Renk körü değilim ama Eflatun’um yok artık!
Bu ülke önemli bir sanatçısını, karikatüristini, mizahçısını, desinatörünü; ben ise çok yakın bir dostumu kaybettim.
Gözümüzü açtığımız günden itibaren tanıdığımız ve aynı süreci aynı topraklarda birlikte yaşamaktan büyük mutluluk ve onur duyduğumuz; bizi “biz” yapan “Dev insanlar” birer birer bizi terk ediyorlar.
Dökülen her yaprağın yerine başka yapraklar açsa da, nev-i şahsına münhasır yaprakların yerini tutan, aynı renkte bir yaprağı görebilmek neredeyse imkansız.
***
Yakından tanıyordum Eflatun’u, çok yakındık. Zaman zaman ağabeyim zaman zaman hocam, zaman zamanda sırdaşım oldu.
Onu anlatan bir yazıyı hiç zorlanmadan yazabileceğimi sanıyordum. Yıllardır yazı yazan biri olarak, hele hele onu iyi tanıyan biri olarak. Hayatımın en kolay yazısını yazacağımı umuyordum ki, öyle değilmiş.
Eflatun’u anlatmakta zorlanıyorum.
Yaşamımın çok çeşitli alanlarına saçılmış Eflatun tonlarını bir araya getirip, ortaya bir resim çıkartamıyorum.
Eflatun’un hangi tonundan başlasam, öbür tonu itiraz ediyor.
Birini ön plana çıkartmak istiyorum, diğer tonları gözüme batıyor.
Öyle Eflatun bir tablo var ki zihnimde; her bir tonu tek başına onu anlatmaya yetecek, ama sadece bir tanesini bile eksik bıraksam Eflatun tablo eksik kalacak…
***
1927 yılında İstanbul’da doğdu. Liseye kadar Adil Nuri Erkoç olarak geldi. Beden eğitimi dersinde öğretmen herkesten soyunmasını isteyince, önceleri gönülsüz de olsa öğretmenin zorlamasıyla pantolonunu çıkartacak, kış günü üşütmesin diye pantolonun altına giydirilen haminnesinin eflatun renkli, paçalı donu böylece ortaya çıkacak ve arkadaşlarının “Eflatun! Eflatun!” diye bağırmasıyla da liseden Eflatun Nuri olarak çıkacaktı.
Liseden sonra girdiği Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken, bir taraftan da karikatürler çizmeye başlar ve onlara “Eflatun Nuri” imzasını atar.
Polis, Eflatun’un akademide öğrenci olduğunu öğrenir ve akademiyi basar. Fakat orada öyle bir öğrenci yoktur. Polis eli boş dönerken, akademi yönetimi de böylece Nuri Erkoç’un Eflatun Nuri olduğunu öğrenir.
Akademiyi erken terk eder Eflatun.
Gerek tek parti döneminde, gerekse de çok partili dönemde çıkan tüm muhalif mizah dergilerinde onun çizgilerine rastlamak mümkündür.
Sadece İstanbul’dakiler değil, Ankara ve İzmir’de yayınlanan gazete ve dergilere de çizer. Bunlar arasında kimler yok ki? Medet Siyasi Gazete, Bülent Ecevit’in Gıcık Dergisi, Vatan, İktam,Ankara Ulus, Ege Ekspres, Yeni Asır, Demokrat İzmir Gazetelerinin yanı sıra Dolmuş, Devrim Dergisi, Yön Dergisi, Ant, Akbaba, Şaka, Gırgırve Halit Refik Karay’ın çıkardığı Aydedegibi daha birçok yayına imzasını anı olarak bırakmıştır.
Aziz Nesin’in çıkardığı bir dergiye çizdiği günlerde dergi bürosunu polisler basar. Eflatun hemen masada duran boş yemek tepsisini eline alarak Aziz Nesin’e döner ve “Aziz Bey, hesabı yarın alırız!’ diyerek, polislerin arasından elini kolunu sallayarak çıkıp gider. Aziz Nesin bu olay üzerine neredeyse gülmekten ölerek masanın altına düşecek gibi olur.
Hayat da Eflatun’a cömert davranır, mizahi kişiliğini geliştirmesi konusunda. Bazen uygun bir pası anında değerlendirip taşı gediğine koyar, bazen de kendisi gülünç bir durumun ortasında kalır.
Rıfat Ilgaz’ın Aziz Nesin’le aralarının bozuk olduğu bir sırada, Ilgaz O’nu alarak Zeki Özkan’a götürür. Özkan Ilgaz’a telefon ederek, çıkartacağı yeni dergiye öykü yazmasını istemiş ve “Eflatun’u da paketle getir” demiştir. Buluşma gerçekleşince, Özkan bunları alarak Nevizade’deki Lefter’in Meyhanesi’ne, Amber Dergisi’nin doğuşunu kutlamak için götürür. İçkiler, mezeler, ızgaralar sipariş edilmiş, kutlama başlamıştır. Tam o sırada meyhane polis tarafından basılır ve üst-baş araması yapılır. Zeki Özkan’ın belinde bir tabanca bulan polis onu götürür. Ilgaz’la Eflatun parasız bir vaziyette ortada kalmışlardır. Bari ızgaraları iptal edelim diyen Ilgaz’ın teklifi reddedilir; çünkü ateşe konmuştur ve geri dönüşü yoktur.
***
Hayatın bu tür sürprizleri mi Eflatun’u mizahçı yapmıştır, yoksa O’nun mizahçı kişiliği mi hayatı yaşanabilir kılmıştır, doğrusunu söylemek gerekirse, karar veremiyorum.
Belki de bu yapısı, vefasızlıkları sindirebilmesini sağlamıştır.
Hayatı, dünyayı, insanı seven bir Eflatun’du O.
Sadece bunları mı? Elbette rakıyı, sigarayı ve bitmez tükenmez, ne zaman biteceği kestirilemez sohbetleri de severdi.
Hele güvercinleri, onları daha bir severdi. Güvercinleri beslemek için buğday satın alan başka birini duymadım, görmedim, tanımadım Eflatun’dan başka.
Rahatsız olup da yattığı yerden kalkamadığı bir günde, güvercinlere yem atmam için benden yardım istemişti. Evine gittiğimde yanı başında boş yere yanmakta olan bir lamba görmüş ve kapatmak istemiştim. Meğer bir kutu içine pamuklara sararak koyduğu güvercin yumurtası için bir tür kuluçka ortamı hazırlamış ve o lambayla sabit ve sürekli bir sıcaklık sağlıyormuş. Öylece bıraktım.
Sonrasında yumurtanın haşlandığını ve içinden küçücük bir güvercinin çıkmadığını öğrendim.
Fakat bu olaydan başka bir ortamda bahsettiğinde, yumurtadan civciv çıktığını söyledi. Toplantı dağıldıktan sonra neden öykünün sonunu değiştirdiğini sordum. Verdiği cevap, bir sanatçının iç dünyasını anlatmak için örnektir. “Bak Hatice” dedi ve ekledi; “Dinleyenler o yumurtadan bir canlı çıkmasına o kadar koşullanmışlardı ki, gerçeği söylesem umutları yıkılacaktı. Bunu yapamam.”
Bir mizah ustasının eserlerinde elbette abartı olacaktı, ama yaşamında abartıdan hep uzak durdu.
Gerçek bir değeri de daha uğurluyoruz. Her giden yüreğimizden bir parça kopartarak gidiyor.
Ama bu sefer oldukça büyük bir parça koptu yüreğimden. Daha önce gidenler, Eflatun’u görünce neşelenecek, sevinecek ve orada yalnız bırakmayacaklar biliyorum.
3 Mayıs 2008, bu gün 3 Mayıs onu uğurladığımız gün
Güle güle büyük usta!
Güle güle gerçek dost!
Hatice Özbay /
FACEBOOK YORUMLAR