Bilimin insanlığın ortak mirası, sanatın ise ortak lisanı olduğu, bilim insanlarının “Bilim İnsanı” kimliği ile vatanı, bayrağı, milliyeti, ırkı, cinsiyeti, dini, mezhebi ve meşrebi olmaması gerektiği hakikatinden hareketle, hayata katkı sağlayan ilmi çalışmaları takdir ve tebrik etmek, erdem sahibi kişilerin vasfıdır. Nitekim “Marifet iltifata tabidir. Müşterisiz mal zayidir!” ve “Bilim ve Sanat takdir edilmediği yerden göç eder!” boşuna söylenmemiştir.
Biz de bu çerçevede, mangalda kül bırakmayan, işi gücü reklam peşinde koşmak olan, uluslararası ilmi platformda adları sanları duyulmayan, varlık gösteremeyen, unvanlarını nereden ve nasıl aldıkları şaibeli durumdaki ve hatta belli olmayan sözde hocaları (!) ve ticaretten başka bir gayesi olmayan, sadece hiçbir işe yaramayan sözüm ona diplomalar (!) dağıtan ve evrensel işsizliği körükleyen, adı her ne olursa olsun bazı organizasyonları, kuruluşları ve bu alandaki yetkili ve sorumlu pozisyonda olanları, ömrünü bu uğurda adamış bir insan olarak bir kez daha uyarmayı bir görev addederek bu makaleyi kaleme alıyorum.
Yıllardan beri “İnsan olmak, kâinata ve mahlûkata karşı mesuliyetini hissetmektir. Bilim, hayat vermek içindir. Yok etmek için değil...” prensibinin bilincindeki Alfred Nobel’in bir anlamda bilimsel icadının kötü kullanımına kefaret olarak günah çıkarmak için tevdi edilmesi amacıyla, şahsi vasiyeti üzere belli alanlarda adına verilmekte olan ödüller bu yıl da sahiplerini buldu.
Nobel 2019 Fizyoloji ve Tıp Ödülü, bilime yaptıkları katkıları sebebi ile üç bilim insanına verilmiştir. William Kaelin (ABD), Sir Peter J. Ratcliffe (İngiltere) ve Gregg Semenza (ABD)...
Bu Amerikalı ve İngiliz bilim insanlarının çalışmaları anemi, kanser ve diğer birçok hastalıklarla mücadelede yeni stratejiler ve yeni kapılar açmıştır. Nitekim yaptıkları araştırmalarla hücrelerin oksijeni nasıl algıladığını ve nasıl bir mekanizma ile işlerlik kazandığını, genler düzeyinde keşif ederek izah etmiş oldular.
Hücrelerin hayatiyetini sürdürebilmeleri ve faaliyetlerini ifa edebilmeleri için oksijene çok ihtiyaç vardır. Oksijen, besinlerin enerjiye dönüştürülmesi sağlayan ve dolayısı ile de performans için olmazsa olmaz, hayati bir gereksinimdir. Kanserlerde de belli bir gelişim seviyesinden sonra, tümör çevresinde neovaskülarizasyon (Yeni damar ağlarının meydana gelmesi) meydana gelmekte ve dolayısı ile kan akımı artarak gerekli oksijen sağlanmakta ve tümör daha da büyüyebilmektedir. Bu hakikat, bilim camiasında gayet iyi bilinmektedir.
Yüksek rakımlarda yaşayanlarda eritrosit sayılarının daha fazla olması, eritropoetinin artması sonucu meydana gelmekte ve dolayısı ile de taşınan oksijen miktarının artmasına sebep olur. Bu da hâliyle enerjinin daha fazla olması anlamına gelir. Bu sebeple futbolcular önemli müsabakalar öncesi performans artırmak için bazen 1.500 m üstü rakımlarda antrenman yaparlar. Bu herkes tarafından bilinmektedir.
Hücrelerde oksijen azalmasına hassas 300’den fazla ERİTROPOETİN RESEPTÖR GENİ (EPO GENİ) ve oksijen miktarının daha az olduğu yüksek rakımlarda yaşayanlarda da normalden daha fazla sayıda eritrosit (kırmızı kan hücresi) olduğunu biliyorduk. Ancak, bunların sebeplerini ve EPO geninin nasıl bir mekanizma ile oksijen ihtiyacını algıladığını ve eritropoetin salgılatarak bu eksikliği giderdiğini bilmiyorduk.
Epo geninde mutasyon olanlarda eritrositlerin sayısı daha fazla olur ve hâliyle performansları da artar. Bu gende ortaya çıkan mutasyon, eritrosit oksijen taşıma kapasitesini diğer insanlara oranla yüzde 25-30 oranında artırmaktadır.
Finlandiyalı sporcu Mäntyranta, 1964 İnnsbruck Kış Olimpiyatları’nda çok yüksek bir performans göstererek iki altın madalya kazanması, şayialara ve doping ilaçları kullandığı isnadına ve iftirasına sebep olmuştu. Lakin yapılan bütün doping testlerinden temiz çıkmıştı. Sanki dışarıdan eritropoetin verilmiş gibi, eritrosit sayısında ve dolayısı ile oksijen taşınmasında artış söz konusu idi. Ancak, bunu teyit edecek hiçbir delil bulunmamıştı. Yıllar sonra bu durum, kendisindeki eritropoetin reseptör almacı geninde bir mutasyonun tespit edilmesi ile izah edilmişti.
İşte bütün bu mekanizmaların bilimsel izahı yapılamıyordu. Nasıl oluyordu da Epo genleri bu dengeyi idare edebiliyordu! Bu problemin çözülebilmesi için bugünlere kadar beklememiz gerekiyordu!
William Kaelin, Sir Peter J. Ratcliffe ve Gregg Semenza, eş zamanlı olarak yaptıkları araştırmalarla, genler düzeyinde hücrelerdeki bu oksijen miktarındaki azalmanın nasıl algılanabildiğini, düzenlenebildiğini ve organize edilebildiğini izah ettiler. Böylece 2019 Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü’nü almaya layık görüldüler.
Bize de tebrik ve takdir düşer.
Darısı, 1.000 yıldan beri bilimsel alanda önemli bir varlık gösteremeyen insanlarımıza…
Güftesi bana, bestesi Dr. Yılmaz Karakoyunlu’ya ait Ferahfeza makamında repertuara giren bir rubaimizle (http://kucukcekmecemusiki.com/?Lang=TR&Syf=25&video=123674) Nobel arzumuzu, hararetimizi ve hasretimizi bir kez daha tekrar edelim. Hicran mı? Delirtmeyin insanı!
GÖNÜL!
Sen ki ferman dinlemezsin, cânıma cânan gönül!
Sabrı bilmez hep coşarsın, olmadın pişmân gönül!
Hiç mi yorgun düşmedin sen mevsim artık sonbahar,
Anlamak mümkün değil hiç, her şeyin pinhân gönül!
FACEBOOK YORUMLAR