Türkiye’nin ekonomik sorunları zaten ortada. Ama bunun ötesine geçildi ve vatandaşın geçinememe gerçeği ile karşı karşıya kalındı. Bunda da artan hayat pahalılığının ve zorlaşan yaşam koşullarının etkisi büyük.
Mızrak çuvala sığmayınca, şimdi ‘farkındayız’ aşamasına geçildi. Her fırsatta yaşananlarla ilgili durumun görüldüğü lakin bunun ekonomi yönetimiyle ilgisi olmadığı anlatılmaya, bunun üzerinden algı çalışması yapılmaya çalışılıyor.
Oysa gerçekler çok da öyle değil. Fiyat artışları bu ülkenin kaderi değil, ekonomik hataların getirdiği bir sonuçtur. Üretimsizleşmeden borç parayı kendi parası zannetmeye, ithalattan elde edeceği gelirle bütçe düzelteceğini sanmaya, faiz düşerse enflasyonun düşeceği tezini ortaya atmaya kadar bir dizi hata saymak mümkün.
Fakat ortadaki söyleme bakılırsa bunlardan ders alınmadığı açık. Israrla altını çizdiğim üzere ‘bizimle ne alakası var’ oyununun bir parçası olarak kullanılıyor. Fiyatlardaki artış fırsatçılara ve dünya ekonomisinde yükselen maliyetlere yüklenirken, içteki çarpıklıklar dile getirilmiyor.
Hedef fiyatlardaki artışın önüne geçmek olarak söyleniyor; ama fiyatların neden artışa geçtiğine yönelik gerçekçi bir tespitte bulunulmuyor. Çünkü bulunursanız özür dilemeniz gerekir. Bunun yerine bir takım hedeflerden söz ediliyor. Bunlar da ekonomik programın ayakları olarak nitelendirilip üç ana başlıkta toplanıyor.
Birincisi dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olma hedefindan vazgeçmemek. İnsanın gönlünü okşuyor. Ama bir hedef ayakları yere basıyorsa hayal olmaktan çıkar. Şu anda geldiğimiz noktada hem yeni ekonominin insan kaynağından doğru algılanmasına kadar bir dizi açmazlarımızı tartışmayan halimiz, hem de ilk 20’den düşüp, 23. sıradaki durumumuz nedenleriyle masaya yatırılmalı.
Bu kapsamda baktığınızda ilk hedefin ilk sorusu şu: Geleceğin ekonomisinde Türkiye’nin hikayesi ne? Ek soru: Şayet bilmediğimiz bir amaç varsa, neden tüm kaynaklar inşaat sektörüne kullandırılıyor?
İkinci aşama istihdam olarak nitelendiliyor. Mesela bu noktada öncelikle işsizleri işsiz saymamaktan vazgeçerek işe başlamamız gerekiyor. Yetmedi, insan kaynağımızı geleceğin şartlarına uygun olarak eğitme zorunluluğumuz bulunuyor.
O zaman ikinci hedefin sorusu ne? Eğitim politikalarında şu ana kadar ne yaptık? Bundan sonra gerçekten ayağı yere basan bir eğitim stratejimiz varsa, biz neden göremiyoruz?
Gelelim üçüncü başlığa ya da hedefe…Fiyat artışlarını kontrol altına alıp, geliri yükseltmek. Çok açık bir soru soracağım: Nasıl? Zira bugüne kadarki performans cılız ve gerekçesiz denetimlerle piyasaya aba göstermek ve bankacılık ürünleriyle enflasyonu ve kuru düşüreceğini zannetmek ve sonuç alamamaktan ibaret.
Gelir tarafına da bakarsak, büyük reklam kampanyasıyla açıklanan asgari ücret daha insanların cebine girmeden açlık sınırını yakaladı, şu an bin TL de geçti. Soru çok basit. Gerçekten buna yönelik bir ekonomi politikası var mı? Bunlar yoksa, gerisi boş laf.
[email protected]
FACEBOOK YORUMLAR