Dç. Dr. Oğuzhan UÇ

Dç. Dr. Oğuzhan UÇ

[email protected]

Türkiye'de "Koro Şefi" Gerçeği

27 Ekim 2024 - 16:13

Merhaba sevgili okurlar, uzun zamandır yoğunluktan ötürü yazılarımı ihmal ettim. Affınızı dilerim.

Malum kış sezonu başladı ve kış sezonuyla birlikte sözde Türk Müziği koroları, bir paye dağıtma ve eleman toplama yarışına girdiler. Bu yarış, ne yazık ki ehliyetsiz, yeteneksiz, bilgisiz pek çok kişinin tekrar karşımıza çıkmasına neden oldu. Sosyal medyadaki eleştirileri, reklamları ve yaklaşımları görünce ben de birkaç satır bir şeyler paylaşmak istedim.

Yalnızca İstanbul’da altı yüzü aşkın Türk Müziği korosu olduğunu, bunların çoğunun kayıtsız olduğunu çeşitli haber kaynaklarından okuyoruz. Bu koroların başında koro yönetmeyi bırakın, müziği dahi bilmeyen pek çok kişinin bulunduğunu, bu kişilere bir şekilde unvanlar verildiğini ve maalesef yetki dağıtıldığını görüyoruz. Hatta bu kişilerin, kendi egolarını tatmin amacıyla, koristlerin seviyesinin çok üstünde eserler okutma çabalarına da şahit oluyoruz. Durum böyle olunca, biraz kendini yetkin sayan musikişinasların da eleştirileri kaçınılmaz hale geliyor.

Öncelikle "koro şefi" nedir, kısaca irdelemek gerekli. Bu kavram dünyada ve Türkiye’de bazı farklılıklar gösterse de pek çok konuda ortak değerlere sahiptir. Dünyada orkestra ve koro şefi olabilmek için etkin bir müzik bilgisine sahip olmak, en az bir çalgıyı profesyonel düzeyde çalabilmek, partisyon ve repertuvar konularında geniş bilgi sahibi olmak ve en önemlisi, üniversitelerin kompozisyon ya da orkestrasyon bölümlerinden en az lisans seviyesinde mezun olmak gereklidir. Koroların yapılarına göre, sponsorluk ilişkilerini yönetebilmek, kitle iletişimi ve orkestra-koro dengesi gibi kavramları da bu görevi yerine getirenlerden beklenen özelliklerdir. Geleneksel Türk Müziği'nde ise basit makamlardan bileşik ve göçkü makamlara kadar tüm nazariyata hâkim, sesini iyi kullanan, orkestra ve koro yönetiminde yetkin, bir enstrüman çalabilen, koronun tonlarında şarkı söyleyebilme yetisine ve geniş bir ses aralığına sahip müzisyenlerin şeflik yapması tarih boyunca alışılagelmiş bir yaklaşımdır.

Ne yazık ki, sanat ve sanatçının kaos dönemlerinde daha da önem kazandığı dünyada, bizim ülkemizde her kavramın içi boşaltıldığı gibi, sanat ve müzik kuramlarının da içi boşalmıştır. Ehil ve yetkin insanlar ne devlet kurumlarında ne de özel çalışmalarda kendilerine yer bulabilirken, mahallelerde şarkı-türkü söyleyen kişiler, ciddi kurumlar tarafından "hoca" olarak tanıtılmakta. Üstelik bu kişilerin, amatör bile olmayan korolarla büyük makamlarda ve usullerde eserler icra etme çabasına girdiklerini görüyoruz. Birkaç örnek vermek gerekirse, bazılarının esas meslekleri arasında sağlık sektörüyle ilgilenenler, eğitim alanında kısa süreli görev yapmış olanlar ve müzikle sadece hobi düzeyinde ilgilenen kişiler bulunmakta. Anlaşılan o ki, şeflik unvanı artık sadece uzmanlık değil, her türlü yetki ve bilgiden bağımsız bir süs haline gelmiş durumda.

Türk Müziği’nde eğitim, küçük usuller ve basit makamlarla başlar. İcra stili (Selahattin Pınar’dan sonra - transpozisyon yaklaşımı) son derece tartışmalı olsa da müfredatı bu doğrultuda ilerleyen Üsküdar Musıki Cemiyeti, Yeldeğirmeni Musıki Cemiyeti gibi birkaç köklü kurum hâlâ bu geleneksel çizgiyi takip eder. Ancak, kendisini "hoca" ilan eden bazı kişiler, temel düzeydeki makamları bile çalıştırmadan, büyük usullerle tertip edilmiş birleşik-göçkü makamlarda eserler öğretmeye çalışarak tüm sisteme zarar vermektedirler. Bu, Türk Müziği'ni bir ezber müziği haline getirir. Eğer bir eserin içindeki ritmik kalıpları ve makam geçişlerini anlayıp öğretemiyorsanız, yaptığınız iş, sadece ezberletmek olur. Bunun yanı sıra müzik edebiyatı ile ilgili fecaat emin olun ki başka, büyük yazının konusu  Bu, ilkokul mezunu birine üniversite derslerini ezberleterek diploma vermeye benzer. Sonuç elbette ki hüsrandır.

Bu arada, yanlış anlaşılmaması için önceki yazılarımda olduğu gibi bir kez daha belirtmek isterim; benim kişisel kaygım sadece Türk Müziği’nin yozlaşması üzerinedir. Mesleki açıdan herhangi bir eksiklik ya da tatminsizlik yaşadığım için bu konuları dile getirdiğimi düşünmeyin. Nitekim, Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Kürsüsü’nde Doçent unvanıyla görev yapan, bu alanda akademik yetkinliği ve derin bilgi birikimiyle tanınan bir akademisyenim. Aynı zamanda, uluslararası alanda konserler veren ve müzik dünyasında marka değeri yüksek olan "Ocemut" adlı topluluğun kurucusu ve şefiyim. Bunların yanı sıra, Üsküdar Gazeteciler Sosyal Sorumluluk Derneği bünyesinde gerçek bir Türk Müziği Fasıl Heyeti üzerinde çalışmalar yürütüyor ve Beykoz'da amatör bir topluluğu yönetiyorum. Zamanım gelen teklifleri değerlendirmeye bile yetmiyor, dolayısıyla kişisel bir memnuniyetsizlikle bu satırları yazıyor değilim.

Ancak, beni asıl üzen, İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’ndan dönem arkadaşlarımın durumudur. Birçoğu, Klasik Türk Müziği adına hem ehliyetli hem de yetkin oldukları halde, sırf geçimlerini sağlamak için piyasa programları yapmaya mecbur kalıyor. Oysa ki bu isimler, bilgi ve birikim açısından Türk Müziği’ne büyük katkılar sunabilecek, alanında uzman kişiler. Eğitimin ve bilginin bu kadar değersizleştirildiği bir döneme daha önce hiç şahit olmamıştım.

Pek çok kurum popülist kaygılarla müzik çalışmaları başlatsa da, bu çalışmalarda görevlendirdikleri ve "hoca" olarak tanıttıkları kişiler ne geleneksel ne de evrensel müzik bilgisine sahipler.

Geçmişi doğru aktarmanın geleceği borcumuz olduğunu düşünen bir akademisyen olarak, tüm kurumların silkelenmesi ve ehil insanlarla çalışmalar yapması gerektiğini tüm gücümle savunuyorum. Umarım gerçek bilgi sahibi, yetkinliği olan, eğitimli hocalar ile yarına dünü doğru aktarmayı tekrar öğrenebiliriz.

Değerli okurlarım, hepinize iyi günler diliyorum.

 

Doç. Dr. Oğuzhan

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum