Almanya ziyaretinin amacı; Almanya ile ve lider ülkesi olması nedeniyle Avrupa Birliği ile bozulan, gittikçe kötüleşen ilişkileri onarmaktı. Ayrıca; Türkiye’nin ekonomisi tam anlamıyla iflas etmişti ve her geçen gün bir önceki günü, her geçen ay bir önceki ayı aratacak bir girdabın içine düşülmüştü. Halen Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik iflas durumunu kriz olarak adlandırmak, durumumuzu gerçekten hafife almak olur.
AKP iktidara geldiğinde, Türkiye’nin 130 milyar dolar dış borcu vardı. Bugün ise, dış borcumuz 480 milyar dolar. İşin kötüsü; alınan bu borçlar çarçur edildi, taşa toprağa gömüldü ve çeşitli yöntemlerle yandaşlara dağıtıldı. İhaleler üzerinden çok yüksek oranlarda komisyon alındığı iddiaları ise tüm dünya basınında yazılıyor ve anlatılıyor. Ama yandaşlar bile “Yağma Hasan’ın Böreği” halinde gelen bu düzenin sonsuza kadar sürmeyeceğini bildiklerinden; kazandıkları, daha doğru bir ifadeyle söylersek kafasında tüy bitmemiş yetimin gasp ettikleri haklarını yurt dışına kaçırdılar, oralarda gayrimenkuller aldılar ve bankalara yatırdılar.
Aynı Kafa! Yanlıştan Yine Dönmüyorlar!
Dış borcumuzun milli gelirimize oranı neredeyse yüzde 70 ve bu, üç yıllık ihracat gelirimizden bile daha fazla. Artık dış borcumuz ödenebilir değil. Çünkü hem bütçe açığı veriyoruz, hem cari açık veriyoruz. Yani işletme devamlı zarar ediyor. Soruyorum size; 17 yıldır işletmenizi zarar ettiren ve zararı devamlı büyüten bir işletmeciyi işletmenizin bulundurur musunuz? “Hayır! Biz bulundurmuyoruz! Onlar adil ve dürüst olmayan yöntemlerle ve zor kullanarak oradalar!” diyorsanız; haksız da sayılmazsınız.
Almanya başta olmak üzere, AB Türkiye’nin en büyük ticari ortağıyken, kısa dönemde bunun alternatifi yokken Almanya’ya ve AB’ye sorumsuzca meydan okumak çok ama çok yanlıştı. Şimdi bu yanlıştan dönmeye çalışıyorlar ama bu kafayla mümkün değil.
Almanya’da İyi Şeyler Yazılmıyor ve Söylenmiyor
Bir yıldır ibadete açık bulunan DİTİB’e (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) ait Köln Merkez Camiinin açılışını yapmaya çalışmak, fahiş bir hataydı. Geçtiğimiz cumartesi, bu iş için sadece Köln’de 4 bin ilave polis görev yapmış. Bütün gün Köln trafiği, çevre yollar ve otoyollar dâhil kilitlendi. Bu olayı Almanya’da bütün televizyonlar verdi ve halkın bu açılışa ve Köln Camiine tepkisi yükseldi. Artık DİTİB’i yasaklamak ve faaliyet alanlarını kısıtlamak tartışılıyor. Bu faaliyetler, Almanya’da Türk ve İslam düşmanlığını arttırıyor, körüklüyor ve aşırı sağ partilerin ekmeğine yağ sürüyor. Türkiye ile ilişkileri düzeltmeye çalışan siyasi partilerin, demokratik kitle örgütleri ve kurumların hareket serbestisini kısıtlıyor. Ayrıca; Almanya’da yaşayan insanlarımızın güvenliğini ve geleceğini tehlikeye atıyor.
Alman medyasında hiç iyi şeyler yazılmıyor ve söylenmiyor. Örneğin; “Paraları bittiği için dilenmeye geldiler”, “Despot” gibi utandıracak ifadeler kullanıyor, Türkiye’nin demokratik kriterler konusunda her geçen gün daha kötüye gittiğini, Türkiye’de tek adam rejimi ve keyfi bir yönetimin olduğunu ve adaletin tamamen güdümlü hale geldiğini yaygın olarak anlatıyorlar. İlaveten; Türkiye’deki iktidarın, Almanya’da desteklediği İslami organizasyonlar ve camiler vasıtası ile Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanları radikalleştirdiğini ve antisemitizm (Yahudi düşmanlığı) yaydığı suçlamasını yapıyorlar.
Bu Rotada İlişkiler Düzelmez
Almanya’da söylenenler arasında; Türkiye’de sosyal medyadaki iktidar muhaliflerinin kolayca ispiyon edilebilmesi için geliştirilen cep telefonu uygulamasından da bahsediyorlar. Uygulamada; ad, soyadı, ihbar gerekçesi, resim veya ses kaydı hanelerini dolduruyorsunuz ve polise gönderiyorsunuz. Sanırım bu; II. Abdülhamid dönemi kafasının günümüz teknolojisinden yararlanan versiyonu olsa gerek!
Ayrıca; geçen yıl (2017) Türkiye’deki iktidar iradesinin Almanya’da yaşayan Türklere “Merkel’e oy verilmemesi gerektiğini, Türkiye’nin düşmanları olduğunu” söylediği ve “Merkel Almanya’sını Nazi Almanya’sı” olmakla suçladığı ifade ediliyor. Bu yaşananları ve söylenenleri Almanya’daki iktidarın unutmasına imkân var mı? Demem o ki; iktidarın halen izlediği rotada Almanya ve Avrupa ile ilişkiler düzelmez.
Asker Olamazsın ama Büyükelçi, Bakan Olabilirsin!
Almanya’da, FETÖ işine de pek inanmıyorlar. Yani iktidar, kısmen haklı olduğu davada bile inandırıcı değil! “Daha önce işbirliği yaptılar, beraberdiler, bize bunları methediyor ve desteklememizi söylüyorlardı” diyorlar. Almanya’da FETÖ işi; referandum, seçimler ve muhaliflere baskı için kullanılan ve kullanılmaya devam edilen bir enstrüman olarak görülüyor. Hem nasıl inansınlar ki! Darbecinin kardeşini FETÖ’nün ekonomik olarak en güçlü olduğu ve parasının yönetildiği Hollanda’nın başkentine büyükelçi olarak atayacaksın ama darbecilerle akrabalığı olanları subaylıktan ve astsubaylıktan atacaksın. Allah aşkına kim inanır! Sen FETÖ okullarında okuyanı harp okullarına öğrenci olarak almayacaksın ama bakan olarak alacaksın. Nedir bu FETÖ’cülüğün kriteri?
FETÖ ile gerçekten mücadele edilmediği konusunda Türkiye’nin her yerinden şikâyetler geliyor. Bugünkü yazımı; Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde (ÇOMÜ) görev yapan Dr. Mehmet Rıza Gezen’den gelen ve ÇÖMÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Acer’e yazdığını belirttiği dilekçeyi yayınlayarak bitiriyorum.
“Sayın Prof. Dr. Yücel ACER
ÇOMÜ REKTÖRÜ
ÇOMÜ’ye rektör olarak atandığınızdan itibaren geçen süreçte birçok kez beni ciddi şekilde üzecek, hukuka da aykırı olarak verilen kararlara göz yumdunuz. Ancak 2018 yılı itibariyle FETÖ’cü oldukları için hapis cezası verilen eski ÇOMÜ Rektörü Sedat Laçiner ve yöneticileri ile işbirliği yaparak, benim defalarca disiplin cezaları almama neden olan personel hakkındaki şikâyetlerim ile ilgili verdiğiniz kararlar ve bu süreçte yaşanan hukuka aykırı fiiller had safhaya çıkmıştır.
Özellikle de Hukuk Müşavirliğinden gelen yazıların hukuka uygunluğu bulunmamakta olup, kasten bana mobbing yapılmaktadır. FETÖ’cü eski ÇOMÜ Rektörü Sedat LAÇİNER’in de hukuk müşaviri olan ve FETÖ’cü ÇOMÜ yönetimi ile işbirliği yaparak birçok disiplin cezası almama neden olan Av. İsmail Yaşar OĞUZ kaynaklı olduğunu düşündüğüm bu yazılar sizin başınızı çok ağrıtacaktır. Çünkü üniversitedeki her şeyden sorumlu rektördür. Bu durumda bana gelen yazıların birinci sorumlusu da siz olmaktasınız.
Eski ÇOMÜ Rektörü Sedat LAÇİNER’in FETÖ’cü olduğu için tutuklanma nedenlerinden bazıları; “….. dosya kapsamında alınan tanık beyanlarında görüleceği üzere ÇOMÜ’de göreve başlamasından kısa bir süre sonra örgüt tarafından üniversiteye rektör seçtirildiği, rektör olduğu dönemde örgüt üyelerinin üniversite içerisinde kadrolaşmasına yönelik olarak yoğun faaliyette bulunduğu, sanığın rektör olarak atanmasının ardından bu dosyada da yargılanan sanıkların da bulunduğu çekirdek kadrosu (Rektör Yardımcıları, Dekanlar, bazı Yüksekokul Müdürleri) aracılığıyla örgüt ile irtibatı olmayan diğer akademisyenleri, kadro vermeme, disiplin soruşturmaları açarak sindirmeye yönelik faaliyette bulunduğu, ….” şeklinde açıklanmıştır.
Sedat LAÇİNER’in bana yaptıkları ile sizin bana yaptıklarınız arasında hiçbir fark olmadığı gibi, ÇOMÜ’deki FETÖ’cüler ile FETÖ’ye yardım ve yataklık yapan FETÖ işbirlikçilerinin hukuka uygun olarak yargılanmasını önlemeye yönelik hukuka aykırı işlemler yapmaktasınız ya da yapılmasına göz yummaktasınız.
Yaptıklarınız, FETÖ’cü Sedat LAÇİNER ve ekibi ile olan eski dostluğunuzdan mı kaynaklanmaktadır acaba? Diye bir soru da aklıma gelmektedir. Aslında bu soru sadece benim değil, görüştüğüm birçok öğretim üyesinin de kafasını son zamanlarda çok meşgul etmektedir.
FETÖ’cüler ve FETÖ işbirlikçileri hakkında yasal işlem yaptırmadığınız, bana mobbing yaptığınız, görevinizi kötüye kullandığınız, kişisel verilerin ele geçirilmesinde ve yayılmasında ihmalde bulunduğunuz için önümüzdeki hafta içerisinde Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı’na dosya vereceğimi bilgilerinize sunarım.
Saygılarımla. 28.09.2018
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Rıza GEZEN
FACEBOOK YORUMLAR