Turizmin önemli isimlerinden Deniz Emin Tüfekçi, Turizmde 43 yılı yazdı.
Kıyameti mezarda beklememeliydim.
81 yılında Uzakdoğu’ya, özellikle TMGT döneminde gidemediğim Tayland-Pataya’yı görmeye karar verdim. Bizim Marmaris’i Pataya ile o dönemde kıyaslasaydım herhalde Marmaris, havası, suyu, yeşilliği ve doğasıyla, insanıyla 100 kat daha güzel bir kasabaydı. Sonra Özal dönemi ile birlikte Marmaris ve diğer sahil kasabalarını da betona gömdüler, o ayrı bir konu.
Hong Kong’da bol miktarda Arap turist gördüm. Ağustos ayı ve Ramazan idi. ‘’Seferi’’ oldukları için zengin Araplar oruç tutmadan geziyorlardı. Bunlar Türkiye’ye de gelir! dedim ve ilk kez bir Arapça dilinde şehir turu broşürü bastırdım. Kapağına Kız kulesi, fonda deniz ve kulenin yanında dansöz resmi.
Bütün otellere dağıttım. Arapça broşür bastırdım ama Arapça konuşan eleman yok ki! Hataylı üniversite öğrencilerini bulup bir ekip yarattım, iki ay onlara tur, turizm, müzeler, gezilebilecek yerler ile ilgili her şeyi anlattım. Yani çaresizlik gösterisi yerine çare ürettim. TMGT’den kalan alışkanlığımla Arapça konuşan rehber yetiştirdim. O dönemde bırak Arapça konuşan rehber, İngilizce konuşanı da bulmak zordu. Her ne kadar bizim rehberleri Suriye ve Irak Arapları dışında diğer Araplar pek anlamasa da, bizimkiler aksan farkını canı gönülden hizmetle kapatıyorlardı.
Şimdiki rehber arkadaşlarımız, o zaman rehber yokluğunda nelere çare, nasıl çareler yarattığımızı anlamakta güçlük çekebilirler, hatta kaçak rehberlik yapıldığını da söyleyebilirler.
Bir gün yüzümüze hiç bakmayan 5 yıldızlı otellerden birinin resepsiyonu birkaç Arap yolcu var dedi. Şeytanın bacağını kırmıştık. ‘’Yolcu beğenmezse, para vermem’’! dedi. O günlere kadar bir günde 5-6 turda en çok 30 kişi gezdirmiştik. Memnun kalanlar her gün yolcu vermeye başladılar. O oteller Arapları bize, diğer turistleri eski çalıştıklarına veriyorlardı. Bazen eski çalıştıkları ile kavga ederlerse bize yolcu vermeye başlıyorlardı. Bir sabah saat 8’de Maçka otelinin resepsiyonu, Ada turu için 120 kişi olduğunu, hemen almamızı istedi.
Evim Ada’da, vapurla Kabataş’a geliyorum, cebimde 120 kişinin vapur biletini alacak param da yok, otelin resepsiyonundan avans alıp 3 otobüs yolcuyu vapura bindirip Adaya götürdük. O yaz işlerimiz arttı, 8 Arapça konuşan elemanım vardı. Durmadan gece gündüz çalışıyorlardı. Araplar müze gezmek istemiyor, Boğaz, Ada, Bursa, Gece turu talep ediyorlardı. O yıllarda özellikle küçük otellerde tanıdığım resepsiyon memurlarını ilerideki yıllarda otel müdürü olarak görür oldum ve guruplarımı bir zamanlar bana destek oldukları için minnet borcu gibi onların otellerine vermeyi tercih ettim. Hala içlerinde çok saygın sevdiğim dostlarım sektörde çalışmaya devam etmektedir. Büyük 4-5 yıldızlı otellerin resepsiyon şefleri ile de zaman geçtikçe iyi ilişkiler kurup oralarda da işlerimizi yürüttük. Onlara da daha sonraki yıllarda benzer destekleri verdim.
İki ortağıma en başından 3 yıl para kazanmayacağımızı, ondan sonra işlerin oturacağını söylemiş, kendime de o süreçte bin lira maaş biçmiştim. Her hangi bir işte çalışsam 15-20 bin lirayı çok rahat kazanırdım. Ancak ortaklardan birisi Avusturalya’ya göç etmek, diğeri de ev almak istediğini söyleyince acentayı satmak zorunda kaldık. Sattık ve ortaklığımın sonucu elime ilk kez toplu bir para geçti.
Yeni, uzun dönem;
TMGT’de beraber çalıştığım, aynı zamanda üniversiteden sınıf arkadaşım, turizm konusunda kendisinden önemli şeyler öğrendiğim arkadaşlarımdan birisi, sevgili Ufuk Mestanoğulları TMGT’den ayrıldıktan sonra kurdukları acentada tıkandıklarını, beraber ortak olmamızı önerdi. Mevcut yapının hiç birimizi doyurmayacağını, yeni bir ortaklıkla acenta kurmamızın daha uygun olacağını söyledim ve kabul etti. Seventur’u Ankara’dan alıp İstanbul’a taşıyıp Sultanahmet’te ofisimizi kurduk. Sultanahmet iyi bildiğim bir bölgeydi. Nakit para döngüsünü sağlayacak çok iyi bir kaynaktı. Bir süre sonra Ufuk ortağı ve müdürü olduğu diğer acentayı da bırakıp yurt dışına gidince, oradaki iç çekişme bize de sıçradı. Sonunda sorunları bir şekilde hallettik ve on yıl daha ortaklığımız devam etti .Ön büro hizmetlerini çok iyi bir şekilde verirken yurt dışından da ilk guruplarımız gelmeye başladı.
Türkiye seçimlere gitmiş, yeni bir iktidarın gelmesi, askerlerin çekilmesi sonunda ülkemize tekrar batılı turistler ilgi duymaya başlamıştı.
İsrailliler;
Şehir turu yaparken her sabah 7 civarında ofise gelip, işi denetliyor, yolcuları Sultanahmet meydanındaki bir çay bahçesinde birleştirip oradan dağıtımını yapmak için sabah 9 gibi meydana geliyordum. Türkçe konuşan İsrailli turistler ile sohbet etmeye başladım. Bunlar İsrail’in kurulduğu yıllarda, 1949 civarında Türkiye’den göç etmiş Türk Musevi ailelerdi. Vatan hasreti ile yanıp tutuşmalarına karşın, özellikle askerlik nedeniyle Türkiye’ye gelemiyorlardı.1983 yılında ‘’ıskat’’ dedikleri vatandaşlıktan çıkarılma hadisesi gerçekleşince İsrail vatandaşı olarak Türkiye’ye gelebilmişlerdi. Eski evlerini, sokaklarını arayanlar, gözyaşları ile toprağı öpenler, eski dostları ile karşılaşanlar, turlarımıza katılıp hasret gideriyorlardı. Birçoğu İsrail’de çok sayıda Türk kökenli Musevi olduğunu, hepsinin Türkiye’ye gelmek istediğini, Holon, Batyam gibi yerleşim yerlerinin Türklerle dolu olduğunu, Türk kibutzlarının olduğunu, İsraillilerin de Türkiye’yi bilseler, akın akın geleceklerini anlattılar. Sonraları o kasabalarda karşıdan karşıya çamaşır asıp birbiriyle konuşan Türk Yahudilerini çok gördüm. İsrail’de Türk olmak çok olumlu bir algı idi. Türkleri kendilerine çok yakın hissederler, rahat ilişki kurarlar, misafirperverlik gösterirlerdi.
Bir İsrail gurubuna rehberlik yaparak, hiç bilmediğim o kültürü, ihtiyaçlarını, meraklarını öğrenmek istedim.17 günlük bir turun 7 gününü yapıp, geri kalan kısmını kendi yetiştirdiğim bir rehbere, Güven Aykaç’a bıraktım. İş anlaşılmıştı. İsrail’de evi olan çok sevdiğim bir arkadaşımın Ruthy’nin de yardımıyla İsrail’e gidip etrafı kolaçan ettim. Bildiğim tüm acentalar İsrail içinde tur yapan’’ incoming’’ acentalarıydı. Bana lazım olan ise İsrail’den başka ülkelere gönderen acentalardı. İkinci seferde onlara da ulaştım. İspanya’dan Amerika’ya, Kenya’dan Hindistan’a İsraillilerin gitmedikleri ülke yok gibiydi. Kapı kapı dolaştım. Bir kısmı çok saygı duyduğum Jak Kasar beyin sahibi olduğu Anadol turizm ile çalışıyordu, hiç teklif bile vermeden, onları överek ziyaretimi sonlandırıyordum. Çok dostum, arkadaşım oldu. Dış işleri Bakanlığının Telaviv’de görevli en üst düzey temsilcisi Hüseyin Avni Bıçaklı her türlü sorunu kolayca çözerek hepimize yardımcı oluyordu. Milyonlarca dolarlık döviz getirir olduk. İsrail’de 12 tur operatörüne servis veriyordum. Hiç birine bir diğerinin programını rekabet ettirmemek için vermiyordum. Trekking, kamping, doğu turu, batı turu, Karadeniz yayları, yat turu, hatta Gap turu, kültür turu elimde ne varsa veriyordum. Tabii ki onlara da rehber yetiştirme işi bana düştü.17 rehberin turda olduğu günler oldu. İsrailli gurup şefleri Türkiye’yi iyi çalışmışlardı, bizimkiler gölge rehber gibiydi ama hepsi işlerini iyi yapıyor, tek gün boş kalmadan bir turdan diğerine çıkıyorlardı.
Şehir turu yaparken Sultanahmet meydanında rehberlerimiz minibüs ile yolcu gezdirirlerken, otobüslerde elinde mikrofon guruplarına bilgi veren rehberleri görünce iç çekerek kendilerinin de bir gün böyle olabilecekler mi diye bana sorarlar, ben de ‘’tabii ki olacaksınız’’! derdim. O günler işte gelmişti. Gururla, keyifle, güven duyarak rehberlik yapıyorlardı. Çoğu daha sonraki yıllarda profesyonel rehber kokartı alarak turizme devam ettiler. THY ile kaç kere İsrail, Tel Aviv’e sefer koyması için görüştüm. Politik nedenlerle sefer koymuyorlardı. El Al o dönem Sovyetler Birliğinden İL-86 tipi 350 kişilik uçaklar kiralayıp İstanbul’a günde 4-5 sefer yapar hale gelmişti. Çoğu zaman bir uçaktan 5 otobüs yolcu alıyorduk. THY ancak 1988’den sonra İsrail’e uçmaya karar verdi. Anadol ve Esin gibi birkaç acenta pazarda önemli pay alıyordu. Ne Jak Kasar bey, ne de Esin turizmden Abdullah Nayman bey çalıştığımız acentalara gidip fiyat teklif ediyorlardı. Böyle bir centilmenlik ortamını yaşatarak birbirimizi de koruyorduk. Benim işimi iyi yaptığımı söylediklerini oradaki acentalardan duyuyordum. Ben de güzel sözlerimi onlar için esirgemezdim. Hiç görüşmez, konuşmaz ama birbirimizi kollardık.
İsrailli turistlerin otellerden hediyelik eşya! hatıra olarak bazı malzemeleri alma alışkanlığı zaman zaman acentalarımızı otellerle karşı karşıya getirir, oteller bazen bavul açtırıp tv’den fön makinesine kadar bazı hatıra eşyalarını! geri alırlardı. Bu yönü dışında herkes İsrailli turistlerden çok memnundu.
Hele kumarhanelerin açık olduğu dönemde birçok meslektaşımız kumar turizminden ekmek yemişlerdir.
Taiwan’lılar;
Suudi Arabistan’ın 3 kentinde Taiwan hükümeti hastane işletiyormuş, Orada çalışan bir Türk doktorumuz bir arkadaşımızın referansıyla bir gün telefon edip hastane çalışanlarından birkaç kişinin Türkiye’ye gelmek istediğini, onlara bir tur düzenlememizi istedi. Çoğu bayan hemşire ve teknisyenlerden oluşan yılda yaklaşık kırk küçük Taiwan gurubunu 83 yılından 89 yılına kadar Türkiye’de gezdirdik. İlk gurubun anlattıkları öyle etkilemişti ki neredeyse her hafta yeni bir gurup geliyordu. İçlerinden defalarca gelenler oluyordu. Her yıl hastane çalışanlarının kadrosu değişiyor ama yeni gelenler ile birlikte işin sürdürülebilir olması sağlanıyordu. Çin yeni yılını Çin’e gitmek yerine Türkiye’de kutlar oldular. Kendi yetiştirdiğimiz rehberler turları yaparken, neredeyse Çince öğrenmeye başlamışlardı.
Deniz Emin Tüfekçi
Baştarafı <<<<<<3
Devamı >>>>>>>>>>
FACEBOOK YORUMLAR