İlk duyduğumda Fakir Baykurt’un Onuncu Köy kitabı aklıma geldi. Kitabın kahramanı bir öğretmen. Yılmaz, devrimci, bir savaşçı, haksızlıklara, yolsuzluklara, bağnazlığa, yobazlığa karşı durur. O köy senin, bu köy benim sürülür ve varır Onuncu Köye.
İsmini bu mücadeleden aldığını düşündüğüm Onuncu Köy okurlarına merhaba. Bundan böyle sizlerle bu köşede buluşacağız.
Bir Kadın Bir Adam Üç Çocuk
Aylardan Eylül; öğlen güneşi tepemizde sarı ve sıcak. Kadının alnından terler süzülüyor. Küçük kız sandalyenin ucuna oturmuş annesinin söylediği şarkılara ritim tutturuyor.
Hemen yanımda uzun saçlı, geometrik desenli gömleğin üst düğmelerini neredeyse göbeğine kadar açmış, saçını arkadan bağlamış genç adam kesintisiz video çekiyor. Yüzündeki hafif bir tebessümle…
Kadın, adam ve üç çocuk.
Adamın saçları ak, dişleri yok. En büyük çocuk on yaşlarında tombul bir erkek. İki kız var. Biri belli ki çok süslü: gözünde gözlük, başında çiçekli taç, uzun kahverengi saçlarıyla dikkat çekiyor. Diğeri daha küçük ve sarı kısa saçlı sade giysili.
Şarkı söyleyen kadın… Genç kadının yüzünde derin çizgiler var. Yaşanmış ağır günlerin izlerini taşıyor, bakışları ve sesinin yanıklığı da cabası.
İçli içli “Delikanlım” şarkısını söylüyor. Sanırsınız Yıldız Tilbe Şişhane Meydanı’nda Merdivenlere oturanlar video ve fotoğraf çekiyorlar. Kimisi görmüyor, kimisi duymuyor kimisi eşlik ediyor söylenen şarkıya. Kimisi kadının yanında duran kız çocuğunun eline para sıkıştırmaya çalışıyor. Kadın, her seferinde parayı verenin elinden alıp, beline bağladığı çantaya atıyor.
İstanbul’un eğlence merkezi Beyoğlu. Bulunduğumuz nokta, eğlence mekanlarından biraz uzakta kalıyor ve eğlencenin başlamadığı saatlerdeyiz.
Burası Şişhane Meydanı.
Şişhane Meydanı’ndan bir kadının içli sesi yankılanıyor. Yanındaki seyyar amfinin sesi sonuna kadar açık. Mikrofonu sıkı sıkı iki eliyle kavramış, ekmek tutar gibi gözünü yerden kaldırmadan… Sesi billur gibi akıyor.
Bir kadın, bir çocuk… Arkalarında Haliç manzarası, tepelerinde sarı sıcak güneş. Sımsıcak. Başında tacı olan kız çocuğu gülücükler atıyor çevreye.
Adam ve iki çocuk tam karşılarında, izleyici gibi oturuyorlar. Şarkı bitimlerinde ilk onlar alkışlıyorlar. Tombul erkek çocuk her şarkı bitiminde alkışlarla ayağa fırlıyor.
Kadın şimdi de içli içli İstanbul’u söylüyor.
"Ah İstanbul İstanbul olalı
Hiç görmedi böyle keder
Geberiyorum aşkından
Kalmadı bende gururdan eser
İstanbul İstanbul olalı
Hiç görmedi böyle keder
Geberiyorum aşkından
Kalmadı bende gururdan eser
Ne acı ne acı insan kendine ne kadar yenik
Bulunmadı ihanetin ilacı yürek koca bi' kara delik
Yapacak hiçbi' şey yok gönül bu sevdi…
Birden sustu kadın. Adam kadına doğru koştu. Kadın, ekmek gibi sımsıkı tuttuğu mikrofonunu kolundaki çantasına hızlıca koydu.
Adam, kadının yanındaki amfiyi kaptı, alıp oturduğu yere getirdi. Tombul erkek çocuk amfinin üzerine oturdu.
O sırada başında tacı olan, uzun kahverengi saçlı kız, saçlarını savurarak yere eğilip, hızla yerdeki para çantasını kapıp babasıyla, kardeşlerinin yanına gelmişti bile.
Etrafa bakındım. Bir tehlike fark etmişlerdi, benim fark edemediğim. Yanaştım, “Ne oldu?” diye sordum.
Adam, karşıda duran belediyenin zabıta aracını gösterdi parmağıyla. “Bunlar aletlerimizi alıyor, üstüne bir de ceza kesiyorlar. Bir kere kaptırdık, bir daha yemezler.” Yüzünde kararlı, kızgın, telaşlı bir ifadeyle hem benimle konuşuyor hem de çocuklara sakinlik telkin ediyordu.
“İnsanlar aç… Aç aç bu çocuklar taş mı yesin? Şerefimizle insanlara hizmet ediyoruz biz. Çocukların yemek parasına çalışıyoruz.” Biraz duraksayıp devam etti: “Karaköy Perşembe Pazarı’nda hamallık yapıyordum abla güzel de para kazanıyorduk. Bir gün üstümdeki yükün bağı çözüldü kablolarla birlikte hanın merdivenlerinden yuvarlandık. O gün belimden ve sol kolumdan sakatlandım. Komilik denedim, bulaşıkçılık, kağıt toplayıcılığı, ne varsa işte… Hasılı ne iş yaptıysam tutturamadım. Darbukamı bile çalamaz oldum. Okumadık biz. Şimdi elimizdeki tek sermaye karımın güzel sesi.” Derken bile gözleriyle zabıtaları takip ediyordu. “Hakkını helal et be abla, sen eğleniyordun.” Öylece olduğum yerde kıpırdamadan bakakaldım arkalarından. Bir iki dakikaya sığdırılan hayat hikayelerini bana yükleyip el sallayarak uzaklaştılar.
Koşar adımlarla Galata Kulesi’ne doğru ilerlediler. Üç çocuklu aile kısa sürede de gözden kayboldular. Yaşamın gerçekliği, sorunlarıyla karşımdaydı. Bir adam bir kadın ve üç çocuk, yaşamın tam ortasından.
Onuncu Köy’e ulaşmışlar mıdır ki? Ya da ne zaman ulaşırlar bilinmez.
FACEBOOK YORUMLAR