ÖZGÜRLÜK KAVRAMI VE ANLAMI
Özgürlük Kavramını açıklamak için herhalde Mustafa Kemal Atatürk’ün şu cümleleri ile başlamak gerekir;
“Hürriyet, insanın, düşündüğünü ve dilediğini, mutlak olarak yapabilmesidir.
Bu tarif, hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır. İnsanlar, bu manada hürriyete, hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü, malumdur ki, insan tabiatın mahlukudur. Tabiatın kendisi dahi, mutlak hür değildir; kainatın (evrenin) kanunlarına tabidir. Bu sebeple, insan ilkönce, tabiat içinde, tabiatın kanunlarına, şartlarına, sebeplerine, amillerine bağlıdır” diyerek bir tarif yapmış, bununla yetinmemiş, Hürriyet (özgürlük) kavramını değişik yönleriyle ele almış, hürriyet çeşitleri hakkında fikirlerini söylemiştir.
Özgürlüğü kavram olarak ele aldığımızda, herkesin kağıt üzerinde özgür olduğu açıktır ama aslında gerçekten de herkesin özgür olmadığı görülmektedir. İçinde bulunduğumuz Dünyada maddiyat bir insanın özgürlüğünü belirlemektedir. Yani kişileri bir yönden maddi sebepler özgür olup olmamaya sürükler.
John StuartMill Özgürlük Kavramını şöyle betimler; Bireysellik ancak özgürlükle gerçekleşebilir. Birbirlerini tamamlayan bu iki kavram adaletin de yapı taşlarıdır.
“Özgürlük, denmeye değer biricik özgürlük, başkalarını mutluluklarından yoksun bırakmaya veya onların mutlu olma çabalarına engel olmaya kalkışmadığımız sürece, kendi iyiliğimizi kendi bildiğimiz yolda aramak özgürlüğüdür”
Platon’a göre tüm insanlar, özgür olmak isterler; ancak özgürlük, tüm insanların toplumsal düzen içinde eşit olmalarıyla hiçbir zaman sağlanamaz. Yönetici sınıfın görevi, bu noktada yaşamsal bir önem kazanır; çünkü yönetici sınıf, hangi sınıfların ne gibi hak ve özgürlükleri olduğunu kendileri belirler ve bu konuda da ideaların bilgisine göre hareket ederler.
Diğer sınıflarda bilgelik gibi bir erdem olmadığı için toplumsal adaletin onların eline bırakılması, beraberinde özgürlüğü de ortadan kaldırır. Başka deyişle özgürlük, ancak toplumsal düzen içinde olanaklıdır ve bu düzenin neye göre düzenleneceğini belirlemek, ruhunda aklın ağır bastığı sınıf olan yönetici sınıfın hakkı ve görevidir. Platon, kânunlara kayıtsız şartsız tam bir teslimiyeti de doğru bulmaz ve bu tür bir teslimiyetin, ancak filozofların kral ya da kralların filozof olacağı bir “ideal devlet’te aranması gerektiğini savunur. Mevcut durumda ise devlet yönetimi halkın elinde olduğu için “halkın doğruları” çoğu zaman felâketlerle sonuçlanır
SANATTA ÖZGÜRLÜK KAVRAMI:
Romantizm akımının öncüsü Fransız ressam Delacroix, rönesans döneminin son ustasıdır ve modern sanata geçişte öncüdür. (Her Fransızca kelimede olduğu gibi harfleri yutuyoruz ve Delacroix’i Dölekua olarak okuyoruz). Liseden sonra eğitimine başlamış, Guerinin öğrencisi olup kendini geliştirmiştir. Resim entellektüellerinin beğenmediği eserlerine, devlet sahip çıkıp sergilemeye başlayınca, o da popülist davranıp devletin ilgisini çekecek resimler yapmaya başlamıştır. Fransızların desteklediği Yunanlıları, Türk işgali altında katledilirken resmettiği iki eseri adeta tribünlere oynamaktır. Ancak teknik anlamda bu resimler onu, bu büyük başyapıta hazırlamıştır. Halka Yol Gösteren Özgürlük resmi, Kral 10. Charles’ın sonunu hazırlayan halk ayaklanmasını anlatır ve Fransız İhtilali’nin simgesidir. Resimde hırpalanmış yarı çıplak kadın özgürlüğü simgeler, bir yanında soyluları temsilen şapkalı burjuvalar, öbür yanında Sefillerdeki Gavroche den esinlenildiği düşünülen fakir çocuk vardır. Yani Fransız halkı ilk kez birlik olmuştur.
Toledo Manzarası, El Greco, (1600-1610) Renklerin kullanımı ve fırça darbeleriyle sanatçının özel bir yere taşınmasında önemli rol oynadı. San Servando Kalesi, arkasında bulunan tepeyle keskin ve karşıt renklerde resmedilmiştir. Konu edilen kale, Toledo kentinin özgürlüğünü kazanmasındaki özel yeriyle tanınır.
Halil Dikmen (1906 – 1964), İstiklal Savaşı’nda “Mermi Taşıyan Kadınlar (1933)” isimli eserde siperde savaşan askerlere mermi ve malzeme taşıyan kadınları tasvir etmiştir. Resimde dik ve geçilmez dağlar savaş sırasında yaşanılan ciddi sorunları simgelemektedir. Kadınların yalınayak yürümesi ve çocukların da malzeme taşıması savaş süresince tüm halkın askerlere destek olduğunu anlatmaktadır.
Halil Dikmen’in eseri sergilediği dönem eleştirmenler tarafından Delacroix’in Halka Yol Gösteren Özgürlük eserinden esinlendiği yönünde eleştiriler gelmiştir. Halil Dikmen’in 1927 yılında Paris’e eğitim almak için gittiği düşünülürse eseri görüp etkilenmesi olağan karşılanmaktadır. Tüm kadın figürleri iri ve heybetli resmedilmiştir. Kadınların üçü ve erkek çocuk yalınayak yürümektedir. Arkada ağaçsız, dik dağlar ve dağların arasında bir köy görüntüsü bulunmaktadır. Gökyüzü karanlık olmasına rağmen figürler sağ üst köşeden güçlü bir ışıkla aydınlanmaktadır. Figürlerin elbiselerinin kıvrımları çok keskin olup, renk tonlamaları pürüzsüzdür. Michelangelo’nun resimlerini andıran kumaş çizimlerinde Rönesans etkisi hakimdir. Resimde kadınlara hız kazandıran güç resmin merkezindeki kadınla simgeleşmiştir. Kadın elini uzatmış ileriyi işaret ediyor. Arkasındaki kadınlar adeta onun işaretinden güç almaktalar. Bu kadınlar idolleştirilerek dönemin kadınlarının savaştaki etkisi ve gücü vurgulanmıştır. Figürlerde bulunan çizgiler ile dağlardaki kıvrımlar birbirini tamamlamış, resmin yüzeyi eşit bölümlere ayrılmıştır. “Resmin Adı “Özgürlüğe Yürüyen Kadınlar” da olabilirdi.
Hüseyin Avni Lifij’in (1886 – 1927) sipariş olarak aldığı iki kompozisyonu resim sanatımızdaki özgün yerini almıştır. Bunlardan biri yaşanan savaşın acılarını aktaran Karagün, diğeri ise savaşın bitimindeki kazanılan zaferi, yaşanılan gururu yansıtan Akgün’dür. Karagün, 15 Mayıs 1919 tarihinden sonra Anadolu’nun emperyalist güçler tarafından işgalini anlatır. Akgün ise tıpkı ölümden dirilişe, batıştan çıkışa, yok oluştan varoluşa dönüşüm anlamı taşıyan vatanımızın emperyalist saldırılardan arındırması ve işgalci orduları denize döktüğü 9 Eylül 1922 gününü simgeler. Eserleri “Esaretten Özgürlüğe” olarak tanımlamak yanlış olmaz sanırım.
Hüseyin Avni Lifij’in Karagün adlı tablosu, alegorik bir yorumla tarihi bir konuyu ele alınır. Kompozisyonda Kurtuluş Savaşı sırasında düşmanın yakıp yıktığı bir köy kalıntısı içinde, ön planda giysileri parçalanmış ve tecavüz edilmiş izlenimi veren yarı çıplak ve öldürülmüş bir kadın bedeni, kilim üzerinde resmedilmiştir. Kadın figürünün başucunda, Anadolu’nun yerel sanat anlayışıyla üretilmiş ve işlenmiş bir beşik üzerinde, anneye doğru sırt aşağı uzanmış ölü çocuk figürü yer almıştır. Çocuğun ölü bedeninin üzerinde bulunduğu beşiğin ayağına, sivri ve keskin gagalı, kanatlarını heybetle iki yana doğru açmış, kuyruğu beşik üzerinden arkaya doğru uzanan bir kartal yerleştirilmiştir.
Osman Hamdi Bey (1842 – 1910) ,Osmanlı arkeolog, müzeci, ressam ve Kadıköy'ün ilk belediye başkanı.
Mihrap (Tekvin veya Yaradılış), Osman Hamdi Bey'in 1901 yılında yaptığı tartışma yaratmış tablo. Son olarak Demirbank’ın arşivlerinde kayıtlı görünen tablo, kayıptır.
Osman Hamdi'nin eserleri hakkında araştırma yapan sanat tarihçisi Mustafa Cezar, Hamdi Bey'in esere ne ad taktığı o sırada tespit edilmemiş olduğundan tabloya Mihrap ismini vermiştir.
Tablonun ilk kez 1901'de Berlin'de, ardından 1903'te Londra'da Kraliyet Akademisi'nin yaz sergisinde sergilendiği ve her iki sergi kataloğunda da adı La Genèse (Tekvin ya da Yaradılış) olarak yer aldığı sonradan tespit edilmiştir.
Mihrap, yapılışından itibaren çok sayıda eleştiri ve saldırının hedefi olmuştur. Osman Hamdi Bey’in tüm resim kariyerinde en çok bu tablosunda toplumsal ahlak ve din açısından ‘dokunulmaz’ alanlara temas etmiştir.
Sanatçıların neler yaşadıklarını da bu arada görmüş olduk, bir eseri çıkarsalar bile bir takım sonuçlar oluyor maalesef, ama sanatta özgürlük kavramını birazda olsun gördük, kişilerin kendi düşüncelerini tuvale yansıtmaları bile bir özgürlüktür. Kimse sanatın özgürlüğüne karışamaz.
FACEBOOK YORUMLAR