Türkiye yerli otomobil yapacak mı? Aslında son dönemin en önemli başlıklarından biri. Ne yazık ki bu, ülkem adına büyük ama geç kalınmış bir eksiklik.
TOBB Genel Kurulu’nda Hisarcıklıoğlu ile Erdoğan arasındaki ‘yerli otomobil’ konuşması herkesin malûmu.
Esasen yüzde 100 yerli bir araç, benim de içimde kalmış başlıklardan biridir. İtiraf edeyim ‘Devrim Arabaları’ filmini izlerken, gözyaşlarıma mani olamadığım çok sahne olmuştur.
Nitekim geçmişte bir yazımda da Türkiye’nin mutlaka Devrim adıyla bir otomobil üretmesini ve iç piyasada teşvik edecek mekanizmalarla satılabilir kılması gerektiğini belirtmiştim. Bunun, Türk sanayi tarihi üzerinde bir travma olduğunu düşünüyorum.
Şimdi geldiğimiz noktada ise, otomobil üretme konusundaki ısrarımızı mercek altına almamız gerekiyor. Yani fikren desteklesem de ‘gerçekten klasik anlamda bir otomobil üretmeli miyiz?’
Türkiye’nin ilk endüstri tasarımcılarından Prof. Dr. Önder Küçükerman bu konuyla ilgili bir kitap yazdı ve hem yetkili, hem ilgili yerlere de yolladığını biliyorum. Şu soruyu sorma aşamasına gelebilmek için 70’den fazla başlığı yanıtlamanız gerekiyor.
Yani çocuğunuza çarşıdan oyuncak almıyorsunuz? Böyle babayiğit arayarak falan da bu iş olmaz. Dünya otomotiv pazarı daralırken, yeni bir otomobil yapmalı mıyız? Yaptık diyelim; nasıl yapmalıyız?
Başkasının terk ettiği modellerle, neredeyse batık firmaların artıklarıyla devşirme bir otomobilin şansı var mı? Bence yok. Türkiye’nin üretmekle ilgili hiçbir sıkıntısı yok ki... Sorun satamaması, satsa da değerini bulumaması.
Ülkemizde üretilen otomobillerin bile ne yazılımının, ne motorunun tedarikçisi olamıyoruz. Hatta yerli parça kullanım oranları dramatik seviyelerde. Yani tüm dünyaya orijinal ekipman satan yan sanayici, iç pazarda hak ettiği teveccühü görmüyor.
TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Genel Kurul’daki konuşması hoş bir anekdot. Ama yetmez…. Zira bu işler birbirimizi gaza getirmekle ya da temenniyle olmuyor. Öncelikle bugünkü daralan pazar koşullarında rekabetçi bir otomobil yapmanız mümkün değil.
Yine de üretmeye karar verirsek, kamunun işin içinde olması, finansman desteği sağlaması ve seri üretime geçildikten sonra ithalata ilişkin mevzuatı masaya yatırıp, iç piyasada bu ürünün satılmamasını olanaksız kılması gerekir. Aksi takdirde pazar da, maliyetler de, ürün de çok fizıbl değil.
Türkiye’nin önce motor ve yazılım işini halletmesi, ardından çakma tasarımlar peşinde koşmaktansa, orijinal bir ürün yaratması, içte ve dışta birim maliyeti düşürecek pazar ve rekabete dayanacak finansman bulması ve Türkiye markasını düzeltmesi gerekiyor.
Peki neden bu konuya kıt kaynakları harcayalım? Uçan otomobillerin konuşulduğu, hidrojenle gidecek araçların tartışıldığı bir dünyada bunu niye kompleks yapalım?
2 binli yılların başlarında dünyada parasal genişleme varken, pazar açıkken böyle bir girişim sonuç verebilirdi. Ama bugün olanaksız. Aslında bugün gündeme gelen doğruların hepsinin, geç kalınmış ve treni kaçırılmış konular olduğunu belirtmek gerekiyor. Aradaki çelişki de buradan doğuyor.
Bence bu otomobil üretme işinde acele etmeyelim. Gerçekten niyetliysek, tasarımcısından üreticisine, mühendisliğinden yazılımcısına organize kullandırabileceğimiz bir fon yaratalım ve 10 sene sonrasının trendlerini esas alan, geleceğin otomobilini üretelim.
Aksi takdirde başkasının modeliyle, kaynakları heba ederek ürettiğimiz otomobilin yakıt masrafını nasıl karşılayacağımızı kara kara düşünürken, elalem uçan otomobillerle üzerimizden geçecek.
Ne olur artık bu ve her konuda hayalleri olmakla, hayalperest olmak, fikir sahibi olmakla proje yapmak, duygusal hareketlerle gaza gelip nutuk atmak yerine vizyoner olmak arasındaki farklı anlayarak konuşalım. Yoksa yeni bir batık yatırım daha kapımızda.
FACEBOOK YORUMLAR