Prof.Dr. Nurhan TEKEREK

Prof.Dr. Nurhan TEKEREK

[email protected]

TİYATRODA BİLİM ve SANAT'ın BULUŞMASI

04 Ocak 2023 - 22:37 - Güncelleme: 05 Ocak 2023 - 11:24

Bilim ve Sanat kuşkusuz temel öğesi “insan” olan, yöntemleri  birbirinden farklıymış gibi görünse de, eytişimsel olarak karşılıklı olarak birbirini doğrudan etkileyen iki insana dair alan. Hoş (Apsis- Genel Olan)  ve Yüce Olan’ın (Koordinat- Derin Olan) kesişme noktası “Güzel” in yansıması denilebilecek sanat yapıtı ile insanın yaşamını kolaylaştırmak ve dolayısıyla “varolma bilincine” erişme mutluluğunu yakalamak adına ürettiği objeler arasındaki insani ilişki her iki alanın da buluşma noktalarından en önemlisi.

Ayrıca bilim ve sanatın evrimsel gelişimine bakıldığında, her ikisinin de birbirine paralel doğrularda geliştiği rahatlıkla söylenebilir. Tiyatronun kaynağı olan ritüel ve mitlerin kesiştiği dönemlerden çok daha eskilere gidildiğinde insan denen homosapiens ve Huizinga’nın deyişiyle Homoludens’in el-beyin-dil diyalektiği içinde, eylemden düşünceye, somuttan soyuta, pratikten teoriye, meraktan kavrayışa doğru yolculuğunun sonucunda Promethues’un zincire vurulduğu ve Zeus’a rağmen bu zorlu yolculuğu cesurca ve kararlıca kabul ettiği söylenebilir.

İnsanı insan yapan ve gelişimi sağlayan “irade gücü” ve “merak duygusu” her iki alanı da besleyen en önemli alt metin aynı zamanda. Dolayısıyla tiyatro sanatı ile bilimi buluşturan bu alt metin günümüze dek evrilerek yaşamı ve insanı sorgulayan, geliştiren, organize eden ve diğer insanlarla buluşmasını sağlayan iki temel olgu olmuştur.

Bu perspektiften hareketle yine doğrusal olarak ifade edersek yatay (bilim ve teknoloji) ve dikey (sanat) ın buluştuğu ya da kesiştiği noktada insanın irade gücü ve merakıyla eylemine, yani özetle yaşamına sahip çıktığı, kendini kendi irade ve bilinciyle var ettiği ve yaşamı insana yakışır biçimde düzenlemeye çabaladığı nokta gelir ki, bu noktaya ulaşmak için ne bilim sanattan, ne de sanattan ayrılabilir. 

Bilim yapmanın temel önkoşulu nasıl deneyin yapılabileceği ve sonuçlarının ifade edilebileceği özgür ve objektif bir ortamsa, sanat yapıtı üretebilmenin olmazsa olmaz koşulu da özgür ve objektif bir ortamdır. Sanatçı yapıtını objektif koşullar içinde yaşayarak, yaşadıklarını yaratıcılık ve dünya görüşü süzgecinden geçirerek ortaya koyar ya da koymalıdır.

Dolayısıyla sanatı ve bilimi birbirinden ayırmak apsis ve koordinatı başka zeminlerde bambaşka ilişkilerde göstererek yeni bir kandırmaca yolu bulmak gibi bir şeydir.
Bu bapta tiyatro sanatı ve tiyatro sanatıyla uğraşan bilim ve sanat insanlarını da birbirinden ayırmak, sanki iki farklı alanın, iki farklı gezegenin insanları gibi göstermek, birbirinin içinde olan bu iki alan arasında aşılmaz duvarlar varmış gibi göstermek bu iki alan arasına nifak sokmak, teoriyi pratikten, pratiği teoriden ayırmaktır. Böyle bir yöneliş  pratik ve teorik,
 

somut ile soyut, eylem ve söz arasında karşılıklı ve doğrudan ilişkiyi görememektir. Kaldı ki teorik sonuçlara ulaşmanın en temel yolu pratikten ya da uygulamadan edinilen birikimlerin teorize edilmesinden geçer. Bilim insanı da, sanat insanı da mutlaka bu yolculuğu yapar ya da yapmalıdır. Eğer yapmıyorsa ne bilimin, ne sanatın ve elbette ne de insanın özünü kavrayabilmiştir. Bu noktada “İnsanın özünü neden kavramamız gerekiyor ki?” gibi bir soru akla gelebilir. İnsanın özünü kavrayamazsak her iki alanın da temel öğesi olan insana nasıl ulaşacağız? Kuşkusuz öncelikle kendi varlığımıza dair soruları ve sorgulamaları yaparak bir yandan. Yani kendimizi, varlık nedenimizi, var olma bilincimizi, insan olarak kendimize ve çevremize ne ifade ettiğimizi sorgularken, bütün bu sorgulamaları yapması gereken insanlara hangi cesaretle ulaşabileceğiz?
 

Toplumsal Cesaret (İnsanın İnsanla  ilişkisi), Moral Cesaret (İnsan Duyarlılığı) ve Fiziksel Cesaret (Bedenin Düşünce Bağlamında Duyarlılığı)in kesişme noktası olan yaratıcı cesaretimizi nasıl ateşleyebileceğiz ki, sunum yaptığımız diğer insanlarda da bu cesareti ateşleyebilelim?

Dolayısıyla hayata ve insana dair derdimiz varsa ve bu derdimizi sanatla, hele temel öğesi olan, yaşayan tek sanat dalı olan tiyatro sanatıyla ifade ediyorsak, sürekli aklımızda tutmamız gereken alt metin bilim ve sanatın birbirinden ayrılamayacağı ve her tiyatro sanatçısının da, bir bilim insanı titizliğiyle topluma, insana ve onu var eden yaşama yaklaşması gereğidir. Bu nedenle tiyatro bilimcileri ve tiyatro sanatçıları arasında öz itibariyle fark yoktur.

Çünkü pratik alan esas olandır ve ancak pratik edilerek teoriye ulaşılabilir. Yani bilim fildişi kulelerde oturanların harcı değil, tam da pratiğin ortasında yaşayanların uğraşısı olmalıdır. Tıpkı sanat ve sanatçı gibi. Bu nedenle her iki alanda, ayrı ayrı çalışanların, ya da her iki alanda da çalışanların topluca birbirlerine ihtiyaçları vardır. Yeter ki birbirimizle iletişim kuralım, yeter ki birbirimizi yok var saymayalım, birbirimizi anlamaya çalışalım.

Çünkü her iki alanda da sorunlar bir çığ gibi büyümüş ve neredeyse insanları altına alıp yok edecek aşamaya gelmiştir. Bu sorunları çözebilme yolunda adım atmanın ön koşulu, sanatçı duyarlılığı ve bilim insanı titizliğiyle açık, net, tutarlı ve kararlı önce iletişim kurmaktan, sonra da birlikte tespitten ve sorunların üstüne gitmekten geçmektedir. Diyorum ve de olabileceği konusunda kuşkularım olduğunu söylüyorum.
Ne yazık ki..

Prof.Dr. Nurhan TEKEREK
İstanbul Topkapı Üniversitesi,
GSTMF- Tiyatro Bl. Öğretim Üyesi 

.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum