Süheyl TUCE

Süheyl TUCE

[email protected]

Anayasayı Değiştirmek…

15 Mayıs 2024 - 22:06

Anayasayı değiştirmek istiyorlar…

Bu istek, geçtiğimiz yerel seçimlerden sonra aşırı ısrarcı bir tavırla sergilenmeye başlandı. Sebep olarak “vesayetçi anayasa”dan kurtulmak hususu ileri sürülüyor.

Buradaki “vesayetçi anayasa” ifadesindeki “vesayet” kelimesi, 12 Eylül 1980 sonrası yapılan ve müdahaleyi yapan askerlere bir takım ayrıcalıklar tanıdığı görülen 1982 anayasasıyla ilgilidir.

1961 ihtilalinde olduğu gibi, 1980 ihtilalinden sonra da yönetim askerlerden sivillere devredilirken yapılan anayasalarda, askerlere bazı ayrıcalıklar tanındığı görülmektedir.
Örneğin; Milli Güvenlik politikalarının belirlenmesinde askeri otoriteyi siyasi otoriteye ortak kılan Milli Güvenlik Kurulunun oluşturulması (MGK), Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması yerine Başbakana karşı sorumlu kılınması,  1961 İhtilalini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi Üyelerinin (MBK) Cumhuriyet Senatosunda tabii senatör olarak yer almaları ve bu görevlerini ömür boyu sürdürmeleri gibi hususlar düzenlenmiştir.

Bazı kaynaklarda Anayasadaki bu düzenlemelerin, Türkiye’de vesayetçi demokrasi anlayışının gelişmesini sağladığı ifade edilmektedir. Burada vesayet kavramının korumacı anlamıyla eşdeğer olduğunu değerlendiriyorum.

12 Eylül sonrası yürürlüğe giren anayasada da benzer düzenlemelerin olduğu görülmektedir. Bir örnek vermek gerekirse; orada da geçici 15 nci madde ile Milli Güvenlik Konseyi (MGK) Üyelerinin ömür boyu darbe ile ilgili olarak yargılanmalarının önü kesilmeye çalışılmıştır.

Bu arada sadece yasama anlamında değil, siyasal alanda da dolaylı olarak kontrolün askerin elinde olması temin edilmeye gayret edilmiş, o tarihten itibaren seçilen bütün cumhurbaşkanlarının asker kişilerden olmasına özen gösterilmiştir.

Şimdi tekrar konumuza yani iktidarda olan Cumhur İttifakının Anayasayı değiştirme taleplerini incelemeye devam edelim.

Bakarsanız, bu gün yürürlükte olan anayasa, 1982 Anayasası olarak bilinen, 12 Eylül darbesi sonrasında 18.10.1982 tarihinde kabul edilmiş ve 9.11.1982tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş olan anayasadır.

Bu anayasanın neye karşı ve nasıl bir vesayet oluşturduğunu sorgulamaya gerek var mı yok mu bilmiyorum. Çünkü bu anayasa, onaylanıp yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bu güne kadar tam yirmi bir kez değiştirilmiş.

Bu arada, 12 Eylülde Devletin yönetimini üstlenen ve 1982 Anayasasını hazırlayan / hazırlatan Milli Güvenlik Konseyi (MGK), önceki 1961 anayasasını tamamen ortadan kaldırmamış, sadece bazı yasama ve yürütme yetkileri üzerinde değişiklikler yapmıştır.
Ancak yapılan değişikliklerin haricinde yürürlükte kalan diğer hükümlerin bu değişiklikler neticesinde anayasal değerlerini yitirdiği gerçeğini de göz ardı etmemek gerekmektedir. Hukuk literatüründe anayasal değeri yitirme konusu “anayasasızlaştırma” olarak ifade edilmektedir.  

1982 Anayasasında bulunan, askeri yönetim döneminde Milli Güvenlik Konseyi, Hükümet ve Kurucu Meclis üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15 nci madde 2010 Türkiye Anayasası Değişikliği Referandumuna kadar yürürlükte kalmıştır.

12 Eylül 2010 tarihinde yirmi altı maddelik bir değişiklik içeren paket %57,88 EVET oyuyla kabul edilmiştir. Böylece geçici 15 nci madde de kaldırılmıştır.

Bu madde, bana göre 12 Eylül anayasasının en “vesayetçi” maddelerinden biri idi. Anayasa geçici 15 nci madde ile, anayasayı yapanları sonraki anayasa yapıcı ya da yıkıcılarına karşı korumaya alıyordu.

Hal böyle iken, yürürlükte olan anayasayla ilgili olarak hangi ve neye karşı neyin vesayetinden söz ediliyor?

Anayasa değişikliği yapmak maksadıyla ortaya konan bu “öncelikli” sebep sanki biraz havada kaldığına göre, gerçek sebebin veya sebeplerin neler olabileceği hususundaki tahminlerimi şöyle sıralamak istiyorum:

Öncelikle birkaç hususun altını çizmekte yarar görmekteyim.

2024 yerel seçimleri, iktidarın beklentilerini resmileştirmiştir. Bendeniz iktidarın 2024 yerel seçimlerindeki oy kaybını tahmin etmediğini/edemediğini düşünmüyorum. Seçim gününe kadar anket üzerine anket yaptıran, muhalif basındaki eleştirileri muhalefetten bile daha sıkı takip eden iktidarın bu seçimlerin neticesini görünce hayal kırıklığına uğradığını iddia etmek bana göre safdillik olur. Ama maalesef muhalefet kanadı bu haleti ruhiye yani iktidarın şoka uğradığı haleti ruhiyesi içerisindedir ve olmaya da devam etmektedir.

Diğer bir husus, ekonomik durumun gerçekten kötü olması ve her geçen gün daha kötüye gitmesidir. Sayın Cumhurbaşkanı mealen, emeklilerin maaş artış taleplerine, bütçede yeterli kaynak olmadığından dolayı olumlu bakamadıklarını ifade etmiştir.
 
Bir erken seçim ihtimali gündemdedir. Kaldı ki İktidar partisine koltuk çıkmaktan sorumlu “fahri” Cumhurbaşkanı yardımcısının erken seçim talebinde bulunma sicili hayli kabarıktır.

AKP, iktidara geldiği 2002 yılından birkaç yıl sonra, sanıyorum 2008 yılında Sayın (o zamanki) Başbakanın ifadeleriyle kendilerine tevdi edilen BOP eş başkanlığı görevinin gereklerini yerine getirmeye başlamıştır. Tabi bu gerekler, bizim yürürlükteki anayasamızın ve yasalarımızın (özellikle Milli Güvenlik konusundaki) bazı maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.

Bu kapsamda önce PKK nın cici (?) çocuklarını çağırıp birer şeker verip “çok pişmanım” dedirtmeye çalışıldı. Veletler “bana ne bana ne demiycem” diye şekerleri alıp kaçtılar. Sonra da mahallede cam çerçeve bırakmadılar, o da ayrı mesele.

Sonra hendek savaşları başladı. Sayın yöneticiler kolluk kuvvetlerine aman yapmayın onlar daha çocuk, çocukla çocuk olmayın diye telkinde bulundular. Bunu gören p.ç kuruları iyice azıttılar. Bu sefer de elektrik direklerindeki lambaları, ağaçlardaki serçeleri, akla gelen ne varsa kırıp dökmeye parçalamaya başladılar.

Mahallede bunlar olurken, cumhuriyetle beraber kurulan ne kadar fabrika varsa hepsi satıldı.  

Sonra başka p.ç kurularının gerçekleştirmeye çalıştığı ve eline yüzüne bulaştırdığı hain bir tarikat darbesi teşebbüsü oldu. Bilahare, bundan istifade ile hükümetimiz tarafından alınan birçok “tedbir” kapsamında Askeri okul ve hastanelerin kapatılması, askeri yargı teşkilatının kaldırılması v.b. uygulamalar gerçekleştirildi. Sadece askeri yargının kaldırılması ile kalsa iyi, bütün yargı tamamen iktidar tarafından kontrol altına alındı.

Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmayarak Mahkeme işlevsizleştirildi.

Verdikleri kararların beğenilmemesi neticesinde başlarına bir iş gelmesinden korkan yargı mensupları tarafından üstünkörü yapılan muhakemeler ve sonuçlandırılan davalar neticesinde bir kısım insanlar hapse mahkûm edildi.

Basında ekonomik yolsuzluklar, kendilerinden yana olan şirketlere verilen ihaleler yer almaya başladı.

Yine İktidar mensuplarının çoluk çocuk aşırı zenginleşmesi konuları gündemden düşmemeye başladı.

Hazineden yapılan usulsüz harcamalar kapsamında başta Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin günlük giderleri, aşırı koruma ordusu, kullanılan aşırı lüks araçlar ve uçaklar, diğer kamu kurumlarındaki lüks harcamalar gündem oldu.

MEB başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarında Sivil Toplum Kuruluşu adı altında yuvalanan tarikat yapılanmaları her gün medyada yer aldı ve almaya devam ediyor.
 
Bu liste böyle uzar gider.

İşte ısrarla istenilen anayasa değişikliği ile yukarıda sıraladığım hususların doğal sonucu olarak yapılabilecek yargılamalara karşı bir tedbir alınabileceği düşünülüyor olabilir.

Eğer bir erken seçim olur da yine yerel seçim sonuçlarına benzer sonuçlar alınırsa, aynı on iki eylülcüler ya da beraat ettikleri halde tekrar yargılanıp hapse tıkılan seksen beş yaş üzeri emekli generallerin başına gelen garabetin kendi başlarına da gelebilecek olma ihtimali gecelerin uykusuz geçmesine sebep oluyor olabilir.

Hatta anayasa değişikliğinin yanında belki de bir başka tedbir olarak, bir kabine yenilemesinin olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, CHP’ye yeni kabinede yer alma teklifinde bulunulduğu dedikodularının internette, haber sitelerinde ve videolarda dolaştığını da öğrendim.

Dahası, CHP’ye teklif edilen bakanlıkların MEB, DİB, Hazine gibi kritik bakanlıklar olabileceği de söylenenler arasındaymış. Bu arada 1979 yılında kamuoyundaki Demirel-Ecevit işbirliği arzuları dile getiriliyormuş.

Bendeniz, Sn. Özgür Özel’e katılanlardanım. Önce mevcut Anayasaya uyulduğunu bir görelim. Sonra Anayasadaki 101 nci madde ile açıklanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini kaldıralım. Sonrasına sonra bakarız.
 
Bu arada bir hususu da hatırlatmak istiyorum. Bu günkü anayasadan bu kadar çekinilmesine gerek var mı? Zaten bu yola kefen giyilerek çıkılmadı mı? Gazetelerde resimlerini görmüştüm bazı gençlerinki dantelli ama olsun. O da olur.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum