Türkiye ekonomik programının propagandasını yaparken, aynı gün ajanslara bir haber düştü. Habere göre Tesla, lityum konusunda madenciliğe soyunacaktı. Son derece ilgisiz gözükse de, üretim ve istihdamın slogan olarak atıldığı bir temaşa içinde, bence en çok dikkat edilmesi gereken gelişmelerden biriydi.
Çünkü sadece niyetlenmek ya da bir takım beylik laflarla konuşmak, hatta inandırıcı olma arzusuyla süslü sözcükler seçmek yerine, kendi içerisinde inanılmaz bir dersi de barındırıyordu. Ama ne yazık ki Türkiye bu haberi okudu ve geçti.
Onun yerine kur riskini iliklerine kadar hisseden bir reel sektörün karşısında, ilgili Bakan’ın döviz fiyatıyla ilgilenmediğini dinledi. Tesla denilince, sanırım herkesin aklında yeni ekonomi ve o doğrultuda geliştirilen ekonomi ve teknoloji eseri endüstriyel sonuçlar geliyordur.
Fakat ben bunlardan bahsetmeyeceğim. Bir ürün konusunda ders çalışmanın, aslında nasıl bir strateji gerektirdiğini ortaya koyan önemli bir gelişmeye, bakış açısına dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Habere göre Tesla, lityum çıkarmaya niyetleniyordu. Daha önce bu konuyla ilgili Nevada’da bir şirket satın almaya niyetlenen yeni nesil şirket, bu girişiminde başarısız olunca, lityum madenciliğini kendisi yapmaya karar verdi.
Peki neden? Düz mantıkla baktığınızda otomobil yapmaya niyetlenen, elektrikli otomobille, uzay çalışmalarıyla özdeşleşen bir firma, neden madencilik işine girsin? İşte sürdürülebilirlik kavramının bir boyutunu burada görüyoruz.
Herkes biliyor ki, en azından yakın geleceğin otomobilleri elektrik enerjisiyle çalışacak. Bunda da en kritik, hatta hayati parçayı da enerjinin depolanacağı bataryalar oluşturuyor. Yapılan araştırmalar ise bir gerçeği bize hatırlatıyor.
Bu batarya üretimi, yakın geleceğin otomobillerinin en kritik başlıklarından biriyse, onun üretimi için gereken lityum da en az onun kadar önemli bir başlık. Yani tedarik zincirini oluştururken göz ardı edemeyeceğiniz bir unsur olduğu kadar, rekabet edebilirlik bakımından da hayati rolde.
Yine araştırmalar bize gösteriyor ki, dünya lityum rezervlerinin üçte ikisi Çin’de bulunuyor. Çin’in bu haliyle dünya otomotiv piyasasını domine edemese bile, en kritik ürünü hammadde düzeyinde elinde tuttuğu sonucunu çıkarabiliriz.
Peki bu faktör ortadayken, elektrikli otomobil üretmeye çalışan, gerçek hedefi ise bu akıllı otomobillerle veri ekonomisinde aktif rol oynamak olan bir şirket için en başta düşünülmesi gereken ne?
Ürettiği otomobillerin, dünya nüfusu içerisinde tercih edilir olması. Sadece otomobil satmak için değil, o sahiplikten kaynaklanan veriyi toplayabilmek ve bundan asıl türev ekonomi yaratmak adına bir gereklilikten söz ediyoruz.
Düz mantıkla baktığınızda, siz otomobili üretin, gerekli olan hammadde ya da ürün kimdeyse ondan satın alır, gerekirse parçalarını da üretirsiniz değil mi? İşte kazın ayağı öyle değil. Çünkü bu yapıyla rekabetçi olunamayacağı biliniyor.
Tesla da bu nedenle, bugünden lityum madenciliğine soyunuyor. Elon Musk bunun gerekçesini de pil maliyetlerini düşürme ve 25 bin dolarlık elektrikli otomobil satma stratejisinin temelinde bir konu olarak açıklıyor.
Bütün bu zinciri düşündüğünüzde ise, aslında bir üretimin nasıl bir strateji işi olduğunu bir kez daha görüyorsunuz. Biz de elektrikli otomobil üreteceğiz. Peki rakip bunu yaparken bizim gündemimizde böylesi stratejiler var mı?
Firma özelinde umarım vardır. Ama genel anlamda ekonomi yönetimine ve önceki günkü açıklamalarla, kısa geçmişteki uygulamalara bakarsak ne yazık ki yok. Zira olsa, bir gecede üretimde kullanılan girdilere, herhangi bir yerli üretim hazırlığı yapmadan ek gümrük vergisi getirmek, açılmış tesisleri törenle açmak, destek diye kredi sunmak olmaz.
Ekonominin başındaki Bakan dolarla ilgilenmiyor; onu sözlerinden anladık. Ama ‘hallederiz’ kıvamı ve rakiplerin durumuyla karşılaştırıldığında sanırım üretimle de gerçekten ilgilenmiyor. Bundan çıkan sonuç bu. Günübirlik yaşamaktan vazgeçmek zorundayız. Yoksa bu fatura hiç azalmadığı gibi, artarak ağırlaşacak.
FACEBOOK YORUMLAR