Turizmin önemli isimlerinden Deniz Emin Tüfekçi, Turizmde 43 yılı yazdı.
Mehtapta Ürgüp’te at gezisi;
Kapadokya’da 10 dolar versen yarım saat atla gezebilirken, ay ışığı altında gece bir saat atla gurup halinde gitmenin, bir de saz çalıp gurubu gecenin ortasında oynatan sazcı ile süslediğimiz unutulmaz geceyi yaşamanın bedeli bunu on katı olabiliyordu.
Çok daha güzel işleri, fikirleriyle yaratan onlarca meslektaşım vardı o dönemlerde. Bir acenta sahibi arkadaşım vardı.Güneyin küçük bir turistik kasabasında atıyla, deniz kıyısında dolaşan turistlere beyaz elbise gibi bir şey giydirir bikinilerinin üzerine, denizin kıyıyla birleştiği kumsalda atı koşarken savrulan saçları, elbisesi, beyaz köpüklerle denizin kıyıyı öptüğü anlarda çektiği fotoğrafı misafirine hediye eder, tüm gün tur yapan acentalardan 5 dakikada daha fazla para kazanırdı. Yaratıcılıkta herhalde bizim insanımız ve o neslin üzerine kimse yoktur diyorum.
Lise’de meslek seçimi;
Kızımın da okuduğu lisede son sınıf öğrencilerinin meslek seçimlerine katkıda bulunmak amacıyla 10 civarında farklı meslekten kişiyi okula davet edip öğrencilere meslekleri hakkında bilgi vermeleri istendi. Bir öğleden sonrayı buna ayırmışlardı. Ben turizm işimi anlattım, örnekler verdim. Konuşmaların sonunda öğrencilere hangi mesleği seçmek istersiniz sorusuna verilen yanıtta, yaklaşık 60 öğrenciden 47’si turizm eğitimi almaya karar verdiğini söyleyince, bir Kimya profesörü,’’ Beyefendi, bu ülkenin bilim adamına da ihtiyacı var, çocukların aklını neden çeliyorsunuz!’’ dediğinde başımı öne eğdim. İşimi iyi yapmış ama fırçayı da yemiştim. Evet, bilime de önem vermeliydik, ama bunu demek ki iyi anlatamamıştı profesör hanımefendi. Ben olsam onu da iyi anlatır, bir çok öğrencinin bilim adamı olmaya yönlendirebilirdim.
Büyümekten korktum;
İşin aslına bakarsanız iş yaşamımda da sosyal yaşamımda da gözüm pek yukarılarda olmadı.
Zaman zaman işleriniz çoğalınca sosyal yaşamınız azalmaya başlıyor. Özel hayatınızı, dostlarınızı, ailenizi ihmal edecek noktaya geliyor ve ister istemez soruyorsunuz, Ne için? İnsanoğluna 3 kap yemek yetiyor, daha fazlasını elde ederken ister istemez başkasının masasındaki tabakları da alıyor, onu aç ve gelirsiz bırakırken kendiniz şiştikçe şişiyor, kazanıyorum sanırken ne çok şey kaybettiğinizi göremiyorsunuz. Kontrol edemediğiniz iş zaten artık sizin işiniz olmaktan çıkmıştır. Bunu hep aklımda tuttum ve büyümesine engel olamadığım işlerimi ya birisiyle paylaştım ya da ağır bedelini ödemek zorunda kaldım.2003 yılında bir gece Dubai’den bindiğim Hintli Müslümanlarla dolu olan uçaktaki manzarayı, kokuyu, gürültüyü görünce, ‘’Ne işim var benim burada, varsın Hintliler de olmasın iş portföyümde! deyip uzun bir süre iş kovalamaktan vaz geçtim.
Küçük Ayasofya;
İş yaşamımın büyük bir çoğunluğu Sultanahmet’te geçti.O bölgedeki ilk acentayı TMGT olarak biz açmıştık.Dünyada metre kareye bu kadar çok tarihi, arkeolojik eserin bir arada olduğu bir başka toprak parçası yoktur.Ne ararsan var.Sahiden yok, yok.
Hristiyan guruplarımızın gezi yerlerinden birisi olması ve ofisime de yüz metre mesafede olması nedeniyle, bazen Cuma namazı için gittiğim Küçük Ayasofya’yı çok sık görüyordum. 1997 yılında binanın yamulup, duvarlarının şeklinin bozulduğunu fark ettim.
İmam kartpostal satmaktan başka bir şeyle ilgilenmiyor, müftülüğe bildirdim! demekle yetiniyordu . O sırada üyesi olduğum S.Ahmet Rotary klüp benden de bir proje yapmamı istemişti.
İsrailden gelen bir fotoğrafçı gurubunun başındaki arkadaşım Skolnik Yacoov’dan gurubun Küçük Ayasofya’yı fotoğraflamasını istedim.500 civarında fotoğrafı bana verdiler. Bir süre sonra duvarın çatladığını, yarıktan dışarının göründüğünü farkettim. Bina göz göre göre çöküyordu.Eğer K.Ayasofya camisi, -ki eski bir kilise olan St.Sergious & Bachus kilisesidir- çökmüş olsa, sadece olduğu yere yıkılmaz, dünyanın gözünde tarihe kültüre ihanet etmiş bir toplum olarak yaftalanırdık.
Projeyi anlattım, kulüp üyelerini yazılı belgelerle ve konferans vererek bilgilendirip İstanbul’daki tüm Rotary kulüplerini de bilgilendirmelerini sağladım. Yıldız üniversitesinin o sırada bir çalışma yaptığını ve zemini kontrol edebilmek için paraya ihtiyacı olduklarını öğrenince Tuluyhan Uğurlu ile konuşup ücretsiz konser vermesini sağlayıp, geliri Yıldız üniversitesine zemin kontrolü amacıyla bağışladık.99 depreminde binanın kubbesi de, gece yıldızları seyredecek kadar yarıldı. Bina çöktü çökecek halde ama ibadet devam ediyor.
Rapor facianın geleceğini gösteriyordu.50’li yıllarda Sirkeci –Bakırköy arasında Sivri adadan getirilen taşları deniz kıyısındaki surlar boyunca yerleştirip üstünü de asfalt ile kaplayıp bu günkü Kennedy sahil yolunu yapınca, o kayalar yukarıdan gelen yer altı sularının denize ulaşmasını bir baraj gibi engellemiş, denize ulaşamayan sular kil tabakaları arasında su balonları oluşturmuş, zemin iyice yumuşamış ve 50x200 metrelik bir alanın içlerinde Küçük Ayasofya binasının da olduğu bölgedeki 50 civarındaki binanın hepsini tehlike altına sokmuştu. Eğer zeminde kil tabakaları arasında sıkışan su bir yolunu bulup denize ulaşabilse, bölgenin altı boşalacak, Konya civarında sık sık gördüğümüz obruklar gibi su balonları boşalınca doğan boşluk nedeniyle bölge tamamen çökecek, bütün binaları da altına alıp büyük can ve mal kaybına yol açacaktı.
Para bulmak lazımdı . Kimi arkadaşlarımız ‘’ bu eski bir kilise, Fener Patriğinden para alalım! , kimileri, Yunanistan parayı versin!, bazıları Amerika’daki kiliselerde kampanya başlatalım!, hatta belediye, Vakıflar, devlet parayı versin gibi fikirler öne sürdüler. O yıllarda Prag eski kenti ve Venedik’in restorasyonunun hangi kaynaklardan finanse edildiğini bildiğim için hiçbir teklife evet demedim. Her şeye itiraz ettiğimi gören dönemin Türkiye Rotary kulüpleri başkanı hanımefendi, beni toplantıdan kovmadan! önce yabancı uygun kaynağı bulmamız gerektiğini! söyledim.
Biraz uğraşıp gerekli bilgileri sağlayınca ‘’World Heritage Foundation’’ isimli kuruluş Küçük Ayasofya’nın kurtarılması için gereken beş milyon iki yüz bin Euro tutarındaki parayı nereye göndermeleri gerektiğini sordu. Bu arada ne tv, ne basın, hiçbir şeyle ilgilenmiyordum. Proje benimdi ancak kulübün temsilcileri gerekeni yapıyorlardı basın karşısında.
Bir kulüp olarak para ile yapacak bir şeyimiz yoktu.20 civarında üye ile ne yapabilirdik ki. İstanbul Belediyesi bu işi yapar, yapmalı! Dediğimde siyasi görüşüme ters bir iktidarın İstanbul Belediyesi’ne bu işi havale etmek istemem herkesi şaşırttı. ‘’Kentin sahibi Belediyedir, anahtar onlardadır, bu iş onların işi!’’ dediğimde itiraz edilmedi.
İki yıl kadar bölgenin altı on binlerce ton harç kamyonlarının aylarca taşıdığı beton zemine akıtılıp, suların aylarca boşaltılması sonucu zemin sağlamlaştırıldı. Bölgedeki binalar da, Küçük Ayasofya da bina olarak kurtulmuştu, ama içerde silik de olsa var olan aziz ve melek freskleri, kök boya ile yapılmış görüntüler restorasyon sırasında yok edilip yerlerine İslami! figürler, süslemeler eklendi.
Her ziyaretimde kentimizin, ulusumuzun sahip olduğu, bu gün cami olarak fonksiyonunu sürdüren İstanbul’un yaşayan ve kullanılan en eski binasının ayakta dimdik durmasına yol açan, belki de yüzlerce insanın ölümüne yol açabilecek bir faciaya engel olan adımı attığım için gurur duyuyorum. Varsın kimse bilmesin, çorbada tuzumun olması, o gurur bana yeter bile.
Turizm fuarları,temsilciliklerim ve EMITT fuarının Türkiye’ye getirilişi;
Sanırım ilk ziyaret ettiğim fuar Berlin fuarıydı.Uzun yıllar fuarlar turizmin gelişmesinde çok önemli rol oynadı.Başta EIBTM (European Incentive Business Meeting) olmak üzere yurt dışında zaman zaman 8 fuarın Sigapur’dan Güney Afrika Johannesburg’a,Hindistan Mumbai’den İsviçre Cenevre’ye, Rusya St.Petrsburg’dan Omsk’a, Çekoslavakya Praq’dan Amerlka Orlando, Chicago fuarlarına kadar Türkiye temsilciliğini yürüttüm. katılımcılara kimin hangi alanlarda yetkin olduğunu bilerek çağrı yapıyor, onların o pazarlardan pay almaları için özellikle ‘’buyer gurupları’’ yönlendirmesi konusunda katılımcıların en çok ve en önemli ‘’buyer’’ gurupları ile karşılaşmaları için temsilcisi olduğum fuar şirketi yöneticileri ile sürekli çatışıyordum. EIBTM ve ILTM İncentive, kongre, Meeting ve lüks turizm segmentlerinde iş yapan bir çok meslektaşıma inanılmaz katkılar ve işler sağlarken o yıllarda Türkiye’yi de ICCA gibi kuruluşlara üye yapıp İstanbul Visitor Bureau’nun da kuruluşunu gerçekleştirdik.
Hem fuar şirketi sahipleri hem de katılımcılarımız memnundu. Her yıl daha çok katılımcı ile gidiyorduk fuarlara stand alarak.
EMITT;
İstanbul’da bir fuarın düzenlenmesi konusunda temsilciliklerini yürüttüğüm İngiliz şirketi ile konuşup, oluşturulacak bir fuara İlginin olacağını, özellikle Doğu Akdeniz ve iç pazarda çok yüksek bir potansiyeli harekete geçireceğini söyleyip ikna ettim onları.
Dönüp durumu kendi adıma bir ortaklık kurmak, yabancı kuruluş ile işbirliğini kendi adıma yürütmek varken, bu fuarı sektörümüze, ve sektörün en önemli kanunla kurulmuş yapısı TÜRSAB’a fuarın yabancı fuar şirketi ile birlikte ortak olmasını teklifini götürdüm. Sanırım 1997 yılında ilk fuarı, o dönemde Türsab’ın kuruluşlarından birine küçük bir pay ile ortak olan şirkete, Türsab tarafından yıllık 50.000 tl gelir karşılığında verilmesi kararı alındığını duydum. Hatta o kuruluşa ilk yılında fuar düzenlemesi ile ilgili bilgileri de aktardım. Sonraki yıllarda Türsab’ın dergi, otel kataloğu gibi baskı işlerini yapan bu kuruluşun nedenini söylemekten utandığım ilişkiler sonunda fuarı kendi bünyelerine aldığını, benim ön gördüğüm gibi sonraki yıllarda fuarın dünyadaki sayılı turizm fuarları arasına girdiğini, ve bir süre önce bu işi yapan Türkiye ayağının ortakları olarak hisselerini ana yabancı kuruluşa 50 milyon dolar gibi bir bedelle devrettiklerini öğrendim. Türsab’ın azımsanmayacak bir gelir elde ederek güçlü bir şekilde üyelerine hizmet etmesi amacıyla sektöre ve birliğimize hediye ettiğim bu fuarın fikir babası olarak sadece ben yapmam gerekeni yaptım ,ama birileri emaneti içeriden işbirliği ile çaldı! demekten başka bir şey söylemeye dilim varmıyor.
Türsab;
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği Türkiye turizminin tohumlarını atan kuşağın kanunu çıkartmasında çaba gösterip ülke turizmi için bir çok olumlu adımın atılmasını sağlayan bir yapı özelliğindeydi.79 yılından beri takip etmeme karşın genel kurullardan hiç birine 1991 yılına kadar resmi olarak katılmamıştım.Ya yurt dışındaydım, ya önemli bir operasyon nedeniyle işimi bırakıp toplantıya katılamamıştım.1991 yılında, İstanbul Aksaray bölgesi acentalarından biri olarak bölge toplantılarına katılıp öz yönetim modeli olan Bölgesel Yürütme Kurullarının(BYK) ülke çapında yaygınlaştırılmasının ve kanunumuzun içine yerleştirlmesi yönünde görüş bildirip üyelere bunun yararlarını anlatıyordum.O yıl genel Kurul Kuşadasında yapılacaktı.Bu genel kurulu iple çekiyordum. Hem düşüncelerimi anlatmak, hem de 4 yıl önce bir otobüsçünün bana atmak istediği kazığı bir başka acentacı meslektaşımızın yememesi için o otobüsçü ile olan sorunu anlatan, hem de diğer meslektaşlarımın korunması amacıyla yönetim kuruluna gönderdiğim teleks mesajının otobüsçüye verilmesi, otobüsçünün de dönemin Türsab yönetim kurulu başkanı ve tekrar aday olan rahmetli Ferit Epikmen’in muhasebecisinin de hakaret davası açan otobüsçünün şahidi olarak beni dönemin parasıyla bir milyon lira cezaya mahkum ettirmesini unutamamıştım.Birliğimin yönetimi, bırakın hakkımı savunmayı,bir üyesine karşı şahitlik yapmakla kalmıyor, üyesinin hakkını savunmak yerine otobüsçüye destek veriyordu.Hem mağdur olmuşum, başkaları da mağdur olmasın amacıyla durumu bildirdiğim Türsab yönetimi aleyhime tavır almıştı. Aslında ne beni tanıyorlardı, ne de dünyadan haberleri vardı. Yoksa hem dönemin genel sekreteri TMGT’den saygın bir arkadaşımız, hem de Yönetim kurulu başkanı Ferit Epikmen dünya görüşü olarak farklı düşüncede olmadığımız kişilerdi.Ama yönetim başka bir şeydi.87 yılında yönetimde olan kadro,91 seçimlerinde de kadroda fazla bir değişiklik göstermeden tekrar aday olmuştu. Bunun hesabını sormalıydım. Karşısında ise BYK sistemine karşı, farklı,pek benimsemediğim bir yönetim anlayışını savunan Başaran Ulusoy ve ekibi vardı. Herkesin tahmini Ferit bey’in seçimi rahat alacağı yönündeydi.
Kayıkçı kavgasını pek aşmayan bir genel kurul mücadelesi, sürüyordu. O yıllarda kongreye katılan üye sayısı bin kişiyi bulmuyordu. Genel kurulun ikinci günü öğleden sonra neredeyse oy kullanmak amacıyla üyelerin sıraya girdiği saatte son konuşmacı olarak söz aldım. Genel kurula iletmekte yarar gördüğüm birkaç konu ardından 4 yıl önce başıma gelenleri, elimdeki mahkeme kararın fotokopisini de üyelere göstererek, Ferit bey, bütün bunları faili olarak, acaba otobüsçülerin birliğine mi, yoksa TÜRSAB’a mı başkan adayı oluyor, önce bunun kararını versin dediğimde konuşmamı sessizce dinleyen üyeler arasında birden bir fırtına koptu. Ferit bey’e oy vermeye hazırlananlar şaşkınlık içinde beni dinlerken, Başaran Ulusoy yandaşları ise mal bulmuş Magripli gibi benim savlarıma sarılıp alkışlarla konuşmama destek vermeye başladılar. Bir yandan beni hararetle tebrik edenler, öte yandan elimdeki kağıdı alıp kararı inceleyenler. Ferit bey, belgenin aslını kendine göstermezsem beni müfteri! İlan edeceğini söyleyerek tüm kızgınlığını aktarıp ekibini toparlamaya çalışsa da, hemen ardından başlayan seçimi, kendisi ve bir kişinin daha yönetime girmesine karşın seçimi Başaran Ulusoy ve ekibine karşı kaybetti. İstanbul’a döner dönmez belgenin aslını Ferit bey ve Caner Şaka’ya posta ile ilettiğimde, bu olayın tamamen bilgileri dışında cereyan ettiğini, muhasebecilerini de daha sonra başka bir nedenle işten attığını, üzgün olduğunu ifade etti. Ferit bey ile sonraki yıllarda iyi bir dostluğumuz oldu. Beyefendi, bilgili, mesleği ile –benim olay hariç- ilgili bir insandı. Bir genel kurulda beni listesine almak isteyen Ali Rıza Demircan’a teşekkür edip kabul etmemiştim. Listesi okunduğunda benim adımı silmediği için herkesin önünde listesinde yer almak istemediğimi, bunu da kendisine bildirdiğimi genel kurula hitaben başkana söyledim Listesine girmek için ona yalvaranların daha sonra listesinden çıktığını söyleyen Demircan’a kim sana yalvardı diye salonda sorulunca, Ferit abi o kişinin ben olduğumu tahmin ettiğini etrafındakilere söylemiş, ısrar üzerine Demircan bey o kişiyi açıkladığında o kişinin ben olmadığını gören Ferit bey, hiç bu konuşmalardan haberi olmayan benim yanıma, arka sıralara gelerek benden böyle bir suçlamaya beni muhatap ettiği için özür dilemişti.
Bütün bunlara rağmen ona karşı olan sevgi ve saygımı hiç yitirmedim. Hastalığı döneminde arayıp konuşurken, son yolculuğunda da yalnız bırakmadım.
1993 yılında İstanbul Harbiye Askeri Müze’nin salonunda yapılan genel kurulda listesi delinen Başaran Ulusoy seçilmesine karşın durumu hazmedemedi ve bir süre sonra yönetimden istifa ederek ayrılıp, yerini Talha Çamaş’a bıraktı.
O genel Kurulda çok sıkıntılı bir dönemi geçiren seyahat acentaları körfez krizinin yaralarını sarmakla meşgul olmak yerine, anlamsız, gereksiz iç çekişmelerin hakim olduğu bir süreç yaşıyordu. Söz alıp konuşmak istediğimde kürsüye yürürken elimde bol miktarda konuşma kağıdı gören deneyimli turizmciler, ‘’aman kısa kes, bitsin de gidelim! ‘’ uyarısını yapıyorlardı bana. Körfez krizinde birçok meslektaşımız sektörden ayrılmak durumunda kalmış, yapılacağı söylenen hibe yardımlar turizm yerine otomotiv, tekstil gibi sektörlere gitmişti. Genel konulardaki eleştirilerimi sıralarken ‘’yurt dışı çıkış harcı’’ gibi konuları çözmesini beklediğimiz koalisyon hükümeti ve onun Turizm bakanı Abdülkadir beyi isim vermeden eleştirirken, o sıralarda sokakta oynatılan Ayıların toplanıp, sahiplerine 30.000tl verilip Uludağ’a yollanırken,’’ bu kadar zor bir süreçten geçen seyahat acentalarına neden Ayı kadar değer verilip bir katkıda bulunmadığını söylemiş, biz de burnumuza halka takıp, yardım edin diye gerdan kıvırıp göbek mi atmalıyız!’’ diye ilave ettiğimde, alkışlarla sık sık sözlerime destek veren salondaki meslektaşlarım on dakikalık konuşma süremin yarım saate çıkmasına karşın ilgiyle dinlemişler, bir guruba dahil olmayan bir kişinin bu tür bir muhalefetine destek vermiş ve konuşmalardan memnun olmuşlardı. Sözümü uzatmamam konusunda en başta uyaran deneyimli meslektaşlarım kürsüden inerken ilk tebrik edip, teşekkür edenlerdi. Benden sonra söz alıp konuşma süresi on dakikayı bulan konuşmacıyı uyaran divan başkanı Çetin Kayra ağabey konuşmacının beni örnek gösterip,’’ Neden Deniz beyin yarım saat konuşmasına izin verdiniz’’ diye itiraz ettiğinde, ‘’ Herkes onu nefes almadan dinledi, seni ise kürsüden inmen için alkışlıyorlar, bunun farkında bile değilsin!’’ diyerek azarlamıştı. Dönemin Turizm bakanı sayın Abdülkadir Ateş görevi sırasında Müsteşar Korel Göymen ile birlikte uzun yıllar iz bırakacak turizmin çeşitlendirilmesi ve ATAK projesi gibi sahillerimizin atık su sorunu ile ilgili yatırımları planlayıp harekete geçirmeleri ile unutulmaz hizmetler vermişler, öte yandan seyahat acentalarımızı güçlendirmek yerine yurt dışındaki Türk kökenli!!! Operatörlere verdikleri desteklerle de bence büyük bir hata işlemişlerdi.
Deniz Emin Tüfekçi
Devamı >>>>>>>>>>>
Baştarafı<<<<<<<<
FACEBOOK YORUMLAR