Süheyl TUCE

Süheyl TUCE

[email protected]

Medrese Eğitimi ve Zorunlu Askerlik Hizmeti Üzerine

29 Haziran 2024 - 19:47

Medrese, İslam şeriatına göre yönetilen ülkelerde orta ve yüksek öğretimin yapıldığı eğitim kurumlarının genel adıdır. Medreselerde ders verenlere “müderris”, onların yardımcılarına “muid”, medresede okuyanlara da “danişment”, “softa” veya “talebe” adı verilir.

Osmanlı İmparatorluğunda uygulanan asker alma sisteminde medrese talebelerine bazı ayrıcalıklar tanınmakta idi. Gönüllülük esasına göre gerçekleştirilen asker alım usulü, Tanzimatla birlikte “askerlik bir vatan borcudur” ilkesinden hareketle önce kura usulüne bağlanmış, II Meşrutiyet döneminde ise zorunlu askerlik uygulamasına geçilmiştir.

25 Kasım 1886 tarihinde yayımlanan bir “Kanunname-i Hümayun” ile medrese talebeleri için kura sınavları koyulmuş, bu sınavlarda başarılı olanların askerlik görevi tecil edilmiştir. Diğer yüksek okul talebeleri ise mezun oluncaya kadar kura sınavlarından, dolayısıyla askerlik hizmetinden muaf tutulmuşlardır.

II nci Abdülhamit’in 19 Eylül 1892 tarihinde yayımladığı bir “irade-i seniyye” ile kura sınavları bir sonraki yıla ertelenmişti. Bu erteleme işlemi, takip eden on altı yıl boyunca her yıl tekrarlanmış, netice itibariyle bu süre zarfında medreseye kayıtlı olan öğrenciler kuradan muaf tutularak askerlik hizmetini yerine getirmek üzere sevk edilmemişlerdir.

Tabi bu uygulamayla ilmiye sınıfına bir ayrıcalık tanıma amacı güdülmemiştir. Kırımizade Mehmet Neşet Efendi’nin kaleme aldığı 6 Kasım 1890 tarihli bir rapora göre; askerlik muafiyeti uygulanmadan önce İstanbul Medreselerinde kayıtlı öğrenci (talebe) sayısının beş-altı bini geçmemektedir. Daha sonra uygulamaya konulan muafiyetler nedeniyle askerlik görevinden kurtulmak için görünüşte ilim tahsil ediyormuş gibi taşradan İstanbul’a gelerek medreselere kaydolan talebe sayısının ise on iki bin seviyelerine yükseldiği ifade edilmektedir.

Bu arada medrese talebelerinin askere alımında uygulanan kura sınavlarına iltimas ve kayırma gibi usulsüzlüklerin karışması sonucunda okuma-yazma bile bilmeyen bir takım asker kaçaklarının dahi muafiyet belgesi temin ettiklerine şahit olunmuştur.

Rahmetli Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” isimli muhteşem eserinden bir küçük alıntı yaparak devam edelim:

“1 Nisan 1922’de Konya’ya gelen Mustafa Kemal Paşa’yı karşılamak üzere Konyalılar istasyonu doldurmuştu. Yüzlerce meşale parıldıyordu.

İnceleme ve gezi programları içinde bir medresede vardı. Kanlı canlı genç mollalar ile hocalar avluda dizilmiş bekliyorlardı. En yaşlı hoca Paşa’dan medrese sayısının arttırılmasını ve medrese öğrencilerinin askere alınmamasını rica edince Mustafa Kemal Paşa sinirlendi.
‘Sizin için medrese Yunanları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerli? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşüp yurt için canlarını feda ederken siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz. Bu asalakların askere alınmaları için yarın emir vereceğim.’

Dikkat ediniz; ulus harbin içinde, bir kısım insanlar genci yaşlısı tırnaklarıyla vatanı savunma gayreti içerisinde iken medreseye sığınıp askerlik vazifesinden imtina edenlere “asalak” tabirini kullanıyor. Yani yan gelip yattığı yerden milletin kanını emen parazitler. Bu asalaklar tarih boyunca hep oldular. Bu gün de varlar ve yarın da olmayacaklarının garantisi yok. Çözüm bataklığı kurutmak. Başka yolu yok.

Atatürkçü Düşünce Derneği, 24 Mart 2022 tarihinde bir basın duyurusu yapıyor. Duyuru, Yüzyıl Sonra Yeniden Asker Kaçağı Yuvası Medreseler mi? Başlığını taşıyor.

Duyurunun tarihinden bir hafta önce TBMM’de kabul edilen DİYANET AKADEMİSİ YASASI ile ilgili olarak eleştirilerde bulunuluyor. Eleştirilerin içinde en dikkat çekeni, duyurunun başlığında belirtildiği gibi, Diyanet Akademisinde eğitim gören erkek öğrencilerin, eğitimlerinin kesintiye uğramaması maksadıyla askerlik hizmetinden muaf tutulmaları. Atatürkçü Düşünce Derneği, bu yasa ile yeniden bir medrese yaratılmaya çalışıldığını ve bunun da Anayasa’ya aykırı olduğunu ifade ediyor.

Bakınız şimdi daha ilginç bir şey paylaşayım: Geçenlerde emekli subay bir arkadaşım, ikamet ettiği ilde bulunan Garnizon Komutanlığı Kütüphanesine kitap bağışında bulunmak maksadıyla kütüphanenin bulunduğu kışlaya gidiyor. Kendisini Kışla Nöbetçi Amiri olarak bir üsteğmen karşılıyor. Arkadaşım eski günlerini de anmak biraz da sohbet etmek maksadıyla üsteğmene hangi yıl mezun olduğunu soruyor. Arkasından da Harp Okulu mezunu olup olmadığını soruyor. Malum artık TSK’de sadece Harp Okulu Mezunu subaylar yok. Sözleşmeli Subaylar da görev yapıyorlar. Bu arkadaş, “hayır efendim Harp Okulu Mezunu değilim. İlahiyat Fakültesi mezunuyum. Sonradan subay oldum” diye cevap veriyor.

Genellikle TSK’de istihdam edilen İlahiyat Fakültesi mezunu subaylar, kışlalarda değil, askeri eğitim kurumlarında görev yaparlar (dı). Şimdiki uygulama nedir, bilemiyorum. Çünkü hain darbe girişimi sonrasında TSK yapılanmasında o kadar çok şey değişti ki, takip etmek çok zor.

Önceki uygulamada, TSK’nin ihtiyacı olan ve Harp Okullarında yetişmeyen diğer sınıf subayları, Fakülte ve Yüksek Okullar Komutanlığı isimli bir kurum bünyesinde askeri öğrenci olarak kendi fakültelerinde okurlardı. Bu askeri öğrenciler, okullarına üniformaları ile gider, derslerini görür, sınavlarında başarı gösterdikleri takdirde de teğmen rütbesiyle okuduğu fakülteden mezun olurlardı. Bir mühendis subay, bir askeri tarih öğretmeni, bir edebiyat veya matematik öğretmeni subay, bir veteriner subay, bir kimya mühendisi subay ve diğerleri böyle yetişir ve TSK bünyesinde görev yapardı.

Burada konusu geçen İlahiyat Fakültelerinde askeri öğrenci olarak okuyup mezun olan subaylar ise, askeri liseler ve Astsubay Hazırlama Okullarında Milli Eğitim Bakanlığı Müfredatına uygun olarak Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği yaparlardı.

Hiç unutamadığım güzel bir anım var bu konuyla ilgili. Çankırı’da Astsubay Hazırlama Okulunda bilgisine, görgüsüne ve meslek anlayışına çok değer verdiğim bir din dersi öğretmeni yüzbaşımız vardı. Atatürkçü ve vatansever bir subaydı. O tarihlerde TSK Bosna Hersek’te Barış Gücü görevi yürütüyordu. Bir Kurban Bayramında Din dersi öğretmeni yüzbaşımıza Bosna Hersek’teki barış gücünde görevli askerlerimize bayram namazında imamlık yapma görevi verilmişti. Onurla gitti ve askerlerimize bayram namazını kıldırdıktan sonra görevini ifa etmenin huzuruyla geri döndü.

Tekrar konuya dönecek olursak, bir ilahiyat fakültesi mezunu ve sonradan subay olmuş personelin askeri eğitim kurumu yerine kışlada görevli olması ve üsteğmen rütbesiyle Nöbetçi Amiri olarak nöbet tutması bana garip geldi. Çünkü genellikle Nöbetçi Amirliği görevi en az yüzbaşı ve üzeri rütbedeki subaylar tarafından yerine getirilirdi.

Aslında ben burada bir çelişkiye dikkat çekmek istiyorum: Bakıyorsunuz Diyanet Akademisinde akademik eğitim gören öğrenciler için yasayla askerlik muafiyeti koyuluyor, öte yandan İlahiyat fakültesi mezunları branşları dışında istihdam edilmek üzere subay yapılıyor.

Din eğitimi görenler ve verenler zorunlu askerlik hizmeti yapmaktan pek de mutlu olmuyorlar nedense. Herhalde bundan dolayı medrese hocaları, ta II nci Abdülhamit zamanından bu güne din eğitimi görenlerin askerlikten muaf tutulması hususunda talepkar oluyorlar. Bu taleplerini Atatürk’ün önünde bile dile getirmekten çekinmiyorlar.

26 Haziran 2024 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir haber vardı. Haberin başlığı “İsrail’de kritik Haredi Kararı”.

Haredilik, Ultra-Ortodoks Yahudiler olarak bilinen bir Yahudi mezhebidir. Bu mezhebe mensup olan Yahudiler, Ortodoks Yahudilik Mezhebi içindeki modernizmin aksine geleneklere ve “halaha” emirlerine (Yahudi yasa sistemini tanımlayan bir kavram) sıkı sıkıya bağlılığı ile bilinirler. Haredi Yahudileri kendilerini en dindar ve Otantik Yahudiler olarak görürler.

Bahse konu habere göre, İsrail Yüksek Mahkemesi, Başbakan Binyamin Netenyahu’nun koalisyon hükümetini sarsacak bir karara imza atmış.

Mahkeme, 25 Haziran 2024 tarihinde Haredi erkeklerin zorunlu askerlikten muaf tutulmasının yasal dayanağının bulunmadığına ve askerliğe uygun olanların göreve alınması gerektiğine hükmetmiş. Din eğitimi alan Harediler ile diğer vatandaşlar arasında ayrımın yasal olmadığını kaydeden mahkeme, herkesin zorunlu askerliğe tabi olduğunu belirtmiş.

Haberde Harediler’in bu zamana kadar zorunlu askerlik hizmetinden muaf tutulmalarına dair de şöyle bir açıklama var:

Harediler İsrail’de Yahudi erkek ve kadın nüfusun çoğunluğu için zorunlu olan üç yıllık askerlik görevinden 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde muaf tutuluyorlar. Netenyahu’nun koalisyon ortakları olan Haredi partileri, dindarların silâhaltına alınmasına şiddetle karşı çıkıyor.

Bakarsanız, Osmanlıda olduğu gibi Müslüman toplumlarda da medrese talebelerinin silâhaltına alınmalarına karşı çıkılıyor ama bizde olduğu gibi İlahiyat Fakültesi mezunları da kendi alanlarının dışında görev yapmak üzere değiştirilen yasalar marifetiyle subay yapılabiliyor.

Yani anlaşılan o ki, bu konuda din ayırımı yapılmıyor. Askerlikten muafiyet taleplerinin ölçütleri de aynı. Yahudi toplumunda da askerlikten muaf olmak için Tevrat Kursları yeterli olabiliyor.

Lafı eğip bükmeye gerek yok. Bizde de Kuran Kursları var. Kuran kursunu bitirip de köyün camisine kadrolu imam olanları çok gördük. Olmuşken tam olsun, askerlikten de muaf sayılsınlar bari.

Ne diyelim; uysa da uymasa da hayırlı teskereler.


 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum