Deniz Emin TÜFEKÇİ

Deniz Emin TÜFEKÇİ

[email protected]

Turizm de 43 Yıl ve önemli dip notları -2

21 Haziran 2020 - 10:04 - Güncelleme: 02 Temmuz 2020 - 23:15


Turizmin önemli isimlerinden Deniz Emin Tüfekçi, Turizmde 43 yılı yazdı.  

Doğu ve Batı bloku gençlik örgütlerinin ilk kez bir araya geldiği Primorsko toplantısı;
Diğeri anım ise Bulgaristan Primorsko sahil kasabasında Doğu bloku gençlik örgütleriyle, Batı bloku gençlik örgütlerinin ilk kez bir araya gelecekleri toplantıya, her iki örgütün de üyesi olan iki kuruluştan birisi olarak katılmamızdı. Prestijimizin üst düzeyde olduğunu düşünürken, açılışta bilgimiz dışında, programda olmamasına karşın Kıbrıs Rum kesimi Edek, Kıbrıs komünist partisi gençlik kuruluşunun Türkiye’yi işgalci ülke olarak niteleyen konuşması üzerine söz alıp bir konuşma yapmak istesek de  bunu gerçekleştirme olanağı bulamadık. Orada bulunduğumuz 1 hafta süresince hiç gündemimizde olmayan Kıbrıs konusunu ister istemez görüştüğümüz her ülkenin delegasyonuyla, çoğu zaman onların da meraklarını gidermek amacıyla, Türkiye’nin tarihi, kültürü, ATATÜRK’ün kurduğu cumhuriyeti ve modern Türkiye’yi anlatırken Kıbrıs’ın Türklerce işgal edilmediğini, Nikos Sampson faşist darbesinin Kıbrıs Cumhuriyetinin demokrasisini sona erdirdiğini, Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının da buna destek verdiğini, katledilen Kıbrıslı Türkleri de korumak ve, tekrar Kıbrıs’a demokrasi ve özgürlük getirme amacıyla uluslararası anlaşmadaki garantör devlet sıfatıyla askerlerimizin orada bulunduğunu anlatarak Kıbrıs Rum kesimi EDEK temsilcilerinin faşist yapıya destek verdiğini anlatıyor, oldukça da iyi tepki alıyorduk. Öyle oldu ki, son gece açık havada, Doğu blokundan tanıdığımız gençlik örgütleri lideri Macar, Çek, Polonya ve Doğu Alman kızların fiili desteği, Türkiye’yi 5 saat anlattığım İspanyol komünist partisi gençlik örgütünün elma şarabı ve gitar desteği ile yaklaşık 40 metrelik bir uzun masa düzenini yemek sonrasında oluşturup, elimde megafonla ilk gün yapamadığım konuşmanın kısa bir özetini konuklara anlatırken, bizden 50 metre uzakta ayrı bir yerde mahcup ve yalnız oturan Yunanistan, Filistin ve Kıbrıs Rum kesimi  delegasyonunu da alkışlarla yanımıza davet ettim.
O gece gördüm ki, farklı uluslardan, bloklardan da olsak, dünya gençliği aynı ruhu taşıyordu .Durumu kurtarmıştık.
İşin garibi, Albaylar cuntası karşıtı Yunanistan’dan gelen delegasyon bize Kıbrıs Rum kesimindekilere davrandıklarından daha içten davranıyordu.
İki yıl önce İstanbul’da Filistin gecesine 300 bin lira gibi bir büyük katkı yaptığımız Filistinliler, her zaman olduğu gibi hep karşımızda yer almış, Primorsko’daki toplantılarda da bize’’ işgalci Türkler’’! nitelemesinde bulunduklarını başka ülke delegasyonlarından duymuştuk.
 
Sivil toplum örgütünün rolü;
TMGT, kamu yarına kurulmuş, kar amacı gütmeyen, gelirini yine gençlik ve öğrenci için harcayan-ki gerçekten müthiş bir organizasyondu-bir sivil toplum örgütü, NGO (Non Governmental Organisation) olarak çok başarılı bir yapıydı. Türkiye’nin dünyada saygın ve etkili bir yer edinmesi için sadece devletin kurumlarının devletlerarası ilişkiler yeterli değildi. Devlet aygıtı, ülkeler arasındaki ilişkilerdeki kanallardan sadece biriydi. Sivil toplum örgütleri farklı kanallardan diğer ilişkileri kurar ve birçok konuda devletlerin kuramadığı, ya da başaramadığı ilişkileri kurma, güçlendirme hatta yönlendirme görevini üstleniyordu. TMGT, yukarıda bahsettiğim gibi Türkiye’nin Kıbrıs gibi haklı davasını Doğu ve Batı bloku gençlik ve öğrenci örgütleri nezdinde anlatıyor, muhataplarını bu konuda bilgilendiriyor, aydınlatıyordu. CENYC Avrupa Parlamentosu milli gençlik konseyi komite üyeliği de TMGT’nin başarıyla ülkemizi temsil ettiği önemli bir yapıydı.
Sivil toplum örgütleri devlet kurumlarının yerini alma hevesinde ya da fonksiyonunda değildi, büyük ölçüde yardımcı oluyordu.
İşte,TMGT’nin devleti ele geçiren askeri cuntanın marifetiyle kapatılması, ülkemizin bir çok alanda TMGT ve benzeri kuruluşlar kanalıyla  haklarını savunan yapısı  bizi uluslararası arenada yalnız ve savunmasız bırakmıştır. 12 Eylül cuntasının ülkeye yaptığı ihanetlerden birisi de buydu. Türkiye ilerideki yıllarda da bunun çok eksikliğini hissetmiş, zararını görmüş, dönemin siyasetçilerinin kamuoyunda yarattığı ’’ Avrupa, dünya bizi anlamıyor! ’’ safsatasının doğmasına neden olmuştur.
Uluslararası arenada bu nedenle yalnızız.

Terör ve turizm;
Sanırım 1979 yılında Yılbaşından hemen önceki haftada 21-28 Aralık tarihleri arasında süren Kahramanmaraş olayları bir iki günde tüm yılbaşı guruplarımızın iptaline neden oldu. Teleks şeritlerinde sadece gurup iptallerini okuyorduk. İlk kez terörün asıl muhataplarından sonra en çok zarar gören kesimin turizm olduğunu gördüm.
 
TMGT Sultanahmet ofisi;
İş yaşamımın büyük bir çoğunluğunun geçtiği Sultanahmet bölgesi dünyanın çok özel bir alanı, bir açık hava müzesidir. Sultanahmet’te yürürken sadece o binadan diğerine, bir zamanların kral ve kraliçelerinin, önemli insanların adımlarını attıkları taşlar üzerinde yol almıyor, aynı zamanda 2000 yıl öncesine doğru bir yolculuk da yapıyorsunuz. Bu meydanda yapılan yarışlar, katliamlar, Pornai sokağındaki eğlenceler gibi hayaller, camilerden yükselen ezan sesi  gibi gerçekler, her gün ofisime giderken yürüdüğüm meydan tüm tahribata karşın dünyanın en güzel açık hava müzesi olarak ruhumu okşuyor. Ofisimin karşısındaki 4 katlı Sphendone duvarı tam 1650 yaşında.70 metre aşağıdaki Aziz Segious&Bachus kilisesi, Küçük Ayasofya camisi neredeyse 1500 yıllık. Yolda yürürken ayağıma gelip, top gibi şutladığım minik mermer parçası Romalı zengin Hırsızos’un! evinin mutfak tezgahından.
 
O dönemde Gençlik Turizminin merkezi Sultanahmet’ti. Hostel olarak işlettiğimiz İki öğrenci yurdu başta olmak üzere bölge hostellerin merkeziydi. Yerebatan camisinin- ki ilk Türkçe ezanın okunduğu camidir-, yanındaki ofisimizden ilkbahardan sonbahara her gün yüzlerce yerli ve yabancı turisti otobüsler ve trenlerle yurtiçi ve yurt dışına gönderiyorduk. Avrupa trenimiz yanında  Asya’da Tahran, Kabul, Yeni Delhi ve Avrupa’da Münih, Amsterdam, Atina hattındaki otobüslerimiz sadece ulaşım değil, turistlerin bir birileri ile haberleşme, mesaj merkezi gibi çalışıyordu. Turizm bakanlığı Sultanahmet bürosunda da gençlik turizmine destek oluyorduk. Yaklaşık 40 kişilik çoğu Boğaziçi üniversitesinden ve G.Saray başta olmak üzere yabancı dilde eğitim veren liselerden gelen öğrencilerden oluşan ekibimiz gönüllü olarak çalışıyor, turizmi ve turisti yaşayarak tanıyordu. Sultanahmet’teki turizm devinimi sanırım bir başka ülkede yoktu.
 
Ecevit, Demirel ve Elveda TMGT;
1980 yılında üniversiteyi bitirdim ve beklenmedik bir şekilde turizm sektöründe ve TMGT’de kalmaya karar verdim. Vazgeçirmeye çakışanlara pek kulak asmadım. Turizm bana göre, ruhuma uygun bir iş, hatta hobim olmuştu. O yıllarda gelen turist sayısı bir milyon, gelir 600-700 milyon dolar civarındaydı. Türkiye’nin potansiyelini görüyor, her açıdan gelişeceğini görüyordum. Güney Antalya projesi bunun ilk ışıklarından biriydi.
1970’lerin sonunda ülke siyasetinin iki önemli adamı, ve başbakanlık yapmış kişisinin demeçleri beni dolaylı olarak turizme yöneltti.
Bülent Ecevit’in ‘’enkaz devraldık’’ tanımlaması ülkenin ekonomik olarak durumunu gözler önüne seriyordu. Enkazı düzeltmeliydik!
Süleyman Demirel’in ise ‘’70 cent’e muhtaç Türkiye…’’ söylemi ve hatta yurt dışındaki Büyükelçilerimizin kışın kalorifer parası ödeyebilecekleri döviz Türkiye’den gelemediği için Elçilik odalarında kışın paltoları ile oturduklarını okumak beni çok etkilemişti. Ülkeye döviz kazandırmalıydık! Okul bitmişti, futbol bursu alarak Amerika’ya gitmek de söz konusuydu.
 
Karar ;
Ne aldıysam bu ülkeden almış, sadece aile değil, bu ülke yurttaşlarının verdiği vergilerle yapılan okullarda okumuş, öğretmenlerinden ders almış, yollarında yürümüş, olanaklarından yararlanıp, ‘’ben’’ olmuştum. Beni buna hazırlayan ülkeme sırt çevirip daha tatlı bir hayat hayaliyle tüm entellektüel birikimlerimi bir başka ülkeye, topluma harcayamazdım. Bu ülkeden alıp yine bu ülkeye verecektim.
Turizmde devam edeyim, her yıl yüz bin dolar- ki o zaman iyi paraydı-, dövizi ülkeme turizm yoluyla kazandırayım, benim gibi yüz bin dolar kazandıracak yüz bin, iyi yetişmiş kişi olsa, Türkiye’nin yüz milyar dolar döviz girdisi olur, ona buna el açmak zorunda kalmayız diye düşündüm. Ben gecen kırk yılda sözümü hep tuttum, ne kadar fazlasıyla tuttuğumun önemi yok. Bu ülkeden aldıklarım her zaman verdiklerimden fazla olmuştur, bu borç hiç bitmez, ölene kadar yurdumuza geri ödeyeceğimiz bir borç olarak da kalacaktır. Bunu para olarak, iyi çocuklar yetiştirerek, üreterek, yurttaşlarının elinden tutarak, ülkene sahip çıkarak, tanıtarak  sevdirerek de yaparsın. Bunları yapmayı hedeflemiştim.
Tabii bir de bilinçaltımda yer eden, ilk gençlik önemlerinde radyoda  dinlediğim ‘’Kamera reklam, Nihat Boytüzün ile dünya turu’’ programı reklam arasında 5 dakika Nihat beyin gezdiği, gördüğü ve yaşadıklarını anlattığı güncelerdi. Dünyayı dolaşıyor, yerel müzik tınısını da katarak o yerleri tatlı diliyle anlatıyordu. Sanki o anda orada olmak için içim gidiyordu. Yıllar sonra kendisi ile meslektaş olarak tanışıp dostluğunu gördüğümde  bana turizm fikrini kafama ,ruhuma sokan adam olduğunu söylediğimde,’demek ki doğru adamı etkilemişim!’ demişti.
  Deniz Emin Tüfekçi
Baştarafı<<<<<
Devamı >>>>3

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum