Merkez üssü Gölcük olan 1999 Marmara Depremi felaketinin 21.yıldönümünü idrak ediyoruz. Bugün size bu felakete yakından tanıklık etmiş ve deprem sonrasında Gölcük’teki Donanma Komutanlığı’nda kurulan Kriz Merkezi’nde çalışmış, hasar tespit, kurtarma ve yardım faaliyetlerinin içinde bulunmuş biri olarak değerlendirmemi sunacağım.
Her 17 Ağustos’ta veya her yaşadığımız deprem felaketinden sonra genellikle binaların çürüklüğü, Türkiye’nin aktif fay hatları üzerinde olduğu, tedbir alınmadığı ve İstanbul’da büyük bir depremin eli kulağında olduğu gibi şeyler yazılır. Esasında bunların hepsi doğru ama deprem dâhil tüm doğal afetlerin ülkemizi çağdaş ülkelere göre her seferinde çok daha ciddi biçimde vurmasının, büyük can ve mal kayıplarına neden olmasının asıl sebebi pek konuşulmaz, yazılmaz, yazılamaz!
Esasında Bir Doğa Olayıdır
Yaşı müsait olanlarınız sanıyorum anımsıyordur 1999 Depremi sonrasında bir genç kızın tuttuğu ve üzerinde “7,4 yetmedi mi!” yazan tabelayı. Yine hatırlıyorsunuzdur; halen iktidarda olan malum zihniyetin kaynağı olduğu “Gölcükte denizciler sabahlara kadar içki içtiler, kutsal kitabın üzerinde İsrailli subaylarla birlikte dans ettiler, bu felaket bu yüzden başımıza geldi!” söylentisini.
Bu zihniyete göre; depremler Allah’ın bir gazabı ve cezalandırmasıdır. Ortaçağ ve öncesinde de egemen olan bu görüşe ve inanışa göre “İnsanlar azdığında, kadınlar açık saçık giyindiğinde Allah dünyayı sallamakta ve insanları çoluk çocuk, yaşlı genç, günahlı günahsız bakmadan öldürmektedir.” Yine bu görüşe ve inanışa göre; yağmur da Allah’ın bir mükâfatı veya rahmetidir. Ama ne yazık ki en az “Kutsal Topraklara” yağmaktadır! Aydınlanmanın gerçekleştiği, aklın ve bilimin egemen olduğu dünyada ise deprem ve yağmur birer doğa olayıdır.
Japonlar Durumun Farkında
Dünyanın pek çok bölgesinde deprem, sel, toprak kayması, çığ ve fırtına gibi doğa olaylarında can ve mal kayıpları oluşur. Meydana gelen bu doğa olaylarının şiddetini, bölgelerini, orada yaşayan toplumun yapısını, neden olduğu can ve mal kayıplarının oranını analiz ettiğimizde çok dikkat çekici bir sonuç göze çarpmaktadır. Bu doğal felaketlere maruz kalan toplum eğer aklın ve bilimin egemen olmadığı bir toplum ise orada bu doğa olayının meydana getirdiği felaketin derecesi çok yüksek oluyor, can ve mal kayıpları olağanüstü artıyor.
Japonya, dünyada depremleri en şiddetli ve en yaygın şekilde yaşayan ülkelerden biri olmasına rağmen can ve mal kayıplarında en düşük orana sahip! Çünkü Japon toplumu, depremlerin Allah tarafından verilen bir ceza olmadığının bilincinde.
Hala En İyisi Türkiye
Dünyanın nüfusu yaklaşık olarak 8 milyar ve bunun 1,5 milyarı Müslüman. Ama Müslümanlar gerek tabii afetler sonucunda, gerekse birbirilerini öldürmeleri sonucunda oluşan can kayıpları konusunda dünya birincisi. Bunun nedeni tabii ki İslam Dini değil. Bunun sebebi; İslam dünyasında aydınlanmanın gerçekleşmemesi, aklın ve bilimin egemen olmamasıdır. Müslüman nüfusun ağırlıklı olduğu ülkeler içinde en iyisi ise Türkiye! Çünkü aydınlanma, sorgulayıcı akıl ve bilim konusunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk sayesinde ülkemiz belli bir mesafe kaydetmiştir. Ama ne yazık ki bugünkü iktidar sayesinde, kaydettiğimiz bu kazanımlar tüketilmektedir.
1999 Marmara Depremi sırasında da gözlemlemiştim; aynı ülkenin ve aynı bölgenin içinde bile bu doğa olayından zarar görme oranı dünya görüşüne göre değişiyordu. Bilim, adeta onunla barışık olmayanı cezalandırıyordu.
Yumurtalar Aynı Sepete Konulmamalı!
Marmara Depreminin tarihte daha önce yaşadığımız depremlere kıyasla Türkiye’yi daha fazla vurmasının nedeni; bu bölgenin her bakımdan ülkemizin kalbi ve itici gücü olmasıydı. Uzun döneme dair plansızlık nedeniyle tüm ekonomik değerlerimiz bu bölgeye yığılmıştı. Daha doğru bir deyişle; yumurtalarımızı tek sepete koymuştuk. Yediğimiz darbe bu nedenle çok büyük oldu.
18 yıllık AKP icraatları ve yaratılan cazibe merkezleri ile İstanbul’un durumu daha da vahim hale getirilmektedir. İstanbul nüfusunun kaça ulaşmasını planlıyorlar? 30 milyon mu, 40 mı? Ucube bir girişim olan Kanal İstanbul, vahameti korkunç boyutlara ulaştıracaktır. Akıl yok, bilgi yok, plan yok! Sanırım “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” prensibini uyguluyorlar!
Depremden Göreceğimiz Zararı Nasıl Azaltabiliriz?
1999 Depremi ile ilgili bir komplo teorisinde; depremin suni yollarla tetiklendiği, arkasında ABD ve İsrail’in olduğu söylenmektedir. Bu iddiayı destekleyen bilimsel görünümlü kurgular ve veriler internet sitelerinde dolaşmaktadır. Bu bir psikolojik harekâttır. Amacı insanların ve toplumların savunma mekanizmalarını bozmak, direncini kırmak ve teslim olmaya iterek tek kutuplu küresel düzenin devamını sağlamaktır. Gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi yoktur!
Bugün için depremi durdurma, engelleme veya öteleme şansımız yok! Ama depremden göreceğimiz zararı, ziyanı ve can kayıplarını engellemek ve en aza indirmek mümkün. Bunun yolu; sorgulayıcı akıl ve yaşamda tek yol gösterici olan bilim ve onun ışığında alınan tedbirlerden geçmektedir.
Eğer bir ülkede bilim “tu kaka” yapılıyor ve sorgulayıcı aklın yerine biat eden, “Dindar ve Kindar” toplum peşinde koşuluyorsa, dini tarikatlar ve cemaatler çoksa o ülkenin deprem dâhil doğal afetlerden gördüğü zarar ve can kaybı çok büyük olur, hiç şüpheniz olmasın!
FACEBOOK YORUMLAR