Bugün itibarıyla 104’üncü gününü dolduran Ukrayna Savaşı kurgulandığı gibi devam ediyor ve edecek gibi de gözüküyor! Bundan dolayı Ukrayna’da adeta bir yıkım yaşanıyor, insanlar yaşamlarını kaybediyor, evlerini ve barklarını terk ediyor, ülkelerinin başka köşelerine veya başka ülkelere göç etmek zorunda kalıyor ve sığınmacı durumuna düşüyor. Yaklaşık 14 milyon insan evlerini terk etmek zorunda kaldı ki, bu sayı ülke nüfusunun yaklaşık olarak üçte biri ediyor. Evlerini terk edenlerin yaklaşık 6 milyonu ise başka ülkelerde sığınmacı durumuna düştü. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre yaklaşık olarak 8 milyon Ukraynalının daha ülkesini terk edebileceği öngörülüyor.
Savaş uzadıkça savaşa alışılıyor ve dünya gündeminin ilk sıralarındaki yerini de kaybediyor. Sovyetler Birliği’nin 1979-1989 tarihleri arasında Afganistan’da yaptığı savaşta da böyle olmuştu. Ukrayna Savaşı tabii ki farklı. Bu savaşı Afganistan’daki savaştan farklı kılan nedenler; Avrupa’da vuku buluyor olması, bölgesel ve küresel olarak yayılma riskinin bulunması ve gıda güvenliği, enerji, sığınmacılar, dünya ticaretinde tedarik zincirinin sekteye uğraması, enflasyon, silahlanma yarışı ve jeopolitik hareketlilik başta olmak üzere küresel etkilerinin çok büyük olmasıdır. Savaşı bitirecek olan da belli bir süre sonra dayanılmaz ve katlanılmaz boyutlara geleceğini değerlendirdiğim bu büyük etkiler olacaktır.
Savaşı ABD Durdurabilir!
Bu savaşın devamı veya durdurulması açısından belirleyici güç ABD’dir. Eğer isterse bu savaş bu hafta içinde de durdurulabilir. Ama ABD, küresel hedefleri için daha fazla yaptırım paketleri açarak ve silah göndererek, Ukrayna’nın ve Ukraynalıların yok olması pahasına savaşı körüklüyor, NATO’yu kaldıraç gücü olarak kullanarak, Avrupa’yı dizayn ediyor ve Soğuk Savaş (1947-1991) sonrasında kısmen kaybetmiş olduğu hegemonyasını tekrar tesis ediyor. ABD, yine bu savaşla Rusya’yı zayıflatıp, taşınması ve desteklenmesi zor bir yük olarak Çin’in yanına göndermeyi ve daha sonra da Çin’in işini bitirmeyi planlıyor. Aynı zamanda diplomatik girişimlerle ve jeopolitik hamlelerle Ortadoğu’yu, Körfez’i, Afrika’yı, Orta Asya’yı ve Hint-Pasifik bölgesini Rusya ve Çin’e karşı konumlandırmaya çalışıyor.
Bu günlerde gerek ABD’nin gerekse NATO’nun gündemindeki en önemli konu; İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurusu. Türkiye’yi yöneten iktidar, bu iki ülkenin NATO üyeliği başvurusu için “Veto” çıkışı yaptı. Halbuki kısa bir süre önce Finlandiya’ya NATO’ya katılım için olumlu görüş bildirilmişti. Belli ki; iktidar veto çıkışı yapmaya son anda karar vermiş. Bu bile Türkiye’de kurumların çöktüğünün ve kişisel günlük kararlarla yönetildiğimizin çok açık bir belirtisi.
Türkiye’nin bu iki ülkeden genel olarak talepleri ise;
- PKK ve FETÖ bağlantılı kişilerin iadesi ve bu örgütlerle bağlantılı derneklerin faaliyetlerinin engellenmesi,
- Türkiye’ye uygulanan savunma sanayii ambargosunun kaldırılması.
Bugüne kadar İsveç ve Finlandiya ile yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Ama bu ay içinde bu konunun ana gündem maddesi olacağı iki büyük toplantı gerçekleşecek. Bu toplantıların birincisinde, 15-16 Haziran’da, İsveç ve Finlandiya’nın da davetli olarak bulunacağı Brüksel’deki NATO Karargâhında NATO’ya üye ülkelerin Savunma Bakanları toplanacaklar. Toplantıya Türkiye adına Hulusi Akar katılacak ve Türkiye’nin konuyla ilgili pozisyonunu anlatacak. Burada toplantıdan ayrı olarak ABD Savunma Bakanı ile Hulusi Akar’ın kimse olmadan baş başa ikna amaçlı görüşmesi de pek muhtemeldir.
İkinci toplantı ise; 28-30 Haziran arasında İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleşecek NATO Liderler Zirvesi. Rusya-Ukrayna Savaşı ve NATO’nun 2030 Stratejik Konsepti, Madrid’deki zirvenin ana başlıklarını oluşturacak. Erdoğan’ın da katılacağı zirveye İsveç ve Finlandiya da davetli olarak iştirak edecek. Eğer o tarihe kadar çözülemezse Madrid’de de Biden-Erdoğan görüşmesi olabilecektir. Erdoğan açısından sanırım hedef budur.
ABD Oralı Olmuyor
ABD, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik işinin Madrid’deki zirvede bitirilmesini istiyor. Çünkü bu iş uzarsa zaman içinde aksi gelişmelerin de olabileceği değerlendiriliyor. İktidarın ABD ve NATO’dan gelecek baskılara direnebilecek gücü yok. Ayrıca veto çıkışının arka planı da ilkesel bir duruşu da yok. Çünkü iktidar, NATO’nun genişlemesine karşı değil ve bu kapsamda Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini destekledi.
Sorun PKK Terör Örgütü, FETÖ ve savunma sanayii ambargosu olamaz. Çünkü bu konularda bu iki ülke yalnız değil. ABD, PKK ve FETÖ’ye desteğin kralını verdi ve hala da vermeye devam ediyor. Esas pazarlığın ABD ile yapılması lazım. İktidar da bu pazarlık için ABD ile masaya oturmak istiyor ama ABD oralı olmuyor ve “İsveç ve Finlandiya ile sorunlarınızı çözün” diyor. İktidar da bu iki ülkeyle anlaşmayarak ABD ile masaya oturabileceği ve pazarlık yapabileceği gelişmelerin önünü açmaya çalışıyor.
Yunanistan Bunu Hep Yapıyor
Veto fırsatçılığını Yunanistan da kendi çıkarına her fırsatta yapıyor. Hem AB’de hem de NATO’da. Bunu son olarak Makedonya için yaptı. Yunanistan, tarihsel iddialarını öne sürerek bu ülkenin adını değiştirtti ve Kuzey Makedonya olarak NATO’ya katılımına rıza gösterdi. İktidarın anlayamadığı şu; İsveç ve Finlandiya Makedonya değil!
İsveç ve Finlandiya’nın ABD ve NATO açısından stratejik önemi büyük. Makedonya’nın Rusya ile sınırı yoktu ve çok küçük bir ülkeydi. Finlandiya’nın ise Rusya ile yaklaşık 1400 km kara sınırı var. İsveç ve Finlandiya; Rusya’nın kuşatılmasında, Baltık Denizi’nin Rusya için küçük çıkış olan Kaliningrad hariç tamamen çevrelenmesinde, kuzey kanattaki boşluğun doldurulmasında ve buzulların erimesiyle trafiğe açılan, doğalgaz ve petrol zenginliklerinin olduğu anlaşılan Arktik Bölge’deki ekonomik rekabet ve askeri mücadele açısından çok büyük bir öneme sahip.
Yunanistan veto fırsatçılığını hep ülkesi adına yaptı. Türkiye’deki iktidar ise kendi adına yapıyor. Amaç; pazarlık yapmak, bir şeyler koparmak. Koparılmak istenenler ise ülkemiz için değil, iktidarın kendisi için. Ama görünürdeki söylemleri; ülkemizin güvenliği, PKK’ya verilen desteğin kesilmesi, silah ambargosunun kaldırılması ve Kıbrıs ile ilgili.
İktidarın Amacı
İktidarın içerideki amacı; NATO’ya diklenen lider görüntüsü ile gözleri kamaştırıp, bu bağlamda büyük resmi göremeyen bir kısım milliyetçinin oyunu kazanabilmek.
Dışarıdaki amaçları ise; ABD ile pazarlık ederek iflas etmiş ekonomiye sıcak para desteği sağlayabilmek, Halk Bankası ve Zarrab gibi konuları hasıraltı edebilmek ve kafasına göre seçim yapmasına rağmen kazanamaması durumunda iktidara tekrar el koymasına sessiz kalınmasını sağlamak.
Bu arada İsveç ve Finlandiya’dan da taviz olarak ne koparılırsa kardır diye düşünen iktidar için önemli olan tek bir hedef var, o da iktidarda kalmaya devam edebilmek. Ülkemizin geleceği, güvenliği ve saygınlığı umurunda bile değil! Kaldı ki şu ana kadar herhangi bir taviz de koparabilmiş değil. ABD’nin İsveç ve Finlandiya konusunda acelesi var ama Biden hala pozisyonunu değiştirmiş veya Erdoğan’ı şu an için muhatap alacakmış gibi görünmüyor. ABD, Erdoğan’ın direnme gücünün olmadığını, baskı ile veto engelinin aşılacağını, Madrid’de mutlu sona ulaşılacağını değerlendiriyor. Tabii ki son kertede İsveç ve Finlandiya’dan Erdoğan’ı iç kamuoyu önünde kurtaracak göstermelik tavizler gelebilir.
İktidar Her Denemesinde Teslim Oldu
İktidarın geçmişte yaptığı veto çıkışları konusunda hiçbir şey alamadan son anda teslim olan kötü sicili de gözlerden uzak tutulmamalıdır. İktidar, 2009’da NATO Genel Sekreterliği konusunda gündeme gelen Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in adaylığına karşı çıktı, 2009’da Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönmesine karşı veto kartını gösterdi ama her ikisinin de arkasını getiremedi ve teslim oldu.
2016’da NATO üyesi olmayan İsrail’e NATO Genel Merkezi’nde ofis verilmesi girişimi ve 2019’da Baltık Planı’na “NATO YPG’yi terör örgütü olarak tanımalı” gerekçesiyle yaptığı veto çıkışlarının da arkasını getiremedi, ABD’nin baskısına boyun eğdi ve teslim oldu.
Ama geçmişte böyle olmamıştı! 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası NATO’nun askeri kanadından çekilen Yunanistan’ın tekrar dönüşü 1980’e kadar Ecevit ve Demirel iktidarları döneminde veto kartı ile engellendi. Bu engelleniş, ABD ve NATO’ya kafa tutuş, bando mızıka şeklinde iç politika malzemesi yapılmadı. Her iki lider de bunu ulusal güvenlik sorunu olarak gördü ve iç politikaya endekslemekten hassasiyetle kaçındı. Yunanistan’ın dönüşü ancak demokratik sisteme ara verildiği dönemde bir “tek adam” tarafından gerçekleştirildi. Aynı şey şimdi de olacak!
FACEBOOK YORUMLAR