Merve ALTIN ÇAPAN

Merve ALTIN ÇAPAN

[email protected]

BİR ÇİFT KARAGÖZ (ÖYKÜ)

27 Ocak 2020 - 23:16

Gözlerini kapattı ancak yıldızlar göz kapaklarından yolunu bulup geçiyor gibiydi. Köyün sokaklarından pis bir hayvan dışkısı kokusu her yanı sarmıştı. Miğdesi Bulandı. Yatmayı düşündü ancak hava uyuyamayacağı hatta nefes alamayacağı kadar sıcaktı. Terin göğsünden aşağı süzüldüğünü hissetti. Başını ellerinin arasına gömdü bu köyde bu insanlarla ne yapacaktı. Uzaktan davul sesleri g eliyordu bu davullar benim için hiç çalmayacak,  benim düğünüm hiç olmayacak diye düşündü. Başını yavaşça kaldırdı, yaşamına ilişkin inanılmaz derecede temiz ve doğal bir karar almıştı. Bu kararı tüm varlığıyla buluşmuştu. Yalnız Züleyha onu anlıyordu, kardeşiydi, canıydı onu olduğu gibi kabul eden ve seven yegane kişiydi. Tek bildiği içinden geldiği gibi yaşayabilmesi için bu köyden ayrılması gerektiğiydi. İçindeki yalvaran duyguları yaşayabileceği bir yere ardına bakmadan gitmeliydi. Züleyha" Nazım Amcamları ara onlara git onlar çok iyi insanlardır. İsmail bir süre sesiz kaldı, aralarında dile getirilmeyen bir sevgi vardı. Kardeş olmanın ötesinde, Züleyha onun eşcinsel olmasını, bir zamanlar Sedat'ı sevmesini anlıyordu. İsmail bunun sebebini bilmiyordu, bildiği tek şey Züleyha'nın hep orda olduğu ve bakışlarında ki sıcaklığı hissedecek kadar yakın durduğuydu. Züleyha başını kaldırıp ona baktığında kardeşini sesizce dalmış buldu. İsmail’in gözlerinde kararlılığı ve inancı gördü."İstanbul’a gidiyorum ben dedi heyecanla". Artık çıkıp gitmeliyim bu köyden, ben bu köydeki bütün sevap hakkımı doldurdum diye düşündü artık ailemle aramda süre gelen kandırmayı, sahtekarlığı bitirmeliyim. Abisi Kemal onun her an canını yakmaya hazırdı. Bana karşı içgüdüsel bir şiddet ve acımasızlık dolu diye düşündü İsmail. Gitmeliyim sadece özgür olabilmek için, hiç kimsenin duygularımdan ve hissettiklerimden dolayı beni yargılayamayacağı nefes alabileceğim bir yerlere gitmeliyim. İsmail, Nazım Amca'ya bakıyordu. Yavaş yavaş istemeden kendisini o yeşil gözlerin tılsımına daha fazla kaptırıyordu. Nazım Amcanın bu denli güzel bir kalbi olması onun için çok anlam taşıyordu. İstanbul’daydı artık. Nazım Amca "Ben Fikret'i tanıyorum yıllar önce beraber çalıştık iyi dostumdur. Beni kırmaz, yarın görüşmeye git mutlaka seni işe alacaktır" İş yeri kesinlikle antikaydı hatta tarih öncesinden kalma ama hoş ve sıcak bir ortamdı. Burada kumaş boyayarak zaman geçirmek beni mutlu edecek diye düşündü. Artık huzur ve yeni bir yaşam onunlaydı. Lahmacunundan kocaman bir ısırık alıp, uzun süredir hiçbirşey yememiş adamın şiddetiyle çiğnedi, çenesindeki yağ damlasını elinin tersiyle sildi. Kafasını kaldırdığında, bir çift kara gözün ona gülümseyerek baktığını gördü. Afiyet olsun çok acıkmış olmalısın, yan taraftaki imalathanede çalışıyorum adım Murat yeni gelmişsin hoş geldin. Nazım Amca benim çok saygı duyduğum bir büyüğümdür. Senden bahsetti. İsmail’in şaşkın bakışları Murat’ın kara gözlerine kitlendi. Okuduğu kitaplarda, seyrettiği filmlerde, her sabah uyandığında Murat’ın gözleri vardı artık. Bu ölümcül bir sır olmayacaktı, paylaşacaktı Murat’la. Murat onu sevecekti. Telefon elinden düştü, birkaç saniye geçti, belki on yada onbeş ve sonra kafasını yavaşça geri itti. Kalbi durmuştu sanki pencereden içeri süzülen günün son ışıkları bedenini bir bıçak gibi kesiyordu. Züleyha aramıştı ağlayarak, çığlık çığlığa ”Kemal abim İstanbul’a seni bulmaya geliyor, kaç çok uzaklara kaç yalvarırım ortadan yok ol” diyordu. Birden terinin nefesiyle kavrulduğunu hissetti. Nefes alamıyordu. Akşam iyiden iyiye alacakaranlığa bürünmüştü. Havada ona nefes aldırmayan bir huzursuzluk vardı. Kaçmam kaçamam diye düşündü. Bir hayatı vardı artık işi, düzeni, sonra Murat vardı . Neden? Niçin? kaçacaktı. Tüm köprüleri yıkmıştı artık geri dönüş, kaçmak yoktu. Tek kurtuluş yolu vardı. Canını dişine takarak abisine kendini anlatmak ve kanıtlamak. Koridorun yarısında her ikisi de adımlarını yavaşlattı ve durdular. İsmail abisini görünce sarılıp ağlamak istedi ama yapamadı, güçlü durmalıydı. Abisinin karşısında öylece dikildi. Saat oniki onbeşti ve koridorun en dibinde bitimsiz bir karanlık vardı. İsmail hafifçe dengesini kaybetti. Abi bak anla beni, biliyorum hiç normal bir durum değil, ama benim ruhum bu engel olamıyorum. Çok engel olmak istedim olmaz dedim farklı davranmaya olduğum şeyi gizlemeye çalıştım. Yapamadım. Yapamam artık, rimelli kirpiklerinden yaşlar süzülüyordu.” Allah belanı versin, bütün köye, bütün dünyaya rezil ettin bizi. Köyde kahveye giremiyorum. Kemal’in kardeşi karı oldu diyorlar şu haline bak suratın boya içinde, renkli pantolonlar ben seni nasıl hazmedeyim, namusumuzu kirlettin gururumuzu onurumuzu yerle bir ettin.”

“Abi abi bana bak bi dinle derken, İsmail’in gözü silahın parıltısına takıldı. Vuracak mısın beni ? Ben senin kardeşinim yapma bize bunu”

“Sen bu dünyadayken bize, ailemize huzur yok geber”

Silah İsmail’in şakağındaydı.

“Vur abi vur beni tüm köyün, tüm dünyanın namusu temizlensin. Şaşkınlık içinde bakıyordu Murat, İsmail deli gibi haykırıyordu. Temizle namusunu hadi bekleme diye bağırıyordu. Gülerek öldür beni, göğsünü gere gere öldür. Koridorun sonsuz karanlığında ruhu ilk kez bu denli isyandaydı, Yıllardır aşağılanmak, umutsuzca kendini anlatma çabaları, insanların anlamadan, dinlemeden sürekli yargılaması. Ani bir güdü yok olma güdüsü  tüm bedenini sarıp sarmalamıştı ve sonsuzlukta yankılanan sessizliği  yırtan silahın sesi ve yere yığılan masum bir beden. İsmail artık hiç olmadığı kadar özgür ve mutluydu.   

                                         Merve Çapan                                                                                                        

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum