Turizmin önemli isimlerinden Deniz Emin Tüfekçi, Turizmde 43 yılı yazdı.
1977’den bu güne Turizm sektörü, gözlemlerim, yaşadıklarım ve değerlendirmelerim. 40 küsur yıllık kısa bir hayat hikayesi……
Ruhumda, karakterimde iz bırakan adam, babam!
1930’ların,40’ların yokluk ve yoksullukla baş etmeye çalışan Türkiye’sinin Karadeniz’inde bir sahil kasabasının denizi kuşbakışı üç km ötede gören bir köyünde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in doğduğu kasabaya armağanı diye nitelenebilecek bir ilkokulun, okuma çağına gelmiş bir çocuğun yaşamını değiştirdiği yıllar.
Yoksulluktan köyden kasabaya çarığı eskimesin diye çıplak ayakla koşup, çeşme başında ayaklarını yıkayıp çarığını giyen çocuk…
9 köyde tek okuyan çocuğun ilkokulu bitirdiği yıl açılan ortaokulu, yokluğa karşın ısrarla okuyup bitirmesi ve sonrasında gidecek bir başka okulun kalmadığı yıllar.
Kurtuluşu köylü kalıp köyünde inek bakmak, tarla yapmak, ağaç kesmek değil, okumak, daha çok eğitilmek olduğunu düşünen, yoksulluğun kader olmadığını, buna itiraz etmesi gerektiğini düşünüp, kurtuluşu daha fazla eğitim alacağı İstanbul’a ‘’Karadeniz’’ vapuruna 3.mevkide bilet alıp gidişi, kendisini kabul edebilecek bir okul ararken, aç kalmamak için iş bulduğu Paşabahçe cam fabrikasında ateşin karşısında çalışıp karlı havada eve giderken zatürre oluşu. Tek başına başvurup sınavlarını kazandığı okullara sağlık! gerekçe gösterilerek kabul edilmemesi ve sonunda bir askeri okula kabul edilip yaşamındaki ilk ceket, ilk palto, ilk normal çorap, ilk iskarpin ayakkabı, kravat ile tanışması.
Kardelen çiçeği gibi tüm olumsuzlukları yokluk ve yoksulluğa başkaldırıp inatla sergilediği bir irade ile yenmeyi kafasına koyup, tek başına bir mücadele verip kazanan babamın anlattığı bu yaşam öyküsüyle büyüdüm.
Yılmamak, vaz geçmemek, çalışmak, direnmek, yalnız da olsan başarıya giden yoldan ayrılmamak ve sürdürülebilir bir başarıyı yakalamak.
Bana kimliğimi kazandıran hayat öyküsünün temel taşlarıydı bu sözler.
Benim yolumu çizmeme katkı sağlayan bir Atam vardı bir de babam. Diğerleri de yoldan çıkmamama yarayan bordür işaretleri gibi kıymetliydiler.
Hasbelkader geçer notlar alıp bitirdiğim Heybeliada’daki devlet lisesinden sonra iyi eğitimin verildiğini duyduğum Boğaziçi Üniversitesine, işletme bölümünü kazanıp girişim tanrının lütfu kadar babamın verdiği hayat dersinin ürünüdür.
Bitirdiğim iki üniversite; Boğaziçi ve TMGT
Boğaziçi Üniversitesinin 3. Sınıfında TMGT-Türkiye Milli Gençlik Teşkilat
ı-kısaca Tımgıt derdik-, Genel sekreteri bir okul arkadaşımızın Haşim Durusel’in ,TMGT içinde yuvalanmış bir sol! örgütün teşkilatın parasına el koyarak turizm başta olmak üzere her hangi bir faaliyetine olanak bırakmadıklarını, bu duruma ancak kaba kuvvet göstererek son verilebileceğini, o dönemde Türkiye’deki üniversitelerde CHP’li gençlerin tek hakim olduğu biz Boğaziçililerin, sorunsuz eğitimin sürmesine olanak tanıyan bizlerin duruma el koyması gerektiğini söyleyerek bizi, 35-40 arkadaş TMGT’nin Beyoğlu, Tünel bölgesindeki merkezine götürdü.
Ufak bir tartışmanın ardından daha sonra bir kısmı ile arkadaş dahi olduğumuz gurubu uzaklaştırıp mevcut yönetime destek olmakla kalmadık, davetleri üzerine TMGT içinde fiili olarak yer almaya başladık.
Haşim bile farkında değildi turizm’e adım atmamın kaderimde bu kadar önemli bir rol oynadığının.
Ardahandan çıktım yola…
Doğrusu, TMGT merkez ofisi Arda han isimli bir binadaydı. Alt katımızda Adalet partisi AP il merkezi, yan binada ise CHP il merkezi vardı.
O yıllarda siyasetin bir nezaketi vardı. Binaya giren herkes farklı dünya görüşlerinde de olsa birbirlerini gülümseyerek selamlar, bayramlarda ziyaretler olurdu. Sol eğilimli bir gençlik örgütü olan TMGT, yerli ve yabancı gençliğin Kabe’si gibiydi.
Hem Doğu(komünist) bloğun gençlik örgütü BITEJ’e , hem de Batı blokunun gençlik (FIYTO) ve de öğrenci(ISIC) örgütlerine üye olan dünyadaki iki örgütten birisi olmanın yanında, hala girmeye çalıştığımız AB’nin Avrupa konseyi gençlik örgütü CENYC’in –the Council of European National Youth Committees-1963 yılındaki kurucu üyesi olarak çok saygın bir yere sahipti.
TMGT’de ilk görevim YSTC (Gençlik&Öğrenci Turizm Merkezi) Müdürlüğünde pazarlama şefliğiydi. Güya bir maaşımız da vardı ama bir kaç profesyonelce çalışan dışında hiç kimseye bir para verilmiyordu.
TMGT, öğrencilere rüşvetsiz ehliyet alabilecekleri sürücü kursu düzenlemekten, yılda on bin gencimizi Avrupa’ya gidebilecekleri kamplar başta olmak üzere onlara aylık tren kartları, hostel kartları, sağlık sigortası, otobüs ulaşımı sağlayan, bunu da iki taraflı uygulayan bir müthiş yapıydı. Daha da önemlisi Türkiye’nin o dönemdeki en büyük seyahat acentasını da bünyesinde barındırıyordu.13 Temmuz 1977tarihinde farklı 14 ülkeden 66 turist dolusu otobüsü Türkiye’nin dört bir yanında tur yapıyordu. Bir milyon turistin bile olmadığı, 600 milyon dolar turist girdisinin sağlanabildiği yıllarda bu çok önemli bir rakamdı. Hepsi amatör onlarca Rehber büyük tabloda adeta tur beğeniyorlardı.
Amatör rehber kursu düzenleyip yılda yüz civarında yabancı dil bilen, başta Galatasaray Lisesi öğrencileri olmak üzere farklı dillerde öğrencilere son derece saygın (Prof.Semavi Eyice ,M.İhsan Tunay gibi) hocalar eliyle rehber yetiştiriliyordu. O yıllarda profesyonel rehber mumla aranıyordu. TMGT rehberleri mükemmel entelektüel alt yapılarıyla sonraki yıllarda turizm sektöründe de çok önemli yerler edindiler. Zor ama güzel yıllardı. Dayanışma, saflık, dürüstlük çalışkanlık hamurundan üretiyorduk her şeyi.
TMGT’de bir süre sonra bazı arkadaşlarımızın kendi seyahat acentalarını kurmak üzere ayrılmaları sonucu önce Gençlik Öğrenci Turizm müdürü, sonrasında ise 24 yaşımda TMGT’nin turizm müdürü oldum. TMGT’den çeşitli nedenlerle ayrılan amatör ruhlu çalışanların kurduğu seyahat acentası sayısı 10’dan fazlaydı.
Hem turlarla yurt içini, hem de toplantılar nedeniyle gidebildiğim yurt dışını tanımaya başladım. O yıllarda yurt dışına çıkmak, pasaport almak pek kolay değildi.1980 Moskova olimpiyatlarına ISTC delegasyonu içinde pasaportumu alamadığım için yer alamamıştım.
Mazot yok ki turu tamamlayalım…!
Ben bu kurslara katılmakla kalmadım, bitirip rehber olarak zaman zaman turlara çıkarken, sonraki iki yılda ilk yöneticilik deneyimimde kursun düzenleyicisi olarak da sorumluluk aldım. Sanırım 79 kışı idi, İkisi de artık aramızda olmayan sevgili Galatasaray liseli Engin Göker ve Sinan Acarel ile iki otobüs dolusu,18-20 yaşlarında kızlı erkekli 84 öğrenci rehber kursu eğitim gezisinde Batı-Kapadokya turu yapıyoruz. O dönemde ülkede akaryakıt sıkıntısı var, mazot yok. Bir nevi karne ile veriliyor mazot. Turlarımızda otobüslerimize yasal olarak her ilin sınırına kadar mazot veriyorlar. Her otobüsün altında asıl depo kadar bir de yedek depo var. Her gittiğimiz ilde dostlarımız, otelciler, özellikle lokantacılar civar köylerden tarım için ayrılan mazotlardan alıp otobüslerimize veriyorlardı. Turist var, ama otobüsü yürütecek mazot yok. Antalya’dan İstanbul istikametine döneceğiz, ama mazotumuz bitti. Mazot almak için validen kağıt gerekiyordu Sinan Acarel ile beraber hafta sonu olması nedeniyle evine giderek görüştüğümüz Vali beye durumu anlattık, otobüslerimizin yola şehrin sınırına kadar yetecek mazotla çıkamayacağını, Şubat ayında Toroslarda mazotun bitmesi demek, 84 öğrencinin donarak ölmesi tehlikesi ile yüz yüze gelmek demekti. Vali bey hiç aldırmadı, kapıyı kapatmak istediğinde, TMGT olarak bunu şimdi basınla ve Ankara’yla paylaşacağımızı söyleyip yola çıkacağımızı belirttim. Kızdı, defolun, polise haber verip gözaltına aldıracağım! dedi. Tehdide boyun eğip, geri adım atmadık. Mazotu almadan gitmeyeceğiz deyince, bir kağıt imzalayıp verdi.
Kendimi iyi bir eğitimci ve örgütçü olarak tanımlayabilirim. Sektörde çoğu halen işlerinin başında olan birçok elemanın yetişmesinde katkım oldu. Hiç yetişmiş bir elemanım olmadı. Kiminle çalıştıysam ne biliyorsam her şeyi öğrettim. Hemen hemen hepsi de işlerinde başarılı oldular. Boynuz kulağı geçtiğinde çok sevindim, gurur duydum. Onlar da hep kendi yuvaları olarak ofisimizi gördüler.
TMGT döneminde unutamadığım iki anımı daha paylaşmak isterim. Bunlardan biri İstanbul’da DİSK’in ev sahipliğinde bizim tarafımızdan düzenlenen bir çok ülkenin saygın Sendikacılarının katıldığı ILO -International labour Organisation- toplantısının çoğunlukla konukların konakladığı Hilton otelinin deposunda su kalmamasıydı.
O dönemde İstanbul’da su günlerce kesilir, binalara bazen haftada birkaç saat su ancak verilebilirdi. Hilton’un müdürü oteldeki su sıkıntısını anlatınca dünyaya rezil olmamak için konuyu Belediye başkanı rahmetli Aytekin Kotil’e iletip, hemen o gece 5 arazöz dolusu suyun otele verilmesini sağlayarak durumu kurtardık. Su yok, mazot yok, tozlu yollar, olmayan tuvaletler, ama öyle bir nesildik ki, acentacısı ,rehberi, şoförü, teknecisi, lokantacısı, sazcısı, halıcısı dört dörtlük bir yürekle işimizi canı gönülden yorulmadan, şikayet etmeden ,çözüm üreterek yürütüyorduk.
Deniz Emin Tüfekçi
Devamı >>>>>
FACEBOOK YORUMLAR