Kara Kapkara bir gün 6 Şubat 2023
On bir il diyordu haberler, korkunç. Hatta dehşet verici… Doksan saniyede yerle bir olan hayatlar. Oralarda adeta kıyamet koptu. Sonra anladık ki birçok yerleşim merkezi haritadan silindi.
Doksan saniyede yerle bir olan hayatlar.
Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğusu yarılmıştı. On dört milyon insanın yaşadığı coğrafya…
İtalyan bilim adamları Türkiye’nin 3 metre Arap Yarımadası’na kaydığını ifade ettiler.
Yaşadığımız coğrafya kaderimiz mi?
Hızla bir yandan sosyal medya sörfü yapmaya başladım. Büyüktü… Çığlıklar kelimelere ve uyarılara dönüşmüştü. Her yerden, her alandan birileri birilerine bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Yetkililerden ses yoktu.
Anladık ki; bu bir AFET, bölge içinse kıyamet.
Afet anında yapılması gerekenler de yeterince ehil olmayan ellere teslim edilmiş. Üstelik bu gibi depremlerde harcanması olası bütçenin, ayrılmadığının anlaşılması da birkaç günde ortaya çıktı.
Sadece bir buçuk dakika sonucunda soluksuz kalan insanlar, evsiz barksız, kimsesiz kalan çocuklar, anneler, babalar, yeğenler, teyzeler, amcalar, komşular, arkadaşlar… Hangi medyaya dönsem benzer görüntüler Kahramanmaraş, Hatay, Elbistan, Pazarcık derken medeniyetler kenti Hatay yerle bir oldu. Hatay ezan, çan, Hazzan seslerinin birbirine karıştığı dinlerin, kültürlerin, kardeşliğini simgeleyen tam 2300 yıllık medeniyetlerin şehri ve artık yok. Hakeza İskenderun sadece yıkımla kalmadı en büyük limanlarımızdan olan İskenderun limanında çıkan yangınla, sellerle başka sarsıntıları da yaşadı, yaşattı. Her görüntüde, her bildirimde yüreklerimiz dağlandı.
Anladık ki; çaresizlik insanın içini kemirirmiş.
Bir yudum su, bir dilim ekmek isteyen görüntüler önümüze düştükçe yutkunamadık bir çoğumuz. Boğulduğumuzu hisseder gibi bir yumru yapıştı boğazımıza. Biliyorum çünkü aynı duyguları paylaştık. Çaresizlik, üzüntü, ağıtlar, çığlıklar, enkazlar çıkarılanlar ve çıkarılamayanlar… “Buradan ses geliyor lütfen yardım edin.” “Sesimi duyan var mı?” çığlıkları giderek azaldı. Kurtulanlar içinse ayrı bir yaşam kalım savaşı başladı. Doyma, ısınma, barınma, yakınlarına ulaşma…
Ve Anladık ki; bu halk kendi seferberliğini kendi de ilan edermiş.
Hükümetin sesi cılız çıkarken, vaatlere, üzüntüye sığınırken, ülkemin insanları dört bir yandan, on kollu ahtapot misali örgütlenerek kilometrelerce uzunluklarda yardım kamyonları, tırları, gönüllü kişileri taşıyan otobüslerle, özel araçlarla kim elinden ne geliyorsa yetişti yetiştirdi.
Anladık ki; birleşirsek çoğalır, yardımlaşarak verimli olabilirmişiz.
Belediyeler, sivil toplum örgütleri, en başta da AHBAP Haluk Levent, Babala Tv Oğuzhan Uğur duydu sesleri anladı olayın büyüklüğünü, yetkililer ortada yokken henüz. CHP, TİP, TKP, HKP, gibi partiler Sivil toplum örgütleri özünde sivil inisiyatif devletin görevlerini üstlendi. Dayanışmanın, birleşmenin, birlik olunca güçlü olunacağının gücünü gösterdi, böbürlenmeden. Gün dolmadan saatler geçmeden, dakikaların kıymeti vardı çünkü.
Anladık ki; babalar da ağlarmış.
Elinde bir bisküvi ile bekleyen babanın gözünde yaşla azmi, bize inancın, sabrın, sevginin gücünü gösterdi. Enkazın altından çıkan bir başka babanın da enkaz altında kalan kızının elini bırakamayan fotoğrafları içimizi dağladı.
Anladık ki; çok insan tarafından tanınmak, desteklenmek de yetmezmiş
Sanatçı büyüğümüz Orhan Aydın’ın kızı Eylem Şafak Aydın’da göçük altında kalanlardandı. Orhan Aydın’ın önce sosyal medyayı sallayan “İmdat imdat”ları aydın, gazeteci, yazar, televizyoncuları ve sevenlerini harekete geçirdi. Eylem’in enkaz altında olduğu binanın önünde yayınlar yapılsa da sürekli gündemde tutulsa da “vinç vb teçhizatların yetersizliği” kısacası “ekip ve ekipman yetersizliği” dendi enkazdan canlı çıkarabilmek mümkün olmadı. Bu tarifsiz acı, üzüntü, sadece Eylem Şafak Aydın değil, tüm o bölgede yaşananlara, yıkımın büyüklüğüne, yetersizliğe, en acısından önemli bir örnektir. Orhan Aydın’ın “İmdat” çığlıkları bir babanın çaresiz kalmasına örnektir. Sadece kendi kızı için değil tüm depremzedelere umut olan, dikkat çeken çığlıklardı. Gönüllüler seferber oldu. Yetmedi. Bu göz göre göre ölüme terk ediştir, niceleri gibi.
Anladık ki; bürokrasi afet zamanı da yavaş işliyormuş.
Yurt dışından gelen yabancı ekiplerin ve ekipmanlarının, ayni yardımların, yine birçok ülkeden gelen Türklerin (bölgede yakını olsun olmasın) bürokrasi ile zaman kaybetmeleri akıl alır gibi değil. “Benim ülkem burası” deyip çok çeşitli ülkelerden kendi imkanlarıyla yurda giriş yapanlar. “İhtiyaç vardır, vinç operatörüyüm, tır şoförüyüm, tünel kazıcıyım” diyen birbirinden güzel insanlarla umutlanmıştık oysa.
Duyduklarımıza inanamaz olduk. Böylesine büyük bir afet, böylesine acemilikler, iş bilmezliklerle deprem sonrası çalışmaları da ne yazık ki yönetilemedi. Algılayamıyoruz da artık.
Kaybedilen her saniyenin bir insan hayatı için ne kadar önemli olduğunu anlamakta zorlanan “zihniyet bürokrasisi” ile karılaşmak bir çoğumuzu yerimizden zıplattı eminim. Öfkelendik.
Evet evet yavaşlığa, bürokrasiye takılmaya, bölgeye yardım için gidenlerin kovalanmasına. Seçilmiş İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamaoğlu’na “defol” diyenlere ve zihniyetine öfkelendik. Çünkü bu olayda bürokrasi ve yaptırımlar hiç işletilmedi.
Anladık ki; internet yavaşlayabilir (ki ilk değil) Afet zamanı dahi, en hızlı haberleşme ağı daraltılabilirmiş.
Öfkeli kalabalıklar. Yardıma koşmaya çalışan insanlar… Yardıma gidemediği için kendini suçlu hissedenler, yeterince yardım edemediğini düşünenler. Yeni yazılımlar, yardım koordinasyon programları üretenler, sistem kuranlar, ama partisinde, ama belediyesinde ama kendi kuruluşunda, ama bir sivil toplum kuruluşunda karşılık beklemeksizin aktif görev alanlarla çoğaldı, büyüdü dayanışma her şeye rağmen büyüdü.
Sosyal medya yoluyla, önüne düşen her görüntüyü, çığlığı, adresi, telefon numarasını dağıtmaya çalışanlar, “bir kişiye umut olabilir miyim?” telaşıyla çoğaldı. Çoğalan yardımlaşma büyüyen karşıtlık hükümeti korkuttu. Tepkiler büyüdü öfkeyle… Kimileri VPN kullandı, kimileri gidip kapılara dayandı. Bu çağda, böylesine büyük bir afette “Twitter” kapatmak da acizlik göstergesiydi, görüldü.
Anladık ki; kapatılması öngörülen ve yasalarla faaliyetleri kısıtlanan TMMOB önemliymiş.
2013 yılında (TMMOB’uma Dokunma) başlıklı bir yazı yazmıştım.
(BKZ.TMMOB’uma Dokunma)
Ne kadar haklı olduğumuz görüldü. 2013 yılında İmar Kanunu’nda yapılan bir düzenlemeyle “harita, plan, etüt ve projeler; ilgili idare kanunlarında açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulamaz, tutulması istenemez” denildi. Bu düzenleme kamuoyuna “mimarlık ve mühendislik odaları projelere verdikleri vize ve onay karşılığında ücret alıyorlardı, artık bu ranta son verildi” şeklinde aktarıldı.
Aslında söz konusu olan vize ve onay karşılığında alınan ücret değildi. Gerçek maksat “mesleki denetime” son verme idi.
17 Ağustos 2022 tarihli TMMOB açıklamasında “17 Ağustos Depremi'nin üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen iktidar rant ve talan politikalarına hız kesmeden devam ediyor. Bütünlüklü olmayan, bilim ve tekniği dışlayan politikalar nedeniyle afetler cinayete dönüşmeye mahkûmdur. İktidar ise bilim ve meslek çevrelerince ortaya konan risk ve afet yönetim planlarına ilişkin görüşleri dikkate almamaya devam ediyor. Önlem almak bir kenara dursun imar aflarıyla riskli ve kaçak yapılara meşruiyet kazandırılmaya devam ediliyor. Denetim hizmetleri piyasa koşullarına terk ediliyor” demişti, ne değişti?
Anladık ki; imar Barışı diye sunulan ucube imar affı halkın mezarını kazarken, mutlu azınlığın kesesini şişirmiş.
İmar Barışı adı altında çıkarılan af yasası kaçak yapılaşmanın önünü açarak binlerce insanın ölümüne sebep olmuştur. Yutarsan alsana -AKP haplarından birisi daha- Bu yasanın sorumluları da enkaz altında kalarak can verenlerin katilleridir.
Anladık ki, Türk Silahlı Kuvvetlerinin saha da olması önemliymiş.
Enkazdan insan çıkartma çabuk mobilize olma, dayanıklılık, tecrübe, örgütlü ve eğitimli olma can kurtarıyordu. 1999 depreminde olduğu gibi minimum 34.000 askerle afet bölgesine intikal ettirilmeliymiş. Öyle ikinci günde 3.400 sonra 6.000 filan değil. Türk Silahı Kuvvetleri bu işlere karışmasın diye EMASYA planlarını çöpe attılar. EMASYA planlarında en ücra köylerin bile sahibi birlikler vardı. Her türlü malzeme ve yiyecek oralara, anında ulaştırılırdı. 15 Temmuz sonrası da TSK ait okullar, hastaneler el değiştirdi.
Ve bir kez daha anladık ki; Madenciler çok çok önemli işler yapıyorlarmış.
Depremin ikinci gününden sonra buldukları araçlarla, oto stopla bölgeye intikal eden madencilerin tünel kazarak enkazlara girmesi bizlere mucizeler olarak yansıdı.
Anladık ki; canı yayanlar depremzedeyi bile talancı olarak görebiliyormuş.
Ve hatta linç ederek, yargısız infazla öldürebiliyormuş.
Anladık ki; Bağzı kişiler için seyyar mescit su kadar, ekmek kadar, enkazdan çıkacak can kadar önemliymiş.
İnsanlar can pazarında beyler, akıl tutulması mı yaşıyorsunuz? Şov mu yapıyorsunuz? Zaman Şov zamanı değil.
Anladık ki; birkaç müteahhidi yakalamanız da öfkemizi dindirmedi dindiremez de.
Birkaç müteahhitti kollarından kelepçeleyerek, havaalanlarında yakalayarak yüreğimizi soğutamazsınız. Görüntülere bakıp ohh kalbimiz soğudu diyeceğimizi sanıyorsanız büyük yanılgı içindesiniz.
Sisteminiz çöktü, hatta deprem altında kaldı. Gerçek sorumluları ve sorumlulukları olanları tutuklanırken görmek istiyoruz.
Halk olarak gördük ve anladık ki; “bu bir halk seferberliğiydi.” Mevcut hükümetten böyle bir çağrı gelmedi, ancak halk durumdan vazife çıkarttı.
Mevcut hükümet önce YAS ilan etti. Ki en iyi bildiğimiz şey yas tutmak, sonrasında bölgede OHAL ilan etti.
Gece gündüz demeden, maddi manevi, destek veren, WhatsApp, telegram, Twitter, Instagram VB. gruplarda örgütlenerek herkese, her derde, her bekleyişe, yetişmeye çalışanalar da umuda yol oldular, ses, oldular. Kilometrelerce öteden ve kilometrelerce uzayan kuyruklarla yüce gönüllükle çalıştılar. Bir kişinin, bir hayvanın, daha hayata tutunmasına vesile olabilir miyiz diye çırpınan gönüllüler; böylesine hazin, zor, korkutucu süreçte, ırk, dil, din, ayrımı yapılmaksızın, Alevi, Sünni, Müslüman gayrimüslim, sağcı, solcu seküler nasıl bir araya gelindiğini de gördük.
Anladık ki;
Halkın ve halkların bu gayreti merkezi bir koordinasyon sistemi ile desteklenseydi kayıplarımız bu kadar büyük olmayacaktı. Ortak sevgi dili ve özveriyle desteklenseydi…
VE ANLADIK Kİ; Bu büyük deprem faciasının, hatta bölgesel kıyametin SARSAMADIĞI TEK ŞEY SİYASETÇİLERİN OTURDUKLARI KOLTUKLARmış.
Ve yeniden Anladık ki; bu halk SEFERBERLİK ilan edebilirmiş.
Kıbrıs’ta Lefkoşa’dan yazıyorum bu yazıyı, ateş buraya da düştü. 33 Sporcu gencin, antrenörleri ve aileleri de Adıyaman’dan kaldıkları İsias Otelin enkazından çıktı. Cenazeler cumartesi gününden beri gelmeye devam ediyor.
Evinde kaldığım dostum Neşe Yaşın’ın bir sözü kulağımda “Sonsuz iyilik ve sonsuz kötülük bir arada” ve biz bunları gördük bu süreçte. “Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi ve İngiliz kültürü hakimdi bu birlik bu dayanışma bu kötülük buralarda görülmezdi”dedi.
Not: 2013 yılında yazdığım BKZ: “TMMOB’uma Dokunma” başlıklı yazımı da siteye eklendi. O gün yazdıklarım ne kadar gerçek siz okurların takdirine bırakıyorum.
Olabildiğince, kalın sağlıcakla…
Hatice Özbay
Gazete Fotoğrafları Hatice Özbaya
Uydu Fotoğrafları: canlimobeseizle.com
#neşeyasın #deprem #haticeozbay #depremzede #ekremimamoglu #haluklevent #oguzhanugur #ahbap #ahbapacil #babalatv #tmmob #kahramanmaraş #hatay
FACEBOOK YORUMLAR