Bu atasözünü bilirsiniz değil mi? Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü... Türk Dil Kurumu’na göre anlamı; daha önce iyi durumda olan kişinin durumu bozulunca uygun olmayan, yersiz davranışlarda bulunmasını anlatır.
‘Peki nereden çıktı’ bu diyebilirsiniz. O zaman bir soruyla devam edelim. Çok sevdiğiniz bir arkadaşınız, kardeşiniz, dostunuz ya da müşteriniz size geldi ve batmak üzere olduğunu söyledi. Siz de kendisi için bankaya gittiniz kredi aldınız.
Parayı eline saydıktan sonra, koşa koşa yanınızdan ayrıldı. Sonra duydunuz ki gidip son model bir otomobil almış. Elbette dönüp nedenini sorarsınız. Size ‘daha güçlü olduğunu göstermek, durumunu iyi hissetmek, evdekileri mutlu etmek’ gibi nedenlerle bunu yaptığını söylese ne hissedersiniz?
Kızgınlığınız bir yana, bu krediyi zamanında ödeyip ödeyemeyeceği kaygısına kapılırsınız. Çünkü ödemezse fatura size çıkacaktır. Şimdi tüm fanatizminizden, renk aşkınızdan ve duygularınızdan sıyrılarak lütfen okumaya devam edin.
Şu anda futbol kulüplerimizin durumu bundan farklı mı? Her gün gazetelerde, televizyonlarda boy boy transfer haberlerini, birbirleriyle son derece maliyetli sayılabilecek futbolcuları almak için kapıştıklarını görmüyor musunuz?
Peki bu futbol kulüplerimiz UEFA’nın finans kriterlerine göre batık değil miydi? Geçtim UEFA’yı... İçlerinde yıllardır vergi borçlarını affettirip, kalanı taksitlendirip, sonra da o taksitleri de ödemeyenler yok mu?
Hadi bunu da önemsemediniz. Daha ekonomik gerekçeler sunayım. Bunların bazıları borsaya açık şirketler değil mi? Hissedarları yok mu? Daha iki gün öncesine kadar, yani transfer sezonu başlayana kadar en büyüklerin bile konkordato aşamasında olduğu ve bir an önce sahip çıkılması gerektiği konuşulmadı mı?
Bunun üzerine bir kamu bankası harekete geçmedi mi? Hatta yine kısa bir süre önce bir tanesinden başlamak üzere, borçlarının ödenebilmesi, durumlarının düzeltilebilmesi için kredi aşamasına getirilmedi mi?
Şimdi ne konuşuyoruz? ‘Biz sizden önce o futbolcuyu aldık.’ ‘Biz zaten ona talip değildik. Daha pahalısını alacağız.’ En ilginç olanı da ‘dedeye sahip çıkalım’ kıvamında kamuoyunun gündemine gelip, kamu yardımı talep edenlerin şimdi son model araba alır gibi, pahalı futbolcuları nasıl birbirlerinden kopardıklarını konuşuyoruz.
Pahalı diyorum, çünkü dünyadaki sistemin tersine bilhassa yabancıların vergilerini de kulüpler üstleniyor. Sonra da kulüpler bu vergileri ödeyemiyor. Affedip, yapılandırıyoruz ve ardından onu da ödemiyorlar. Şimdi bir de ceplerine para koyup, onları kurtarmaya çalışıyoruz.
Ne güzel dünya yahu... Şu yapılanın binde biri, gerçekten zor duruma düşmüş bir sanayiciye yapılır mıydı? Peki ya krediyi veren kamu bankasına ne demeli? Hiç mi ‘arkadaş sen ne yapıyorsun’ demek aklına gelmiyor?
Neyse siz bunları önemsemeyin. Sezon açılınca onları alkışlarken karnınız doyar. Bence akıl tutulmasının bundan daha büyüğü yoktur. Akşam eve çorba parası götüreceği garanti olmayanların, taraftarı olduğu takımın milyon dolara futbolcu almasına sevinip, günün sonunda saatlerce futbol programlarında vardı yoktu diye tartışması. Tebrikler Türkiye...
Futbolu ben de severim. Elbette gönül verdiğim renkler var. Bu temaşanın toplumun savaşı değil barışı olması gerektiğine inananlardanım. Dernek statüsündeki kulüplerin üye ya da gönüllüleriyle aralarında düzenledikleri kampanyaları da niyet açık olduğundan dürüstçe buluyorum.
Ama kamu kaynaklarıyla bu yapılınca işin rengi değişir. El insaf... Ne diyordu atasözü ya da Barış Manço şarkısında? Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü...
FACEBOOK YORUMLAR