Öğretmenliğin ne kadar kutsal olduğunu bizzat içinde bulunarak daha iyi anladım. 27 yıl önce 2.12.1992 yılında, Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından, Kayışdağ Cemile Besler İlkokulu’na Vekil Öğretmen olarak atandım. 4D sınıfı öğretmeni Zeliha Torun’nun raporlu olması nedeniyle yerine ben görevlendirildim ve öğleden sonraları derse giren öğretmendim artık.
Okul müdürü Cemal Oral’ın derslerin işlenmesi konusunda bilgilendirmesiyle başladım göreve. Sınıfta 25 öğrenci var kız ve erkek öğrenciler nerede ise yarı yarıya. İlk dersten itibaren, “Günlük Plan” da sırasıyla Hayat Bilgisi, Türkçe, Türkçe, Matematik ve Okuma!..Haftada bir gün Resim-İş, Beden Eğitimi ve Müzik dersi dönüşümlü olarak işleniyor.
Dersler 40 dakika, ardından zil ve teneffüs…Öğrenciler, bahçeye çıkarak koşup oynuyorlar, çok güzel.. Ve.. zil. Hadi derse.. Dersler aynı ama tabi her gün farklı konular anlatılıyor.
Fakat bu arada öğrencileri tek tek tanımam gerektiğini düşündüm. Karakterlerini, yapılarını öğrenmem gerektiğine inanarak, teneffüslerde ben de bahçeye çıkıp uzaktan izleyip davranışlarını kontrol etmeye başladım.
Zil çaldığında öğretmenler “odalarına” giderken, ben bahçedeyim..Hep öyle oldu, bazen öğretmenler odasına gider bir çay içerdim.
Zamanla çocukları tanıdım, hangisi dikkatli, hangisi kendisini derse veriyor gibi yapısal araştırmam fayda sağladı diyebilirim.
Sonuç olarak baktığım da genellikle hepsinin zeki ve gerçekten öğrenmeye açık olduklarını belirledim..Ama her öğrencide olduğu gibi tembellik ne de olsa biraz var tabi.
Onu da yerine göre dersleri eğlenceli olarak anlatımlarla, örneklerle sevdirerek yok ettiğime inanıyorum.
Ancak sınıfta tek sorun tahtaya konularla ilgili yazılar yazdığım sırada konuşmalar ve gürültüler oluşuyor, aniden geri döndüğümde ise “tık” yok malum bilinen olaylar..
Bir.. iki.. derken bir gün dersi kesip sordum, “kim gürültü ediyor” diye..Hepsi sus..pus.. cevap yok.. Ama anladım ki bir kışkırtan, bir elebaşı var..ama kim?..o gün öylece oluruna bıraktım.. Ama ne zaman tahtaya dönsem adeta ortalık karışıyor..Her gün aynı durum…Artık son verilmesi gerekir, mutlaka çözmem lazım.. Ertesi gün okula, bu sorunu ortadan kaldırma kararlılığı ile geldim.
Yoklama yapıp derse geçtim ve tahtaya yazı yazarken yine sesler gelmeye başladı.. Artık failin bulunma zamanı ya.. 40 dakika geçip zil çalınca bahçeye çıkmadan üç öğrencinin sınıfta kalmasını, diğerlerinin çıkmasını söyledim..
Kalan üç öğrenciyi biraz tatlı tatlı sorgulayınca failin Murat olduğunu teyid ve tesbit etmiş oldum..Kendileri de bundan rahatsız olduklarından ve derslere adapte olamadıklarından yakındılar.
Fakat Murat inanılmaz bir öğrenci.. nasıl cin gibi, zeki bir çocuk.. Ama öğretmenin arkasından tiyatro çevirdiği, arkadaşlarını nasıl kışkırttığı da ortaya çıktı.
Diğer teneffüste bu sefer Murat’ı sınıfta bekleterek sordum, “evladım, neden derslerinle ilgilenmeyip yaramazlık yapıyorsun?” dediğimde, “öğretmenim ben bir şey yapmıyorum ki, arkadaşımdan silgi kalem alıp veriyorum” gibi klasik cevap aldım. Murat’ta ufak tefek asilik, söz dinlememe, umursamama gibi huylar da var zaten..
Son dersin zili çalınca Murat’a ertesi gün velisini okula getirmesini söyledim..
O gün bir teneffüs sırasında Murat’ın velisi gelmişti, gelen annesiydi..Murat’ın durumunu anlattım, birlikte çözüm bulmamız gerektiğini söyledim.. Ama, anne çok dertli Murat’tan.. Ne yazık ki babasının olmadığını öğrenince içim “cız” etti.. “baş edemiyorum” dedi annesi.. Evde de çok hırçın, tepkili, sinirli bir çocukmuş Murat.. kaldım öylece, boğazım düğümlendi, “Peki” dedim sadece..
Sonra, “Murat’ı bu yoldan döndürmem lazım ama nasıl?” diye uzun uzun düşündüm..Sonunda bir formül buldum sanki ama, yine de etkili olup olmayacağı konusunda emin değildim, fakat denemeye karar verdim..
Zira, Murat’a bir sorumluluk yüklemeliydim, o da “Sınıf Başkanlığı..”
Okula gelir gelmez, sınıfa girip öğrencilere seslendim, “çocuklar bundan sonra sınıf başkanınız Murat’tır, benim yardımcım.. O nedenle artık sınıfta düzeni sağlayacak haberiniz olsun..”
Murat çok şaşırdı, hiç beklemiyordu, yüzü kızardı ama görülmeye değer bir gurur ve mutluluk belirdi yüz hatlarında..
“Peki öğretmenim” diyebildi Murat.. “Bundan sonra sınıf başkanı olarak yüzümü kara çıkartma olur mu?” diye sorunca sert bir cümle çıktı ağzından, “Tabi öğretmenim!..”
İşte o günden itibaren sınıfta çıt çıkmamaya başladı, Murat arkadaşlarını kontrol ederek özellikle derste gürültü yapanları uyarıp sıkıntıların yaşanmaması için inanılmaz bir çaba göstermeye başlamıştı. Kendisi dersleri dikkatle takip ederken sorduğum sorulara gayet güzel cevaplar vermeye başladı. Örnek bir öğrenci duruşu sergilerken, arkadaşları da gayet güzel derslere hakim olmaya başladı.
Üstüne üstlük Murat, beni şaşkına çevirdiği bir uygulama da başlatmıştı, inanamadım.. Bir sabah ilk ders zili çaldığında, sınıfa girerken Murat bir anda, “dikkat” diye sınıfa seslendi, öğrenciler esas duruşta bekliyordu. Şaşkınlığımı belli etmedim ve içeri girip “günaydın” dedim, hepsi bir ağızdan, “günaydın öğretmenim” diye bağırarak beni ne kadar mutlu ettiklerini anlatamam. Müthiş bir duygu, müthiş bir şölen adeta…
Ve Murat; oto kontrol ile kendisini disipline etmiş, hem arkadaşlarına bunu öğretmiş ve hem de derslerinde başarı göstermeye başlamıştı.
Ve ben de büyük haz almıştım bütün bu olan bitenden…Sevinmiştim Murat’ın kendisine güvenmesine ve böylece hayata olumlu bakmasına..
İşte; asla unutamayacağım ve yaklaşık 4 ay süren vekil öğretmenlik görevim sırasında çorbada tuzum olmuşsa ne mutlu bana..
Yaşadıklarım bana, “insan yetiştirmenin dünyanın en zor mesleği” olduğunu, öğretmenlerin ne kadar büyük ve muhteşem bir görev yaptıklarını gösterdi.
Her zaman saygı duymak zorunda olduğumuz değerli öğretmenlerimizin bir kez daha “Öğretmenler Günü”nü kutlar; daima sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
FACEBOOK YORUMLAR