Dünyada çarkların tersine döneceği ilk 2008 kriziyle birlikte ortaya çıktı. Şüphesiz tüm kurguyu geçmiş gerçeklikler üzerine oluşturanlar buna bir türlü inanmak istemedi.
Finansal krizin arz fazlasını boşa düşüreceğini gördüler; ama sadece kendileri görsün istediler; halen de istiyorlar.
Bu yaklaşım Türkiye’de de hakim. Son açıklanan sanayi büyümelerine baktığınızda, Moody’s’in önümüzdeki iki yıla ilişkin büyüme öngörülerini de dikkate aldığınızda, tüm dünyayla birlikte bizim de şiddeti artan bir sıkıntıyla karşı karşıya olduğumuz açık. Açıklanan öngörüler, aleni bir biçimde yükselecek işsizlik uyarısı veriyor.
Sanayi üretimi şubat ayında yıllık bazda sadece yüzde 1 yükseldi. Beklentinin 2,5 olduğunu düşünürseniz, hesaplanan öngörülerde yüzde 100’den fazla bir sapma olduğunu da rahatlıkla görürsünüz. Ama sadece iş burada bitmiyor.
Ortaya çıkan oranı, takvim etkisinden arındırılmış bir biçimde geçen yıl ile kıyasladığınızda yıllık bazda daha dramatik bir tablo ile karşılaşıyoruz. 2016 senesinin ocak ayında yüzde 5,8 olan sanayi üretimi, bu yılın ocak ayında yüzde 2,6. Yani neredeyse yüzde 100 azaldı.
Şubat ayı üzerinden tabloya baktığınızda ise daralmanın daha ürkütücü olduğunu görüyorsunuz. Geçen sene şubat itibariyle yıllık sanayi üretimi yüzde 5,8 yükselirken, bu sene oran altıda bire geriledi. 2016 senesinin ‘bitse de kurtulsak’ karakterini dikkate aldığınızda, ilk iki aylık sanayi üretimi performansının 2017 için hiç hoş sinyaller vermediğini de görürsünüz.
Sorun sadece bizde olsa, doğru kurgulanmış bir ihracat hamlesiyle meseleyi aşmak mümkün olabilir. Fakat bu kez, geçtiğimiz krizlerden çok daha zorlu bir tabloyla karşı karşıyayız. Dünya ekonomisinde de ciddi bir daralma, korumacılık ve maliyetlenen finansman gerçeği söz konusu.
IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün ortaklaşa yayınladığı raporu tam da buradan okumakta fayda var. Ortak rapor, ticaretin global büyümeyi yönlendirme özelliğini yitirdiğine dikkat çekiyor.
İstihdam kaygısıyla global oyuncu olan firmaların ABD, Fransa, İngiltere gibi örneklerle ülkelerine geri çağrılması, belli ki oyunun kurgusunda can sıkmış. Ticaretin global ekonomideki rolünün kritik noktada olduğu atfıyla, açıktan korumacılıktan vazgeçilmesi isteniyor. Elbette bu mümkün olmayacak.
Dünyada reel sektör bazında büyük bir arz fazlası, finans piyasaları kulvarında da türev zehirlenmesi var. Bunun da faturasının ortaya çıkması kadar, üretimin ve ticaretin yapısını değiştireceği kesin.
‘O zaman ticaret kimin için daralıyor’ sorusunu sormak gerekiyor. Şüphesiz bütün dünya için, ama en çok gelişmiş ekonomik düzende, globalleşme başlığı altında tüm dünyaya mal satmak üzerine yapılananlar için...
Gelişmiş ülkelerin bu açmazının, dünya ekonomisinde zincirleme bir etki yaratması ve en çok da bizim de aralarında olduğumuz kırılgan ekonomileri vurması kaçınılmaz.
O nedenle bu süreçte katma değerle ilgili çalışmalarımızı aksatmadan, bunun meyvelerini orta ve uzun vadede toplamanın mümkün olduğunu bilerek, kısa vadede fiyat ve kalite açısından en optimum ürünlere konsantre olmak lazım.
Çünkü fakirleşen dünya, zorunlu tüketim mallarında dayanıklı ve uygun fiyatlara yönelecektir. Bunda da en çok avantajlı olan, kendi pazarına hakim, ekonomik paktlar ile korumacılığı algılayan ve komşularıyla ticaret yapabilen ülkeler olacak.
Hadi coğrafyamızdaki gelişmeler ve tutarsızlıklarımızla bir de Türkiye fotoğrafını buradan okuyun.
FACEBOOK YORUMLAR