Gazetecilerin yönettiği üç büyük mesleki kuruluş vardır;
TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ(TGC):
Yaklaşık sekiz bin üyesiyle ülkemizin en büyük meslek kuruluşudur diğeri;
TÜRKİYE GAZETECİLER SENDİKASI(TGS):
İsmi üstünde maddi ve manevi gazetecilerin basın emekçilerinin, medya patronlarına karşı tüm özlük haklarını yasal olarak korumayı amaçlayan bir kuruluştur,
BASIN KONSEYİ:
Medyanın özellikle tarafsızlığını yakından izleyip, gazetecilerin bireysel ya da kurumsal olarak vatandaşlara karşı gösterilen tutum ve davranışlarını inceler. Yanısıra KONSEY; gazetecilere yapılan haksızlıklara karşı tepkilerini ortaya koyar, kısacası “Basın Ahlakı”nın getirdiği Meslek İlkeleri’ni korumayı hedefler. Yani bir biçimde Atatürk’ün unutulmaz;
“Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir”
sözünü kendisine prensip ederek bu doğrultuda çalışmalar yapar.
Günümüzde basın ve medyanın nasıl kabuk değiştirdiğini, tarafsızlıktan nasıl saptırıldığını ve neden havuz medyası olarak anıldığını bilmeyen yoktur. Buradan yola çıktığımızda; TGC, TGS ve BASIN KONSEYİ, gazetecilere yapılan baskıları, gazetecilerin, yazarların sadece “düşüncelerini yazıya döktükleri” ve sadece bu nedenle suç işledikleri iddiasıyla tutuklanmalarına karşı gösterdikleri tepkileri, yaptıkları açıklamalarla dile getirip şiddetle kınamaktadırlar.
Her üç mesleki kuruluş gerekeni fazlasıyla yapsalar da şu soruya cevap bulmak mümkün değildir, “Mesajlar gereken yerlere yeteri kadar ulaşıyor mu?” ya da, “Mesajları alanların düşünceleri nedir?”
Bence uzun boylu kafa yorulmamalı zira, basının doğruluk ve tarafsızlık ilkesi artık ortadan kaldırılmış ve yok edilmiştir. Artık gerçek gazetecilerin üretmediği haberler, birileri tarafından istenildiği gibi hazırlanarak “havuz”a atılıp “yandaş medya”da yayınlanmaktadır. Bunun böyle olduğunun en güzel kanıtı, her sabah 15 gazeteyi yanyana dizip birinci sayfalara göz atıldığında sürmanşetler, manşetler ne yazık ki hepsinde aynıdır. Keza, TV’lerin ekranlarındaki alt yazılar da birbirlerinden hiç farklı değil.
Bir zamanlar; “Yasama(TBMM)”, “Yürütme(Hükümet)”,“Yargı” ve ardından “Dördüncü Kuvvet” olarak “Basın” gelirdi. Ve bu sıralama devletin yapısını oluşturur, “Kuvvetler Ayrılığı” tam anlamıyla dengeli bir işleyiş gösterirdi.
Yaklaşık 17-18 yıldır maalesef basının; “şirazesi kaymış”, ne tarafsızlık ne de doğruluk ilkesi kalmış, sonuçta gazetecilik mesleği dumura uğramış vaziyette, hani bir deyim vardır “adı var kendi yok” diye işte tam da öyle…
“Efendim, basın nasıl bir kuvvet olur?”, “Devletin üzerinde, nasıl bir güç olur da yönetmeye kalkar” gibi ipe sapa gelmeyen içi boş iddialarla, çökertme operasyonu yapılarak bugünkü vaziyetine ulaşıldı. Basın organları, iş adamlarınca yani holdingler tarafından satın alınarak taraflı hale getirildi.
Çalışanlar da o doğrultuda yanlı haberler üretmeye, yazarlar taraflı olmayı ön plana çıkartan yazılar kaleme almaya başladı. Zaten iktidara yakınlığın zorunlu olması nedeniyle, medyanın ayakta kalabilmesi için başka bir lüksü olamadığı gibi tarafsızlık ilkesi de böylece tarihe karıştı.
Diğer yönden basının yapısında oluşan bu inanılmaz durum, toplumda var olan saygınlığı ne yazık ki yok etti. Olayın sosyolojik yönüne baktığımız zaman ise halktaki travmalar, “asparagas” yani uydurma haber anlayışıyla meydana geldi. Bunun en önemli sebebi de, “masa başı gazeteciliği” nin yerleşmesidir. Öte yandan para gücü ile abone olunan Haber Ajansları’ndan gelen haberlerle sayfalar çatılıyor, tv’lerde akışlar hazırlanıyor. Ajanslar da taraflı olunca zaten geriye bir şey kalmıyor.
Bir de televizyonların durumuna baktığımızda , öyle böyle değil görsel yayın kuruluşunu var etmek büyük çapta maddi güce dayanıyor. Biraz detaya girersek, öncelikle bir Anonim Şirket kurmak gerekiyor, ardından RTÜK(Radyo Televizyon Üst Kurulu)’ndan alınacak lisans bedeli 400 bin lira, uydu yayını için TÜRKSAT’a da 300 bin lira ödenmesi gerekiyor. Yani kuruluş aşamasında ödenecek bedel bu kadarla kalmayıp, bir yayın kuruluşu ortalama canlı yayın arabası dahil yaklaşık 1.5 milyon lira sarfetmek zorunda. Yayına geçtikten sonra ise personel ve diğer giderler olmak üzere ortalama 15 bin doların gözden çıkarılması gerekiyor.
Yeni bir yayıncı için yapılacak güvenlik soruşturması ise aylar hatta bir yıla kadar çıkabiliyor ki bu normal şartlardaki bir başvuru için geçen süre..Ancak başvuru, maddi gücü yüksek kişiler tarafından, üst düzey tanıdıklar aracılığı ile gerçekleşirse çok daha kısa sürede yayına geçmek mümkün.
O yüzden, yayınlardaki tarafsızlığı, yayıncılık anlayışını(!) ve programların kimler tarafından nasıl yapıldığını hep birlikte izliyor ve görüyoruz.
Gazetecilerin hak ne hukuku dediğimiz zaman daima aklıma rahmetli Kemal Ilıcak gelir. Kemal Bey, bilindiği gibi “Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi”nin sahibiydi. Öğrenci iken, gazetelerde muhabirlik yapmış, her bölümde çalışmış, mesleği iyi bilen, gazetecilikten gelen bir patrondu.
Çalışanlarının haklarını en iyi şekilde koruyan bir yapısı vardı Kemal beyin. Gazetede stajyerlerin dışında kadrosuz, sigortasız kimse yoktu. Muhabirleri 212 sayılı Fikir İşçileri yasasından, matbaa çalışanlarını ve diğer görevlileri de 1475 sayılı iş yasasından sigortalı olarak çalıştırırdı. Hatta, yılda 6 maaş ikramiyeyi hiç aksamadan iki ayda bir düzenli olarak alırdık, bayram ve yılbaşı ikramiyeleri de hariç.
Bir anımı paylaşmak istiyorum; 1982 yılı Askeri idare var sıkıyönetim dönemi. Askeri konsey aykırı yayın yaptığı iddiasıyla duruma göre gazetelere bazen bir hafta, bazen 15 gün baskı durdurma cezası verirdi. Babıali’de en çok ceza alan gazete ise Tercüman’dı. Nedeni ise Nazlı Ilıcak’ın yazıları idi. O sıralarda Kemal Bey bir yandan Almanya’dan uzun bir zaman sonra Avustralya’da da Tercüman Gazetesi’nin basılması için kurduğu matbaanın açılışını yapacağı gün, bir yüzbaşı gazetenin 30 gün süreyle basımının durdurulduğuna dair Konsey kararını yazılı olarak tebliğ etti.
İdareciler, çalışanlar herkes şokta.. Moraller sıfır.. Gazete bir ay çıkmayacak, olacak iş değil…Genel Yayın Müdürümüz Güneri Civaoğlu, yazı işleri müdürümüz Ünal Sakman ekibi ile müdürler, şefler toplanıp “Kemal Bey’e nasıl söylenecek?” sorusuna cevap bulmaya çalıştılar.. Aradan saatler geçti ve sanırım Civaoğlu telefona sarılıp ve Kemal Bey’e konuyu aktarır aktarmaz, gelen cevap inanılmazdı:
“Evlatlarıma söyleyin hiç üzülmesinler. Maaşlarını aksamadan alacaklar..Hatta aylarca da olsa öderim, o kadar gücüm var hiç merak etmesinler”
Gerçekten hangi patron böyle bir yaklaşım içinde olabilir, personelini bu kadar düşünebilir. Bırakın habere yayına karışmayı, hiçbir baskısı olmadığı gibi özgür bir gazetecilik (tabi belli kurallar dahilinde) anlayışı içinde çalıştırmış, maaş konusunda bizlere hiçbir zaman sıkıntı çektirmemiştir. Ne yazık ki Kemal Ilıcak’ı 7 Nisan 1993’te kaybettik. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun, ışıklar içinde uyusun.
***
TGC.. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti… Gerçekten ülkemizin en fazla üyesi olan en büyük mesleki kuruluşu. Yukarıda bahsettiğim gibi Cemiyetimiz de gazetecilere yapılan baskı ve türlü haksızlık karşısında karşısında tepki gösteriyor göstermesine de sonuç sıfır… Değişen yok…Birileri tınlamıyor bile..
TGC Tüzüğü’nün 3 maddesi şöyle der :
“ Cemiyetin temel amacı, gazete, dergi, radyo, televizyon gibi yazılı, işitsel, görsel ve elektronik iletişim ve internet alanlarını kapsayan gazetecilik mesleğini; mesleğin geleneklerini, ahlak ilkelerini korumak; “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”nin herkes tarafından benimsenmesini, geliştirilmesini korunmasını, toplumda yaygınlaşmasını sağlamak, herkesin bilgi edinme, halkın doğru haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkını, iletişim, düşünce açıklama, eleştiri ve yorum hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünü savunmak; gazetecileri meslekleri içinde maddi ve manevi yönleriyle geliştirmek, ilerletmek, korumak ve yüceltmektir.”
TGS.. Türkiye Gazeteciler Sendikası…Daha önce de bahsettiğim gibi, “adı var, kendisi yok”.. Zaten sendikalı olan gazeteci sayısı bir avuç kadar…Hiç bir basın patronu sendikayı tanımıyor bile…Sonuçta, sıkıntı çeken yine gazeteciler…
Her alanda olduğu gibi işsiz gazeteci sayısı da bir hayli fazla…Peki TGS…? Hiçbir şey yapamıyor…10 Temmuz 1952’de kurulan TGS’nin artık güç elinden alınmış durumda.. Dedik ya, sadece adı var..
Geçenlerde, Hürriyet Gazetesi çalışanları, işten atıldıklarını noterden gönderilen tebligatla öğrendiler. Peki ya TGC,TGS ve BASIN KONSEYİ sadece kınamaktan başka bir şey yapamıyor.
BASIN KONSEYİ..Gazeteciler ve vatandaşlar arasında bir denge kurma unsurudur. Haksız olana karşı kınama mesajları yayınlar ya da adli makamların dikkatini çekmeye çalışır. Yapılan başvuruları değerlendiren Yüksek Kurul, basın mensupları veya basın organları hakkındaki şikayetleri yersiz bulma’, ‘uyarma’ veya ‘kınama’ kararı alır.
Geçtiğimiz günlerde bir Tv kanalında program yapan sunucunun, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Işık Kansu’nun yazısını beğenmeyip, gazeteyi hedef göstermesi ise kabul edilecek gibi değildir.
Sonuç olarak,
Bundan sonra “Basın Özgürlüğü”nden bahsetmek, tarafsızdır demek mümkün görünmüyor. Böyle bir ortamda, en büyük meslek kuruluşları bile çaresiz, elleri kolları bağlanmış vaziyette. Sesler kıstırılmış, hareketler kısıtlanmış, ses çıkarmaya kalkan ya işinden oluyor ya da adalet(!) yakasına yapışıyor... Böylece; “Halkın haber alma hakkı” gibi bir “hak” da ortadan kalkmış oluyor.…
“Basın Özgürlüğü” nün 2020’den itibaren sonsuza kadar var olması, ülkemize, milletimize ve tüm dünyaya barış ve huzur getirmesi umuduyla nice sağlıklı mutluluk dolu yıllar dilerim.
FACEBOOK YORUMLAR