Kadınlar için neden önemli?
Önemine ve kısaca tarihine de değineceğim.
Dominik Cumhuriyeti Avrupalıların Amerika kıtalarında ilk oluşturdukları yerleşim bölgesidir ve halkı temsil etmeyen, diktatör ve baskıcı pek çok hükümet tarafından idare edilmiştir.
1960 Yılında da Dominik’te diktatörlük hüküm sürüyordu. Aynı yıl diktatörlüğe karşı mücadele veren birçok kişinin arasında önce çıkan 3 kız kardeş vardı: Mirabel Kardeşler.
Patria, Maria, Minerva Mirabel Kardeşler, Dominik’te diktatörlük karşıtı mücadelelerde yaptıklarıyla adeta sembol haline gelmişlerdi.
Zorlu mücadele yıllarında zaman zaman çok ağır baskılara boyun eğmek zorunda kalsalar da hapis cezasından kurtulamadılar. İsimleri ve mücadeleleri ülkede hızla yayılmaya başlamıştı.
25 Kasım 1960 yılında bir uçurumun kenarında bu üç kız kardeşin cansız bedenleri bulundu. Üstelik bu üç kız kardeşe tecavüz edilmişti. Cinsel saldırıya maruz kalan kardeşler için “araba kazasında” öldükleri söylendi.
Bu acılı olayların ardından, 1999 yılında Birleşmiş Milletler 25 Kasımı “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan etti.
Son yıllarda, ülkemizde de, öncelikle büyük şehirlerde başlayan kutlamalar hare hare birçok şehre yayıldı.
Önemini ve anlamını “direniş kadınlarından” alan 25 Kasım, zaman zaman da kutlanamayan (İstanbul’da olduğu gibi) “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”, aslında bir dizi farkındalık veya farkındalığa çağrı etkinlikleri.
25 Kasım; kadının çığlığı, isyanı, başkaldırısı, duyulmayan sesinin gürleşerek çıkma hali.
Önemli çünkü Kadın cinayetleri devam ediyor. 2022 yılında hala kadın cinayetlerini konuşuyoruz, verilere baktığımızda bizi ürküten sayılarla karşılaşıyoruz. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun yayınladığı verilere göre 2010 -2019 yılları arasında öldürülen kadın sayısı 2996 can. Ve sadece 2022 yılında şu ana kadar 327 kadın cinayeti işlendi. Üstelik bu cinayetlerin çoğu eşler tarafından işlendi. Çok acı fakat gerçek bir tablo. Nerdeyse kadın tacizi, tecavüzü, ölümü ile karşılaşmadığımız gün geçmiyor.
Hemen her gün kadına taciz, tecavüz olaylarına ve bu olaylara karışıp da cezasız kalanlara, kadın üzerinden yapılan siyasete tanık oluyoruz. Kadına yönelik şiddetin temel sebebi, erkek uydurması toplumsal cinsiyet rolleridir.
Önemli çünkü Çocuklar evlendiriliyor. Erken yaşta evlendirilen veya evlendirilmeye zorlananlar çocukların sayısına ne demeli? 2021 TUİK verilerine göre evliliğini 18 yaşından önce yapan erkek sayısı %4,4 kadınların oranı %24,2 bitmedi 18-19 yaş aralığına baktığımızda da kadınların oranının %23 olduğunu görüyoruz. Bu oranlara baktığımızda neredeyse toplumumuzda kadınların %50 si 19 yaşına varmadan evleniyor veya evlendiriliyor. Bu rakamlar resmi evlilikleri kapsıyor, Hoca nikâhı olanları kapsamıyor. Ülkemin gerçeği çocuk gelinler toplumun yarısı kadar.
Önemli çünkü veriler ortada, kız çocukları ekonomik bir yük olarak görülebilmekte ve hem bu yükü hafifletmek hem de aileye gelir getirmek için evlendirilmektedir. Gelenekler ve dini inançlar erken yaşta evlendirilmeyi hızlandırabilmektedir. Genç kadınların bir an önce bir erkeğin himayesine sokulmasıyla, cinsel taciz ve şiddetten korunabilecekleri gibi hastalıklı bir düşünce yaygındır.
Önemli çünkü Hane içindeki iş bölümü yok denecek kadar az. Yine TUİK verileri ile “Hane halkı ferdi tarafından yapılan ev işleri cinsiyete göre incelendiğinde, ev işlerini genellikle kadınların üstendiği görüldü. Kadınlar en fazla %94,4 ile çocuk bakımı, %85,6 ile çamaşır ve bulaşık yıkama (makineyle bile olsa), %85,4 ile yemek yapma ve evin günlük toplanması ve temizlenmesi işlerini üstlendi.” Bu rakamlar yine resmi kaynak rakamları.
Önemli çünkü kadın çocuk bakıp, yemek yapar, bulaşık ve çamaşır yıkarken olduğu gibi diğer işleri yaparken de ekonomik kıskacı, mutfaktaki yangını en fazla hisseden aile bireyi. Her geçen gün artan, denetimsiz fiyatlarla da mücadele etmek zorunda, yetinmek, yetiştirmek kaygısında. Çocuğuna mama, bez almak, kendi aylık rutinlerine ped almak zorunda. Özünde kadın kişisel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz halde.
Önemli çünkü kadınlar iş yerlerinde kendini yeterince ifade edemiyor. İstihdam alanlarında öncelik verilmiyor. İş yerlerinin birçoğunda ne yazık ki köşe başları erkekler tarafından tutulmuş durumda, kadın baskı, şiddet ve mobing yoluyla yıldırma politikalarıyla evine yollanmak isteniyor.
Geçtiğimiz yıllarda hiç aklımdan çıkmayan bir açıklama vardı hemcinslerim meslektaşlarıma karşı saldırı niteliğindeydi hatırlatayım: “AKP Tokat Milletvekili Zeyid Aslan TBMM bahçesinde parlamento muhabirliği yapan kadın gazetecilere (ki toplumun önde gelen kadınları bu kadınlar) 'Ben sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam ‘bunların gerçeği bu’ diye... Ahlaksız olurum değimi?” dediğinde bu sözleri anlamaya çalışmadım.
Zatın kendi baktığı yerden ve onun gerçeklerinden baktım sözlerine: Düşünce apış arası olunca kaplan kesiliyor bu adamlar. Sanki kendileri bir apış arasından çıkmamış gibi.
Apış arası üzerinden siyaset olmaz beyim! Olmaz.
Önemli çünkü bir başkası çıktı “’Hamile kadın böyle karnıyla sokakta gezemez'miş” İyi de neden? Mutsuz bir kadın ve mutsuz bir nesil mi yaratmak istiyorsunuz? Gelenekçi, töreci, ayıpçı yaklaşım yeterince yara vermedi mi topluma?
Cümleyi buraya aynen ekliyorum: “Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle bir karınla sokakta gezilmez ayıptır.” Bunları söyleyen Türk Tasavvuf düşünürü ve avukat olan Ömer Tuğrul İnançer ve üstelik de konuk olduğu televizyon programında söylüyor. “Ayıptır” diyor yargılamaya bakar mısınız?
Tekrarlıyorum, Önemli çünkü Her gün kadın üzerine oynanan yeni bir oyun, söylem, diyanet açıklamaları ve fetvalarla karşılaşıyoruz. Kadın ile ilgili söylemlerde, fetvalarda, diyanet açıklamaları da hep erkeklerden ve hala şaşkınlıkla karşılıyorum!
Katılım “önemli çünkü” çünkü sayısı bu yazıya sığmayacak kadar fazla. Burada yazdığım bir kaç tanesi bile fazlaca can acıtıyor.
Bunları “Kadın” olmanın ve evdeki yangını en çok hisseden olmanın duyarlılığıyla yazıyorum.
Önemli çünkü Kadına yönelik şiddetin temel sebebi, erkek uydurması toplumsal cinsiyet rolleridir. Bununla köpürtülen de cinsiyet eşitsizliğidir. Bu eşitsizliği ve sömürüyü ortadan kaldırmadıkça erkek şiddeti önlenemez. Erkeklerin, her şeye sahip olma aşkı sürdükçe kendilerini besleyen mevcut düzenin içinde daima, kadın çarkların arasında ezilecektir.
Biz kadınız, çevremizde tüm olup bitenlere duyarsız olamayız ve duyarsız kalamayız, kalmamalıyız da dayanışmalıyız. Kadınlar dayanışmalıdır Kadın kadının kurdu değil yurdudur.
****
İşte bu ve benzer nedenlerle her yıl 25 Kasımda, 8 Martta alanlara giderim. İstanbul’da katıldıklarımın neredeyse tamamında kolluk kuvvetleri tarafından sıkıştırıldık, gazlanmaya maruz kaldık, üzerimize su sıkıldı. Yine de çıktık alanlara sesimizi duyun, bizi görün demeye...
Biz kadınız ve kadın olarak haklarımızı, sorumluluklarımızı biliyoruz demeye…
Bu yıl 25 Kasım’da İzmir’de idim. Toplanma alanını Alsancak Garı idi. “Çözümsüz değiliz, çaresiz hiç değiliz” sloganıyla yola çıkan “Mor Dayanışma” ile katılmayı seçtim. Aradığım Cansu, İpek’e bana yolu tarif etmesi için bilgi vermiş. İpek’le Alsancak Garında buluştuğumuzda başlarında rengârenk şapkaları olan bir grupla birleştik. Kendilerini “Cadılar” olarak tanımlayan birçok renkli kadın.
Dakikalar içerisinde başka kadınlar da katıldı, genişledik, büyüdük, güçlendik hisleriyle ve her dakika artan kadın sayısıyla muhteşemdi. Yürümeye başladık ellerde “Bendirler, dillerde sloganlarla… Sloganlar yıllar içinde değişmiyordu, kadın eğitilse de, üretime katılsa da yazgısı hala devam ediyordu çünkü.
İşte bu “yazgıya” karşı çıkan kadınlar sokaktaydı ellerindeki dövizlerle, taşınan pankartlarla, şarkılarla, sloganlarla yürüyen yürekli, farkındalıkları yüksek kadınlar Hemcinslerini, kız kardeşlerini çağırıyordu. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz”.
Hep bir ağızdan adeta haykırırcasına “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin Cop, inadına isyan, inadına isyan, inadına özgürlük” sloganları ortalığı çınlatıyordu.
İzmir halkı duyarsız kalmıyor, alkışlayarak, hatta yürüyen biz kadınların arasına girerek destekliyordu. Kolluk kuvvetleri çok sıkı önlem almış olsa da hiçbir taşkınlığın olmayacağını seziyor gibiydiler. Bornova yolundan Sevinç Pastanesi meydanına ulaştığımızda diğer ilçeden gelen kadınlarla buluştuk. Coşkun kalabalığa, “İzmir Kadın Platformu” üyeleri günün önemini anlatan kısa konuşmalar yaptılar. Sözleri sıklıkla “Kadın Yaşam özgürlük” “Jin Jiyan Azadi” sloganlarıyla kesilmesine aldırış etmeden.
Konuşmaların özünde: “Hayatımızın her alnına sirayet eden bu baskıcı, cinsiyetçi, faşizan uygulamaların karşısında kadınların sesinin kesilmeyeceği, dizimizi kırıp evde oturmayacağız” vurgusu ile “Ataerki baskılarına boyun eğmeme” hâkimdi. “Barınamama, hayat pahalılığı altında geçinememe, sağlık haklarının gaspı ve kadın cinayetleri” ana başlıklardı.
İran’daki kız kardeşler unutulmadı Masha Amani sık sık hatırlandı ve İranlı kadın direnişine İzmir’den, İran’a bin selam söylendi.
O sıralarda İstanbul’da toplanan kadınların bir kısmının gözaltına alındıkları, hatta bayılanların olduğu haberi gelince İstanbul’daki kadınlara da “bin selam” verildi ve “Kadınları durduramayacaksınız” “Asla yalnız yürümeyeceksin” sloganlarıyla yürüyüş yeniden Sevinç Pastanesi önünden Kıbrıs Şehitleri caddesinden katılımlarla artarak, büyüyerek, genişleyerek, ÖSYM önüne dek sürdü.
İzmir Kadın Platformu bu alanda, “İstanbul Sözleşmesi’nin önemi ve yeniden uygulanması konusunda basın önünde çağrısını tekrarlandı.
Çok duygusal, etkileyici bir performans da düzenleyen ‘İzmir Kadın Platformu’ öldürülen bazı kadınların kimliklerine bürünen, siyah pelerinli İzmirli kadınlar farkındalığın kat sayısını artıran canlandırmalarla güne son damgasını vurdu. Ben Masha Amani, Ben Pınar Gültekin, Ben Özgecan Arslan, Ben Güldünya Töre, ben Ezgi Taşkıtran Zavar, Ben Hande Kader… ve niceleri…
“Halkçı, eşit, özgür, demokratik bir düzen için şimdi mücadeleyi büyütme, dört koldan işe koyulma vakti olduğunun” çağrısıyla neşeyle, inançla, özgürce yürüdü İzmirli kadınlar Alsancak sokaklarında, çınlatarak ortalığı.
Dağılırken sarılarak, kenetlenerek, umutlanarak, evde, işte, okulda, atölyede, fabrikada, sokakta, nefes aldığımız her yerde birbirimizin sesi olmaya ant içerek.
Güzeldi, etkileyiciydi en önemlisi de müdahalesizdi…
Hatice Özbay
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR