Yeni yıl; umutları, sevinçleri, heyecanları, huzuru, başarıları, kuvveti, neşeyi, barışı, dostlukları, mutlulukları, sevgileri, aşkı temenni ettiğimiz yeni bir döneme girişimizi sembolize ediyor.
2018’e girerken eski- yeni karışık bir şeyler paylaşmak istedim.
Çünkü: İyi -kötü, güzel- çirkin, mutlu- mutsuz, acı-tatlı, istedik – istemedik, sevdik ya da sevemedik ama bir yılı daha geride bıraktık.
Bir Yılbaşı Gecesi Doğdum
Doğum günü öykümü en çok annemden (Nevin) dinlemek hoşuma giderdi...
Babam, (Hüseyin Özbay) o yıllarda genç bir astsubay ve görevi gereği İstanbul’dalar.
Annem aile bütçesine katkı yapmak için evde dikiş dikiyor...
Henüz 15’inde evlendiğinden olsa gerek, annem bana hamile kalmadan önce tam üç tane erken doğum olayı yaşamış. Yeniden hamile olduğunu öğrendiğinde ise doktor, dinlenmesi gerektiğini, kesinlikle yastık bile kaldırmamasını söyler.
Babam da annemi yataklı bir vagonda doğduğum kent olan Mersin’e götürür ve anneanneme teslim eder. “Ona iyi bak anne doktor bu çocuğu da kaybederse bir daha anne olamayacağını söyledi.” Der.
Anneanneciğim de kızına çok iyi bakar, o yılbaşı gecesine kadar.
Derken Aralık ayının o son günü gelir ve evde yılbaşı kutlamaları için iç pilav ve hindi hazırlanmış, mısırlar patlatılmış, kestaneler pişirilmiş…
O günlerde özel gecelerde tombala oynamak geleneksel hale gelmiştir neredeyse. Tombala oynanırken bilirisiniz birinci çinko, ikinci çinko ve sonunda da tombala sonuçlanır. Ve yeniden birisi atar elini kesenin içine başlar eline gelen numaraları söylemeye. Toplamda 15 rakamı ilk tamamlayan “Tombala” der ve kazanandır. O yılbaşı gecesi canım annemde tombala oynanırken dayanamaz, bu eğlenceye katılır. Birinci çinko, ikinci çinko, derken tombala der ve sancılarımmmm…
Gülerek eğlenerek geçen gecenin ilerleyen saatlerinde -doğuma yaklaşık yirmi gün olmasına rağmen- aceleci davranarak aralarına katılmak istemiş olacağım ki; tam da o 1 Ocak günü sabaha karşı, üçü çeyrek geçe eve getirilen ebemin ve anneannemin de yardımı ile aralarına katılmışım.
Hep bu nedenledir ki dedeciğim “Sen tombaladan çıktın torun” derdi.
O günlerde kuvöz de yok. Anneannem (Ümmü Hanım), eski kadın, tecrübeli tabii, hemen iki gazoz şişesini sıcak su ile doldurur ve pamuklara sararak, koltuk altlarıma koyar. Rahat uyuyabilmem için de, hasır sepet bir beşik içerisinde beni soba arkasına yerleştirirler. Ha bu arada sobanın üzerinde de su kaynamaktadır ki buhar olsun.
Ertesi gün henüz annemin memelerinden süt gelmez ve çok ağlamış olacağım ki, anneannem dayanamaz beni emzirir. Çünkü o günlerde benden on ay büyük Yaşar dayım vardır. O gün dayımın sütüne ortak olurum.
O gece Anneannem, benim hem ebem, hem sütannem, hem de anneannemdir.
Babama bir telgraf çekilir. “Kizin oldu stop, Nevin iyi stop, acele gel stop.” Babacığım İstanbul’dan Mersin’e gidinceye dek kızının yani benim yaşayıp yaşamadığını merak ederek sancılı bir yolculuk yapar. Çünkü telgraflarda Ö ve Ü harfleri yok. İyiyse neden kızın da iyi yazmadılar merakı içini kemirir.
Sanırım bu yılbaşı anısı üzerine, benim için her yılbaşının ve yeni yılın anlamını anlatabildim.
***
Önemini benim doğumumdan aldığı için olsa gerek, ailem bugünü kutlamayı neredeyse gelenekselleştirmişti.
Bu alışkanlık hala değişmedi. Sevdiklerimizle bir araya gelir, yer, içer eğlenir, mutluluklar dileriz.
Aslında neşeli bir aileyiz. Fırsatı değerlendiriyor bir araya geliyoruz. Kenetlendiğimizi ve güçlendiğimizi düşünüyoruz belki de...
Aklımda kalan en anlamsız, hatta kötü hatırladığım bir yılbaşı akşamı var ki…
Elbette benim de kötü hatırladığım ve hatta anlamsız gelen bir yılbaşı var.
2002 yılının Aralık ayının son günlerini sevgili anneciğimin hastalığı nedeniyle hastanelerde geçirdik.
Yeni yıla üç gün kala tüm çabalara rağmen Çapa’da annemi kaybettik.
Hastaneden çıkarken işlemler için babamın evinin telefon numarasını sorduklarında ise şaşırarak ve gerçekten çocukluğumdan itibaren değişmeyen numarayı anımsamayarak “ne yazık ki hatırlayamıyorum” diyebilmiş ve amcamın oğlundan yardım istemiştim. Oysa Aralık ayının 10’u gibiydi; uçaktan üzerinde siyah taytı, siyah kazağı ve boynunda çok sevdiği sarı, yeşil ve turuncu renkli fularıyla inerken “Anjio olacağım sadece ve yeni yıla kızlarım, torunlarımla, yani hepinizle gireceğim” derken mutluluk damlıyordu sözcüklerinden anneciğimin.
O giderken puslu bir İstanbul sabahında, biz çaresiz birer küçük kız çocukları oluvermiştik, babacığımızın etrafında.
Babacığım kırk dokuz yıllık hayat arkadaşını uğurlarken ayakta durmakta zorlanıyordu. Dim dik durmak ve metanetli olmak onun her zamanki haliydi ama bu kez gözünden inen yaşları durdurmamıştı işte.
Gözlerimizde yaşlar, gırtlağımızda düğümlenen sözler, elimizde olmayan ve hiç göndermek istemediğimiz yolculuğuna gönderirken biricik Gülpembemizi, sevgili Nevo’muzu onunla yaşadığımız çok güzel çocukluklarımıza geri dönmüştük.
İşte 2003’e annemsiz girmenin, Nevin Hanım olmadan ne kadar anlamsız olduğunu, onun yaşamımızda ne büyük yer tuttuğunu, kendi yaşamımdan eksilenleri düşünerek geçirdiğim bir yılbaşı gecesiydi.
Annem hariç hepimiz vardık, teyzelerim, dayım dâhil ama çok boş ve anlamsız gelmişti 2003. İçimin kavrulduğu, sözlerimin tükendiği, eksildiğim o gün ve hala yokluğunu hiç ama hiçbir şeyle dolduramadığım biricik annem artık aramızda şen kahkahalarıyla, “Zor var yaşamda ama imkânsız yok” diyemeyecekti.
Evet, dostlar ben bu düsturla büyüdüm: “Zor var yaşamda ama imkânsız yok.”
2016 yılının 14 Aralık günü de babacığımı uğurladık. Büyüdüğüm gün ve büyüdüğüm yılbaşı idi 2017. “İlgi, bilgi ve görgü” nün hayatımızdaki önemini öğretti ve gitti Hüseyin Özbay’da.
Mutlu, sağlıklı, başarılı, bereketli, sömürünün olmadığı, baskı, zulüm ve terörden uzak, çocukların ağlamadığı, kadınların öldürülmediği, komşuluk, kardeşlik, dostluk değerlerine sahip çıkılan, aydınlık, huzurlu ve barış dolu yıllar diliyorum neşeyle ve sevgiyle kalın.
Hatice Özbay
FACEBOOK YORUMLAR