce ve Kültür Platformu olarak, içeriğinde sorunlara işaret ettiğimiz ve çözüm önerilerini beraberinde sunduğumuz bir basın bildirisi yayınladık.

Bugün ise oturum yöneticiliğini Trabzon Düşünce ve Kültür Platformu Başkanı ve İstanbul Barosu eski Başkanı Av. Muammer Aydın’ın yaptığı, forum yöneticiliğini Gazeteci ve Yazar Alaettin Bahçekapılı’nın gerçekleştirdiği, Prof.Dr. Bayram Öztürk, Prof.Dr. Doğan Kantarcı, Yüksek Mimar Bekir Gerçek ve Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu gibi birbirinden değerli uzmanların konuşmacı olarak katıldığı, benim de açılış konuşmasını yaptığım “Karadeniz Yarına da Kalsın” konulu panelde çok önemli ve yararlı bilgi ve fikir alış-verişlerinde bulunduk.

Trabzon Düşünce ve Kültür Platformu, Trabzon dışında ve ağırlıkla İstanbul’da yaşayan Trabzonlulardan oluşmuştur. Ama bilinen hemşehri derneklerinden biri değildir. Bu platform; Trabzon dışında yaşayan ama maddi ve manevi birikimleri ile Trabzon’a, bu bağlamda tüm Karadeniz’e ve Türkiye’ye faydalı olmayı, katma değer yaratmayı amaçlayanların hareket noktası düşünce ve kültür olan birlikteliğidir.

Panel konumuz; “Karadeniz Yarına da Kalsın!” Evet, endişeliyiz! Çünkü; bu gidişle Karadeniz’i yarına, çocuklarımıza ve torunlarımıza güzelliklerini, verimliliğini ve cennet durumunu yitirmiş olarak bırakacağız. Karadeniz derken; güneyinde ülkemiz Türkiye’nin bulunduğu, batı, kuzey ve doğusunda Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya ve Gürcistan ile beraber paylaştığımız denizden, arkasında ise Kırklareli’nden Artvin’e kadar uzanan sahil şeridimizden ve gerisinde bulunan dağlarından, yaylalarından ve vadilerinden bahsediyoruz. Biliyorsunuz, bu panelin yapıldığı İstanbul ilimiz de aynı zamanda bir Karadeniz kentidir.

Karadeniz’in doğal çevresi, denizi ve karası ile tahrip ediliyor ve katlediliyor. Şimdi harekete geçmezsek, yarın çok geç olacak. Fotoğraflarda sık sık karşınıza çıkan, adeta cennetten bir köşe gibi görünen bir Uzungöl’ümüz var. 50 yıllık geçmişini çok iyi biliyorum. İsviçre’deki dağ köylerini bile kıskandıracak güzellikteydi. Bugün maalesef aynı durumda değil. Ama İsviçre dağ köyleri hala aynı, hala güzelliklerini koruyorlar.

Görevim nedeniyle tüm Avrupa’yı gezdim, İngiltere’de ise 3,5 yıl yaşadım. İngiltere’nin iklimi aynı Karadeniz iklimi gibiydi. Bu nedenle alışmam ve sevmem zor olmamıştı. Hatta “Senin memleketin nasıl” diye sorduklarında “Burası Karadeniz’in ütülenmiş hali” derdim. Gerçekten öyleydi de! Ama bugün Karadeniz, sahili ile yaylaları ile biraz bilinçsizlik, biraz da rant nedeniyle tahrip ediliyor, yok ediliyor. Özellikle bu iktidar döneminde, bu tahribat tavan yapmış durumda.

Örneğin; Karadeniz’in sırtını dayadığı Çoruh Vadisi… Bu vadinin çeşitli yerlerinde, üç iklim yaşanır. Karadeniz, Doğu Anadolu ve Akdeniz iklimi… Burada zeytinden, satsumaya ve kırmızıbibere kadar yok yok!

Çoruh Nehri havzasının binlerce yıldır yerleşim yeri olarak seçilmesinin nedeni; yamaçlarını oluşturan kayaların, bitkilerin muhtaç olduğu elementlerin hemen hemen tümüne sahip olması, iklim çeşitliliği, bunun sonucu olarak bitki ve hayvanlar için bölgenin doğal bir sera oluşu ve çok özel bir yaşam alanı olmasıdır. Havzada binlerce yıllık tarımsal faaliyet sonucu, bazı bitkiler “Endemik Kültürel Bitki” özelliğini kazanmıştır. Bu bitkilerin başka bir yerde yetiştirilme özelliği yoktur. Ayrıca Çoruh Nehri, dünyanın ikinci derecede heyecan verici ve buna karşılık en uygun fiyatlı rafting parkurudur.

Elektrik üretme bahanesi ile yapılan ve hala realize edilmeye çalışılan HES’lerle bölgenin iklimi değişecek ve havzanın flora (doğal bitki örtüsü) ve faunası (bölgede yetişen hayvan türleri) tahrip olacaktır. Proje, bölgede yaşayan binlerce insanın dışarıya göçüne de neden olacaktır. Bölgenin madenler bakımından çok zengin olduğu bilinmektedir. Bu proje, maden yağmasının önüne çıkabilecek insan engelini ortamdan çıkartmaktadır. Barajların işgal etmediği alanlar ise uluslararası maden şirketlerinin yerli işbirlikçilerine tahsis edilmiş ve halen de edilmektedir.

Ülkemizin doğasına karşı tahribat yalnız Trabzon’la, Karadeniz’le sınırlı da değil! Türkiye’nin her yeri, az veya çok, doğa katliamından nasibini alıyor. Geçtiğimiz Ağustos’ta Kaz Dağları, Kirazlı Köyü, Balaban Mevkiinde altın madeni projesi kapsamında yapılan doğa katliamına dur diyebilmek için başlatılan Su ve Vicdan” nöbetine destek vermek amacıyla o bölgeye gittim ve katliamı yerinde görüp, direnişe destek verdim.

Kaz Dağlarına, Salda Gölü’ne, Karadeniz’in yaylalarına ve Cerattepe’ye sahip çıkmak; aynı zamanda bir vatan savunmasıdır. Günümüzde, bir milletin üzerinde yaşadığı ve nimetlerinden faydalanma imkânına sahip olduğu kara ve deniz alanları ile bu alanların üzerindeki hava sahasına vatan ve bu alanların korunmasına ise vatan savunması denmektedir.

Geçmişte ise vatan, sadece bir kara parçasıydı. Mithat Cemal Kuntay’ın “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” şeklindeki duygulu mısraları, zamanına göre çok doğruydu. Ama bugün için eksik kalır. Özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra, teknolojinin de gelişmesiyle, denizler paylaşılmaya ve vatan parçaları haline gelmeye başladı. Günümüzde Türkiye’nin karasal yüzölçümünün yaklaşık olarak yarısından daha fazla olan bir de Mavi Vatanı (450 bin Km²) var. Doğu Akdeniz’de ve Ege’de bunun için mücadele veriyoruz.

Çağ, çok büyük bir hızla değişiyor. Günümüzde, sadece ölerek veya öldürerek vatan korunamaz hale geliyor. Bu hızla yarın, yani 21. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren binlerce, yüzbinlerce insanımız ölse bile vatanımızı koruyamayacak hale geleceğiz. Yakın gelecekte, karşınızda savaşan bir canlı bile göremeyeceksiniz. Karşınızda; binlerce kilometre uzaktan gönderilen ve kumanda edilen robot askerler, insansız ve silahlı hava, deniz ve kara araçları ile uzaydan sizi hedefleyen çeşitli silahlar olacak. Artık vatan savunması ölerek değil yaşayarak, hayatta kalarak, bilim insanlarına ve nitelikli topluma sahip olarak, toplumsal katma değer üreterek, bilinçlenerek, farkındalık yaratarak, elini taşın altına sokarak ve sorumluluk alarak yapılacak.

Türkiye, her yıl erozyonla, geriye dönüşü olmayacak şekilde, 750 milyon ton kadar, en verimli toprak parçalarını kaybediyor. Bunun nedeni; doğal bitki örtüsünün ortadan kaldırılması. Kaz Dağları bölgesinde, yalnız altın madeni gerekçesiyle 195 bin ağaç kesildi. Sadece bu kadar da değil vatanımıza saldırılar! Doğamız her yerde tahrip ediliyor, sahillerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz ve yaylalarımız kirletiliyor, en verimli ovalarımız betonların altında bırakılıyor. Bunun için bir vatan savunması yok mu? İşte bu saldırılara karşı savunma tankla, tüfekle olmuyor; bilinçli insanlarla, toplumla ve bizim gibi farkındalık yaratmaya çalışan platformlarla, derneklerle oluyor.

Vatan; hoyratça, haince, sorumsuzca kullanacağımız ve har vurup harman savurabileceğimiz bir miras değil, atalarımızdan gelecek nesillerimiz için emanet aldığımız, ortak kutsal evimizdir. Ama iktidar, kutsal vatanımıza karşı duyarlı ve hassas değil; bilakis eylemleriyle, yaptıkları ve yapmadıkları ile sanki düşmanlık içinde.

İstanbul gibi bir şehirde, geçmişte çocukluğumuzda ve gençliğimizde yaşamadığımız kadar dolu ve sel gibi tabii afetleri sıklıkla yaşar olduk. Esasında bu felaketler, doğaya karşı işlenen ihanetin neticesidir. İstanbul’daki sel felaketinin başat sorumlusu; doğayı katleden, yeşil alanlarımızı yok eden, şehri ranta kurban ettiren, çağdaş şehircilikten damla kadar nasibini almayan, ama çeyrek asırdır İstanbul’u yönetmiş olanlardır.

Trabzon Düşünce ve Kültür Platformu’na böylesine önemli bir konuda düzenledikleri panel vesilesi ile yarattıkları farkındalığa katkıda bulunmamı sağladıkları için teşekkür ederim.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum