Çetin ÜNSALAN

Çetin ÜNSALAN

EKOPOLİTİK
[email protected]

Yoksul haneye, yarım asır gecikmiş hak teslimi

21 Eylül 2022 - 00:45


Hafta sonunda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, iktidar olmaları halinde uygulamaya koyacakları  Aile Destekleri Sigortası’nın sunumunu dinledim. Asgari ücret altında yaşayan ya da hiçbir geliri olmayan ailelere sosyal devletin gereği olarak ödenecek bir maaştan bahsediliyor.

Veri tabanının kullanıldığı, insanların hane özelliklerini girerek, rahatlıkla maaşlarını hesaplayabildiği bir yardım mekanizması. Yardım ve yoksul tanımlamalarına bakmayın. Bugünkü açlık sınırı rakamlarına baktığımızda esasen hepsinin doğru tanımı, aç ve bu bir yardım değil, hak.

Sistemle ilgili ayrıntıları zaten medyada okudunuz. Fakat asıl ben bu sunumdaki not defterime düşen çarpıcı noktalara değinmek istiyorum. Bunun bir yardım olmadığını söyledim. Aslında bunu söyleyen ben değilim. Kemal Kılıçdaroğlu… Sunum yaparken ifadesi aynen şuydu: “Bulduğumuz bir mucizeden bahsetmiyoruz. 1971 yılında parlamentodan geçen bir düzenlemenin gereğini yapacağız.”

Bundan da anlıyoruz ki yarım asırlık bir sümen altı edilmiş hak kaybıyla karşı karşıyayız. 1971 yılında ILO’nun öngördüğü, sosyal devlet olmanın gereği olan ve altına imza attığımız 9 başlıklı bir sigorta türünün uygulanmayan maddesinden söz ediyor.

Bu düzenleme insanlara geçim vaat etmiyor. Bir iş buluna kadar yatağa aç girmemelerini temin ediyor. Peki ülkede bu durum istisnadan çıkıp genel bir sorun haline dönüşmüşken niye hayata geçirilmez? Kılıçdaroğlu’nun buradaki tanımı da çarpıcı: “Mesele yoksulluğu bitirmek değil, yoksulluk üzerinden siyasi sonuç elde etmek.” Yani aç bırak ki, muhtaç kalıp oy versinler.

Yapılan çalışmada 57 bin tür aile tespit ediliyor. Bu da ayrıntılı bir analiz olduğunu gösteriyor. Tek kişi yaşayan da, çocuklardan oluşan çekirdek aile de bu hane tanımının içine giriyor.

Bugüne kadar oy deposu olarak nitelendirilen kişilere yapılan yardımları gördük. Halen de mevcut iktidarın, ‘sosyal yardım’ adı altında dağıtılan paralarla en kemik oy depolarından biri olma özelliğini koruyor. Oysa görülüyor ki, verilen yardım değil; sosyal devlet olmanın gereği ve altına imza attığımız, lakin siyaseten uygulanan bir yaklaşım. Yani bu paraları size iktidar vermiyor.

Soru şu: Bu sistemde kriter nasıl belirlenecek? İşte orada sosyal hizmet uzmanları devreye girecek. Yani yeni bir yapı oluşturulacak. En az aile hekimi kadar olacak bir kadro. Yani 25 bin kişiden az değil. Üstelik hedeflenen yüzde 99’unun kadın istihdamına yönelik olması.

Hanedeki beyanın doğruluğunu teyit edecek, kurula rapor verecek ve sonrasında da istihdama yönelmelerini sağlayacak bir takip sistemi kurulacak. Dolayısıyla kim yoksul bilinmezken, devlet yardımı yaparken partili partisiz ayrımı da yapmayacak.

Para kadının hesabına yatırılacak. Böylece kadının, aile içindeki yerinin de güçlendirilmesi amaçlanıyor. Temel amaç her hanede asgari bir sigortalı çalışan yaratmak. Çünkü kamu işçi alımı yaparken de bu ailelere öncelik tanıyacak. Korkmayın çalışmayandan sigorta primi istenmesi gibi bir durum da yok. Adı sigorta olsa da prim söz konusu değil.

Yani Aile Destekleri Kurumu kurulacak ve işleri bu yapı yürütecek. İlginç olan bunun asgari ücret üzerinde işveren tarafında baskı yaratıp yaratmayacağının sorulmasıydı. Esasen sorun tam da bu değil mi? Avrupa’da yüzde 5 asgari ücretli çalışan ortalaması varken, bizde açlık sınırının altında maaş verme noktası o kadar benimsenmiş ki, böyle bir soru gelebiliyor. Öğrenilmiş çaresizlik bu olsa gerek.

Peki bu harcamanın finansmanı nasıl sağlanacak? Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu suale verdiği yanıt da bence çok anlamlı. “Hali hazırda bütçenin içinde sosyal yardımların payı yüzde 4. Bu üç katına çıkacak. Yapılan israfı düşündüğünüzde, bütçeye ek bir yük getireceğine inanmıyorum. Çünkü bu bir maliyet değil, zihniyet sorunudur.”

Hep söylediğimiz de bu değil mi? Kaynak var; sadece bunun kullanılmasıyla ilgili öncelikler problemin ana nedenini oluşturuyor. Bu bakımdan Kılıçdaroğlu’nun finanse etme yaklaşımını çok doğru buldum. İşverene yük getirme meselesine gelince, onlar da bir zahmet köle fiyatına insan çalıştırma zihniyetlerini kıracaklar.

Reel sektöre başka türlü yapılanmalarla rahatlama getirilebilir. Mesela fayda / maliyet hesabından verimlilik, adil bir vergi sisteminden üreten ekonomiyi esas alma başlığına kadar konuşulmayan konular üzerinden… Böylece gerçek iş insanları ortada kalır.

Dikkat çekici bir nokta daha var. Bu kesim, bankalara en çok borcu olanlardan oluşuyor. Bu maaşı yatırdığınızda banka alacağına mahsuben el koyabilir mi? Kılıçdaroğlu bankalarla oturup konuşacaklarını ve varlık yönetim sistemine devredilen fiyattan bu borçları da temizleyeceklerini söylerken, bu paraya el koymalarına da olanak verilmeyeceğini ifade etti.

Ayrıca bu ailelerin doğalgaz, su, elektrik ve internetleri de kesilemeyecek. Tüm bunlar nasıl uygulanacak? Mesele devletin yönetimde saydam olması. Kanun teklifi dahi hazır olan bir yapı. Akademisyenlerin yaptığı çalışmayla kurgu hayata geçme noktasında.

Peki bu çalışmadan kaçınmaya döner mi? Şayet kurumları doğru çalıştırır ve insanlara iş olanağı yaratırsanız; dönmez. Mümkün mü? Tüm gelişmiş ülkelerin uyguladığı bir sistemi uygulayamayacağınızı düşünmüyorsanız mümkün.  Ben bu projenin çok insani ve ahlaki olduğunu düşünüyorum.

Asıl sorulması gereken soru ise şu: 51 yıldır niye sümen altında? Uygulanabilir mi diye değil, niye uygulanmadı diye sorulması gerekir. Zira günün sonunda aslında siyaset bir particilik işi değil, partilerin vekil olup asile hizmet etme yarışıdır. Vatandaş olup hakkınızı arayın.

[email protected]
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum