CENNETİN DOĞUSU

İyilik mi kazanır bu yaşamda, yoksa kötülük mü galip gelir ne olursa olsun? Sizce hangisi? Veya şöyle mi sormak daha doğru, bir insan salt iyi ya da kötü müdür?  İşte tüm bunlarla, pek çoğumuzca belki de cevapları muamma olan bu sorularla “Cennetin Doğusu”nda karşılaşıyoruz. Cevapları da saklı kitabın alt metinlerinde.
Amerikan İç Savaşı’ndan Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar uzanan bu hikaye John Steinbeck’ın en önemli eserlerinden kabul edilmekte. Mekan olarak kendi yaşadığı Kuzey Kaliforniya’daki Salinas Vadisi’ni seçen yazar, bu vadide kaderleri kesişen Hamilton ve Trask ailelerinin nesiller boyu izlerini sürerek hem Amerikan tarihinden kesitler sunuyor, hem de iyilikle kötülüğün, güçle zayıflığın, aşkla nefretin, güzellikle çirkinliğin karşılaşmasını anlatıyor bizlere.


Cennetin Doğusu, özellikle insanın kendi içerisindeki iyiyle kötünün çatışması, yüzyıllardır, insanoğlu var olduğundan beri süregelen bu kısır döngüyü sunması, göstermesi açısından çok önemli bir eser. En başta da sorduğum gibi tekrarlamak gerekirse insan salt iyi midir kötü müdür? Bilinçli olarak mı kötü olur, öyle mi dünyaya gelir? Yoksa sonradan içindeki bazı dürtülere uyarak belki de farkında olmadan mı çirkin, kötü, hatta ve hatta deyim yerindeyse iğrenç hale gelir? İşte tüm bunların cevabı belki karakterimiz Adam’da, belki karısı Kate’de, belki oğlu Cal’da, belki Çinli bilge yardımcı Lee’de, Sam Hamilton’da saklı… Bu güzel, daha doğrusu alt metni çok anlamlı hikayede hepimize göre, tüm okurlara göre değişse de bu sorunun, soruların cevapları kesin olan bir şey var ki, bana göre, bir insan, bir kişi asla yalnızca iyi ya da kötü değildir, olamaz da… Yasak meyve elma yendiği, insanoğlunun dünyaya geldiği bugüne değin bilinçli olsun ya da olmasın hiç kimse sadece iyilik ya da kötülükle var olmamıştır. Tıpkı iyiliğin içinde kötülük, kötülüğün içinde de kırıntı kadar da olsa iyilik olması gibi…
Realizm akımının en güzel örneklerinden olan “Cennetin Doğusu”nu herkese tavsiye ederim. Hem de itinayla…