Hatice ÖZBAY

Hatice ÖZBAY

[email protected]

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

07 Mart 2023 - 23:54 - Güncelleme: 08 Mart 2023 - 01:05

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun. 
Kapitalizmin insanlık dışı uygulamalarına direnen, günde 10 saat çalışma hakkı ile eşit işe eşit ücret isteyen dokuma işçilerinin grevine 8 Mart 1857 de ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi katıldı. 
Ancak güvenlik güçlerinin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi sırasında çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. 
İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı...
1910 yılında Danimarka da 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında önerilen “Dünya Kadınlar Günü” nün, 1921 de Moskova’da yapılan 3. Enternasyonal Komünist partiler toplantısında; 8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılması kararlaştırıldı. 

Birleşmiş Milletler ’de ise yıllar sonra 1977 de kabul edildi “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”
Ülkemizde ilk kez 1921 de “Komünist Kadınlar” tarafından anılan 8 Mart, Kadın örgütleri STK lar tarafından her yıl anılıyor. 
8 Mart ülkemizde darbeler dönemlerinde yasaklandı. Günümüzde baskılara rağmen kutlanmaya devam ediliyor.  

Bugün bir kutlama günü değil anma günüdür. 

Bu köşeden sizlerle Kıbrıs’tan çok anlamlı bir paylaşımda bulunacağım. 
8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” anmasına katılamadan 30 günlük oturum sürem dolduğu için döndüğüm Kıbrıs’tan ayağımın tozuyla bir paylaşım yapacağım.  
8 Mart anma hazırlıkları başladığında Kıbrıs’ta idim. 
Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği Eş Başkanı Neşe Yaşın “Her yıl düzenlediğimiz 8 Mart’ta bir kadın (kız kardeş)’i de anıyoruz”” dedi. 
Bu yıl Kıbrıs Lefkoşa’da Işık Kitabevi’nde saat 19.30 da düzenlenecek olan anmada Pembe Marmara’yı anlatacaklar. 
Sözü Neşe Yaşın’a bırakıyorum.


 KIBRIS ŞİİRİNDE BİR KADIN HİKAYESİ: PEMBE MARMARA
Neşe Yaşın
Şiirin cinsiyeti var mıdır sorusuna şöyle yaklaşmayı denemek istiyorum: Şiir, biz neysek odur… Bütün kimliklerimiz bir biçimde sirayet eder dizelerimize… Esas sorun şiirin ve şairin aslında erkek olduğuna dair açık ya da örtük algılardır. Kadınların tarih içindeki serüveni ve kamusal alandan uzaklaştırılıp özele ait kılınmaları üzerine fazlaca yazılıp çizildi. Aynı tartışmalara tekrar tekrar gitmek, kadın meselesinin abc’sini her seferinde yeni baştan dinlemek ve anlatmak bıktırıcı… Şair kadınların edebiyat kanonları dışında tutulmaları, çok az kadının kabul ve onay görmüş olması kadınların hayatın diğer alanlarındaki serüvenlerinden o kadar da farklı değil… Bir başka açıdan bakıldığında şiir yazmak her koşulda mümkün… Emily Dickinson’un çekmeceleri kütüphane raflarına günün birinde çıkabildiğine göre, önemli olan şiirle kurulan ilişki… Ne yazık ki pek çok şair kadının “kendine ait bir odası” olmadığı gibi kendine ait bir çekmecesi de olmamış… Ev içlerinde şilte altına saklanan ve bulundukları zaman da kıyametlere neden olan şiirleri hayal edebilirsiniz. Bütün bunlardan da önemlisi otosansürdür belki de… Başa gelebileceklerden korkup içindeki sesi kâğıda geçirememektir.

Şiirin daha çok da belleğe dair olduğunu dikkate alacak olursak daha çok da ev içlerine kapalı kadının ne tür bir bellek taşıdığını düşünmekte yarar var. İçe doğru derinleşebilecek bu şiirin meselesi ilişkiler, doğa, kadınlığa dair rollerin gerilimleri ve çıkmazları olabilecektir daha çok da…

Buradan sözü Kıbrıs’ta 1943 Kuşağı içinde öncü üç kadın şaire, Pembe Marmara, Urkiye Mine Balman , Engin Gönül’e getirmek istiyorum. 1943 yılında yayınlanan “Çığ” adlı edebiyat seçkisiyle çıkışını yapan bu hececi-romantik kuşak İngiliz sömürge döneminde Kıbrıslı Türklerin politik, sosyal, kültürel hareketlilik içine girdiği bir dönemde kendini gösterir. Kemalist, milliyetçi düşüncelerin o günlerin elitleri üzerinde etkili olduğu bir dönemdir bu… Bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ta modernleşme çok önceden başlamıştır kuşkusuz. Kadınların meslek sahibi olabileceği çok kısıtlı alanlar mevcuttur o dönemde… Bunlardan birisi ise öğretmenliktir. Sadece bekâr kadınlar öğretmenlik yapabilirler ama… Evlendikleri zaman eve dönmeleri gerekir. İşleri ellerinden alınır. Romantik, irredantist milliyetçiliğin egemen olduğu bu dönemlerde İngilizlerin Böl-Yönet politikasına da uygun olarak dinsel kimlikler etnik kimliklerle yer değiştirtilir ve adadaki iki başat etnik grup için “anavatanlar” üzerinden yönetilen birer eğitim sistemi oluşturulur. 1950-1954 yılları arasında adaya gelen Türkiyeli öğretmenlerden İbrahim Zeki Burdurlu Kıbrıs’ta bir edebiyat çevresi yaratmaya katkı koyduğu sadece erkeklerin devam ettiği bir kulüp olan Kardeş Ocağı’nda edebiyatla ilgili bir dizi konferans verdiği biliniyor.  Sedat Simavi’nin çıkardığı Yedi Gün dergisinde şiir sayfasını yöneten Nihat Sami Banarlı Kıbrıslı şairlerin özellikle o döneme damgasını vuran üç şair kadının şiirlerini yayınlar. Çok daha hanımefendi bir tonda şiirler yazan Urkiye Mine Balman haricinde diğer iki kadın Pembe Marmara ve Emine Otan  Kıbrıslı Türk gazete ve dergilerinde yayınlanan şiirlerinde takma ad kullanırlar. Emine Otan hiçbir zaman kendi adını kullanmaz ve cinsiyeti de şaibeli sayılabilecek Engin Gönül adını tercih eder. Pembe Marmara ise Gülen Gaye, Nevin Nale, Meçhul, Lafazan, Fırtına ve Funda gibi takma adlar kullanır. İstanbul'un merkez olarak alındığı, adanın politik, sosyal kültürel atmosferi içinde kendine çaresizce çıkış arayan bir edebiyatın verimsiz nüvelerini oluşturan çalışmalardır söz konusu olan… Yine de böylesi bir dönemde şair kadınların öne çıktığı bir “edebiyat kuşağı” dikkate değerdir. Dönemin ruhu ve taleplerine uygun olarak üç şair kadının da tek tük  milliyetçi şiirleri bulunsa da bunlar bu türe egemen olan hamasi erkek sesini pek taşımazlar, daha çok yurt güzellemeleridir ve bir oranda dönemin kolektif ezberini yansıtırlar.

Bu şairler arasında sonradan feministlerce öne çıkarılan Pembe Marmara içlerinde şairliği en önemseyen olarak görünse de evliliği, mutsuzluklarla dolu hayatı nedeniyle hiç kitap yayınlayamaz. Ölümünden önce derlediği şiirleri ölümünün ardından “Ablacığım, Bu kitabı hazırlarken senin arzuna en yakın gelebilmek için çok gayret sarf ettim.” diye not düşen kız kardeşi Selma Yusuf tarafından yayına sunulur. Bu kitapta dikkat çeken dergi köşelerinde yer alan tek tük Milliyetçi şiirlerin yer almamasıdır. Kitapta hem hececi hem de serbest şiirlere rastlanır. Önceleri hececi şiirler yazıp sonradan serbest şiire geçtiğini düşünmek istiyor insan. Şiirlerde tarih olmadığı için bunu saptamak zor ama… Tek ipucu şairin doğum günlerinde şiirler yazmış olması. Burada da sıra şaşıyor. “24 yaş şiirim” başlıklı şiir hececi bir şiir örneğin ama yirminci yaşı için yazdığı “20 yıldır” şiiri Garip şiiri etkisinde yazılmış, kısa bir serbest şiir. Şairin Yeditepe dergisinde şiirlerini yayınlatabilmek için Nihat Sami Banarlı teşvikiyle hececi şiirler yazdığı iddialardan biri.  Orhan Veli etkisiyle yazılmış şiirlerinde ise hınzır ve neşeli, Lefkoşa’nın gündelik hayatına ait bir Pembe Marmara var. Çevreyle ve kendisiyle dalga geçerken biraz da bu şiirleri takma adlarla yayımlamanın rahatlığını taşıyor sanki.

Takma adlarla yayınlanan bazı şiirlerde dönemin elitleri ve politik kişileriyle de hafif bir dalga geçme görülüyor. Kamusal alana dalmış bir kadının, Modernleşme döneminin, geleneksel kadın rolleri içine hapsedilmeğe karşı çıkmış bir kadınının şiirleridir bunlar.
Bu yıllarda Pembe Marmara’nın Ümit Yaşar Oğuzcan ile yaşadığı aşkı sınıfta anlatırken öğrencilerimin gözlerinin ışıldadığını görürüm. Pembe Marmara’nın 72, Abdi Çavuş sokaktaki evinde yapılan damatsız nişan törenine biraz da kendi kurgumu katıyor olabilirim. Evin iç avlusundaki güzel bahçeyi çok iyi bilmem, Pembe Marmara’nın küçük kız kardeşi Duygu Orhon ile bu bahçede yaptığım oturmalar bu romantik anın hayalini zenginleştiriyor belki de…

Pembe Marmara ve Ümit Yaşar Oğuzcan nişanlandılar ama sanırım hayatları boyunca hiç karşılaşmadılar. İkilinin mektupları nerededir, bir gün onların izine rastlanır mı bilemiyoruz. Böylesi mektupların yırtılıp yakılmasına dair bir pratik olduğu biliniyor. Bir süre yazışan ikili belli bir gün ve belli bir saatte birisi Adana’da diğeri Lefkoşa’da nişanlanmaya karar verirler. Ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek bilemem ama Adana’dan yüzük içi kesilip yer açılmış bir kitabın içinde gelir. Pembe Marmara, şık giysiler içindeki kadın arkadaşları ile birlikte Abdi Çavuş sokaktaki evin güzel bahçesindedir. Masa, kekler, böreklerle donatılmıştır ve Ümit Yaşar’la anlaştıkları saatte yüzük takılır ve pasta kesilir. Bu olaydan sonra Pembe Marmara’nın ağabeylerinden biri Ümit Yaşar’ı görmek için Adana’ya gider ve büyük bir düş kırıklığına uğrar. Döndüğü zaman da kız kardeşini bu” kısa boylu, kekeme” adamdan vaz geçirmeye çalışır.

Çoğu şair kadının serüveninde olduğu gibi evlilik şiirle kadının arasına girer. Pembe Marmara’nın ölümünden önce yazmaya başladığı ve yarım kalan otobiyografisi bu döneme değinmez. Dr. Sedat Baker ile evliliği sırasında bir süre İstanbul’da kalır. Bu dönemde annesine ithafen yazdığı şiir mutsuzluğunun ipuçlarını taşır.
Gözlerini yaşlı gördüm anacığım
Seni düşümde,
Dua edip duruyordu mutluluğum için
Ta denizler ötesinde
Oysa ben yitirdim anacığım
Bütün özgürlüğümü
Sardı bütün zerrelerimi bu acı
Ta derinden derine
Yüreğimde bir sızı
Gözlerini yaşlı gördüm anacığım
Seni, düşümde"*

Bu döneme ait şiirler ve tanıklıklar mutsuz bir kadına işaret eder hep… Felaketler yaşamış büyük bir aileden sonra kendi çekirdek ailesinde de mutsuz olmuştur sanki.
Eşi Sedat Baker Kıbrıs’ta bir aşk cinayetine kurban gider
Türkiye’de Pembe Marmara’yı yeniden gündeme getiren bizim kuşağın tanıtma çabalarından çok efsanevi sosyolog Ulus Baker’in annesi olmasıdır. Ulus Baker’in bugün Lefkoşa Kabristanlığında annesi Pembe Marmara’nın yanında bulunan mezarı bir evliya türbesine dönüşmüş durumdadır.
Pembe Marmara’nın serüveni biraz da kadının şiirde kalamama, şair kimliğini koruyamama serüvenidir.
Merdivenler şiirinde şiirle ulaşmak isteyip de ulaşamadığı yeri anlatır sanki…
“Rüyalarıma giren
Hülyalarımı saran
Işıkları pırıl pırıl yanan
Bir âleme ulaşmak
Sokaklarında dolaşmak
Parklarında gezmektir gayem
Hem
Öldükten sonra
Yaşarım belki…
Siz söyleyiniz beni sevenler
Ulaştırır mı
        beni bu gayeme
        şu merdivenler?”
1984 yılında 59 yaşında  kanserden ölüşünün ardından Kıbrıslı Türk feministler tarafından keşfedilip kuşağının diğer kadın şairleri arasında öne çıkarılmış olması bir rastlantı değildir. Tırmanmaya başladığı merdivenlerin bir basamağında oturmuş ve hayallere dalmış beklemektedir çünkü…



gümüşlük akademineşe yaşındanimarkakıbrısabdhatice özbayişık kitabevipembe marmara
Kalın sağlıcakla
Hatice ÖZBAY

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum