Dünya tarihine imza olan en büyük onurumuz, İstiklâl Harbi’nin, Büyük Taaruz ile noktalanarak elde edilen başarının üzerinden 91 yıl geçti. Onurlu, haklı, inançla ve emekle kazanılmış bir zaferin üzerinden geçen bunca sene sonra, mevcut tabloyu görmek insanın canını acıtıyor.
Elbette Türkiye bu süre içinde önemli bir mesafe katetti. Yeterli olmamakla birlikte genç Cumhuriyet’in geldiği noktayı azımsamak büyük bir yanlışlık olur. Ama ilk 15 yılda yapılan işlerle, yılları kapsayan ağır aksak yol alışı mukayese ettiğinizde, bugün gelinen noktadan tatmin olmak mümkün değil.
Bağımsızlığını cephede kazanan bir milletin, büyük önderiyle yürüdüğü yol, aslında bugünkü haliyle dersimize hiç çalışmadığımızı gösteriyor. Çünkü Ata o dönemde şu ifadeyi kullanarak yol haritasını veriyor:
“Askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun; ekonomik başarı ile taçlandırılmazsa meydana gelen zaferler varlıklarını sürdüremez, az zaman sonra sönerler. Zaferimizin başarısını sürdürmek istiyorsak, ekonomik egemenliğimizin sağlanması, geliştirilmesi gerekir.”
Çünkü Gazi biliyordu ki, ekonomik bağımsızlığı olmayan ülkeye, emperyalizme karşı mücadeleyi kazanmış olmasına rağmen yaşam hakkı yok. Bu nedenle uygulamaya konulan Milli Kalkınma Projesi kapsamında ülke yeniden inşa edilmiş, fabrikalar, sanayiler geliştirilmiş, eğitimden ekonomiye her alanda bunu besleyecek reformlar yapılmıştır. Fakat iki kelimeden taviz vermeden: “Milli ve bağımsız.”
Nitekim bunun sonuçları da görüldü. “Türkiye Atatürk’ün ölümüne kadar geçen bu 15 yıllık dönemde dış ticaret fazlasını üst üste 9 yıl yakalamayı başardı. Dışarıdan toplu iğneye varıncaya kadar ithalat yapılsa da, Türkiye bu dönemde aldığından fazlasını sattı.
1923-1938 yılları arasında Türkiye’nin milli geliri, oran olarak yüzde 104,8 artarken, tarım sektörü yüzde 101,3, sanayi sektörü yüzde 148,8 oranında büyüdü. Türk Lirası, dolar karşısında yüzde 24,6 oranında değer kazandı. (Kaynak: ATO)”
“1923-1938 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık yüzde 7,5 oranında büyüyerek GSMH’si dünya toplamının binde 3,62’sinden binde 6,52’sine yükselmiştir.” Atatürk Dönemi’nde Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın en hızlı kalkınan ülkelerinden biri olduğu yerli ve yabancı tüm kaynaklarda altı çizilen bir gerçek.
1946 yılında Merkez Bankası tarafından yayımlanan bir genelgeye göre dışarıdan borç almayan, kendi üretimini yapan ve dış ticarette mucizeler yaratan Türkiye’nin aynı zamanda 176 ton altını vardı. Bunu 26 Ağustos’ta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da Afyon’daki Zafer Yürüyüşü etkinliklerinde hatırlattı.
Peki bugün gelinen nokta ne? İç ve dış borç gırtlağı aşmış vaziyette… Ülke iliklerine kadar sıcak paranın tahakkümüne teslim edilmiş. Yurtdışı varlıklarla, yükümlülükler arasındaki fark, yani açık aleyhimize 420 milyar dolar… Türkiye ise Atatürk’ün uyarısına inat ekonomik bağımlılıkla gelen siyasi yaptırımları yaşar olmuş.
Vatandaşı da, şirketleri de, kamusu da borçlu…
Üstelik borcunu çevirmek adına çözümü de yeni ve taze paranın gelmesine, içerideki paranın da gitmemesine bağlı. Fakat ABD’de FED’in açıklamaları ve eğiliminden sonra yüzümüze tokat gibi vurulan gerçeği yaşamaya başladığımız da ortada…
Kısa süre öncesine kadar Başbakan Nisan 2013 sonu itibariyle 135 milyar dolar döviz rezervi bulunduğundan bahsedip, övünüyordu. Ekonomi o kadar bizim değil ki, bir para hareketi ve doların yükselmesini önlemek için 4 ayda 27 milyar dolar satmışsınız, ama çare olmuyor. Rezerv 108 milyar dolar... Bundaki yükümlülükleri düştüğünüzde daha da az, ama brüt rakam bu.
Yani eriyoruz… Zaferi cephede kazanıp, ekonomiyle taçlandırdığımız memleketin topraklarında, elde avuçta ne var ne yok satıp, üzerine borçlanıp, kendimizi kandırmanın peşine düşmüşüz ve ne yazık ki tacımızı satma noktasına gelmişiz.
Şimdi durup tekrar düşünelim. Zafer elbette en büyük gururumuz. Birileri hastalık, seyahat, yas gibi ne bahane bulursa bulsun bayram olarak kutlanacaktır. Çünkü bu zafer iktidarların değil, milletindir ve tartışmasız bayramdır.
Fakat soralım kendimize… Bu zafere ne kadar layığız. Yanıtı herkes kendisine versin. Daha güzel, zaferin onuruna yakışan, buna layık insanlar tarafından yönetildiğimiz bayramlara milletçe ulaşmak dileğiyle…
FACEBOOK YORUMLAR