Şubat ayı enflasyonu açıklandı. Tüketici fiyatlarıyla yıllık enflasyon, TÜİK’in rakamlarına göre yüzde 12,37... Bu oranlara kimsenin inanmadığını ve yaşam koşullarının ağırlaşırken, iğneden ipliğe her şeye zam gelirken, bu oranları paylaşmanın akıl sağlığına zarar bir tablo ortaya çıkarttığını biliyorum.
Ülkede yaşayanların çok büyük bir kısmının Türk-İş tarafında açıklanan yoksulluk sınırının altında kaldığını, TÜİK’in gerçekleşen yerine hedeflenen enflasyon üzerinden bir yol haritası belirlemiş olduğunu ve alenen ‘gerçeğinizi tanımıyoruz’ mesajını verdiğini biliyoruz.
Nitekim bu fotoğraf tüketici tarafından da tepkiyle karşılandı. Tüketici Birliği Federasyonu Başkanı Mehmet Bülent Deniz, yapılan bu açıklamanın ardından ilginç ve ironik bir beyanatta bulundu.
Enflasyon rakamı içerisinde en çok dikkatlerini çekenin gıda enflasyonu olduğunu vurgulayan M. Bülent Deniz, gıda fiyatlarının yüzde 10,58 artmış olduğunu hatırlattı. Sahada, marketlerde, pazarlarda yaptıkları araştırmalara göre ‘bu enflasyon yüzde 35-40’tan aşağı değil’ dedi.
Sonrasında da şöyle konuştu: “Demek ki bizler yanıldık. Bu nedenle TÜİK Başkanı Yinal Yağan, size Tüketici Birliği Federasyonu olarak yılın tüketicisi ödülünü vermek istiyoruz. Ama bir tek koşulumuz var. Lütfen hangi marketten pazardan alışveriş yaptığınızı bize de açıklayın.”
O kadar tatlı, naif ve yerinde bir eleştiriydi ki bu. Elbette TÜİK Başkanı’nın ne buna cevap vermesi, ne de adres göstermesi mümkün olmayacak. Gıdanın bir hanenin harcamaları içerisindeki ağırlığını biliyoruz. Ayrıca sokakta rakamların ürün bazında yüzde 40’ların bile üzerinde olduğunun farkındayız. Fakat tüketici yine de insaflı davranmış.
Sonuç mu, patlayan kredi kartları, olanak varsa ihtiyaç kredileri başvuruları ve filmin sonunda gelir o kadar artmadığı için icralık hale gelen borçlar. Bunun sürdürülemez bir hastalık gibi Türkiye ekonomisini kemirdiğini fark etmemiz gerekiyor.
Peki kritik soru şu: Halkın bir bölümü, eskiye oranla düşen bir yüzdede de olsa buna nasıl inanıp, kendi gerçeğine yabancılaşıyor? Fanatizm... Buna inanmak istememek ve hata yaptığını itiraf edememek duygusunu da eklerseniz, gerçeği ret anlamlı hale geliyor.
Dün Marmaray’da şahit olduğum bir olayı paylaşayım. Sefer saatine az bir süre kaldığı için aceleyle istasyona inip beklemeye başladım. Sonra arkamdan biraz sinirli, biraz da telaşlı bir ses söylenmeye başladı. Tren gecikmişti.
Sakinleştirmek adına 2 dakikası olduğunu söyledim. Fakat tatmin olmadı. Bu sefer yanındakiyle konuşmaya başladı. Meseleyi sonra anladım. Çünkü biri ‘başa geçtiler sonra da ellerine yüzlerine bulaştırdılar’ diyerek meseleye bir boyut katmıştı.
Bir süre konuşma devam edince tekrar dönüp ‘Söğütlüçeşme – Zeytinburnu seferinin, Anadolu istikametine doğru yeni uzatıldığını, bu nedenle aksama yaşanmış olabileceğini belirttim. Çünkü gerçekten genellikle zamanında gelir o trenler. Fakat tatmin olacak gibi değillerdi.
Belediyenin değiştikten sonra nasıl bu işi aksattığı üzerine birbirlerine nutuk atmaya başladılar. Elbette herkesin kendi görüşü ama Marmaray’daydık.
İktidara oy verdikleri alenen belli olan iki kişinin kendi aralarındaki konuşmaları devam etti. Farklı bir partiden diye İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni gömmeye niyetli, ama o anda gelen treni işletenin iktidar partisinin yetkisindeki Ulaştırma Bakanlığı olduğundan bihaber bu iki kişi söylenerek trene bindi. Çok garip bir durumdu. İşte fanatizm buydu. Benzer örnekleri her görüşte bulmak mümkün.
Nerede olduklarını fark etmeyen, olayları parti meselesi ve derbi maçına çeviren insanların, kendi yaşadıkları enflasyonu, sırf iktidar partisi beyanı diye kabullenen bir zihniyetin kendi gerçeğine yabancılaşmasından daha doğal ne olabilir? Üstelik yineliyorum bunu her parti ve partili için de söylemek mümkün.
Sorun şu: Biz asil olduğumuzu unutmuş ve elma ile armudu karıştırır hale gelmişiz. TÜİK Başkanı o ödüle ve ironi ile bezenmiş eleştiriye bakar mı?
FACEBOOK YORUMLAR