Küçük ve orta boy işletmelere müjde adı altında yine ulufe stratejisi devreye girdi. Yanlış anlaşılmasın. Ülkede KOBİ’lerin desteklenmesi ve kalkınmanın da nitelikli, yenilikçi bu tip işletmelerle yapılabileceğine inanan biri olarak bunu söylüyorum.
Fakat bizdeki kredi dağıtma ulufe dağıtmaya dönüştü. Yani herkese bol kepçeden kredi dağıtılacağını söylemek, bugünkü ekonomik koşullarda ya hesap bilmezliktir ya da işi başından savmaktır.
Her ne kadar mesleki kuruluşlarımız Bakan Albayrak’ın açıkladığı son pakete alkış tuttuysa da, gerçekçi soruları sordukları konusunda ciddi şüphelerim var. 6 ay ödemesiz ve cirosu 25 milyon TL’nin altındaki şirketlere kredi dağıtılacağını açıklamam, hatta teminat aranmayacağını söylemek size gerçekçi geliyor mu?
Burada iki ihtimal olabilir. Bunlardan birincisi böyle bir para dağıtılmayacak. İkincisi de reel sektörün zorlandığını noktaya, zaten zor durumdaki bankalar da dahil edilecek. Peki mevduat fakiri bu ülkede, yurtdışından getirilen paralar böyle dağıtılabilir mi? Dağıtılırsa, yeniden sendikasyona çıkıldığında para bulunabilir mi?
Öncelikle bankaların vereceğini söylediği kredilerin büyük ölçüde yapılandırma olarak hayatımıza gireceği, devletin de bu noktada vergi, SGK alacaklarını tahsil yönüne gideceğini biliyoruz. Peki teminatsız meselesini nasıl halledeceğiz?
Eğer bir teminat istenmiyorsa ve ağırlıklı olarak kamu bankalarından bu paralar veriliyorsa, anlayın ki teminat devlettir. Yani yarın öbür gün bu borçlar ödenmezse, zarar hanesine yazılarak devletin sırtına bindirilecek.
Peki ne yapalım? Vermeyelim mi? Ekonomide kıt kaynakların etkin kullanımı diye bir kavram vardır. Siz önüne gelene kritere uyuyor diye bu paraları dağıtırsanız, sadece legal çalışan firmalar karşısında, piyasa bozucu firmalara destek vermekle kalmaz; yeni bir konkordato fırtınasının daha esmesine sebep olursunuz.
Bu tip krediler belli bir planlama doğrultusunda, insanlar sussun diye değil, ekonominin bu planları uygulansın diye verilir. Bunu verirken de firmanın gizli iflas içinde olmadığından başlayarak, yenilikçiliğine kadar bir dizi kriter ararsınız. Yani bu paranın geri dönebilmesi için, borca harca değil, üretime dönüp, katma değerli bir biçimde geri ödenmesini hedeflersiniz.
Bu da ancak neyi desteklediğini bilen, desteğinin karşılığını da sorgulayabilen bir yaklaşımla mümkün olur. Yoksa tarihteki Boncuklu Deli İbrahim haline dönüşürüz. Bozuk bir psikolojiyle günü kurtarmanın telaşı içerisinde ne yaptığımızı şaşırır hale geliriz.
Mevcut şartlar altında bankaların teminatsız kredi vermesi mümkün değil. Baskıyla mümkün olabilir mi? Hayır... Bilin ki firmalardan teminat istenmiyorsa, onun teminatı devlet olmuştur. Bu durumda da daha gerçekçi ve ekonomiye katkı sağlamayı hedefleyen nokta atışı işler yapmak zorunlu hale gelir.
Yine hepsini alt alta koyduğumuzda soruyu bir kez daha soralım. Teminatsız kredi olur mu? Elbette olur. Ama bunun adı bugünkü anlamda uygulanan bankacılık olmaz. Proje bankacılığını devreye sokar; firmaların ekonomiye artı değer katacak projelerine bir risk sermaye şirketi gibi ortak olma metodunu yaratırsınız. Bence Türkiye’nin ısrarla üzerinde durması gereken ve geç kaldığı başlıklardan biridir.
Yani baskıyla bankalara para dağıttırmaya çalışmak yerine, bankaları doğru kulvarına çekip, reel sektör projelerini destekleyen finans kuruluşları haline getirmelisiniz. Bu durumda da aslında teminatsız kredi vermemiş oluyorsunuz.
Projenin kendisi en büyük teminat. Çünkü o proje günün sonunda para satmaktan başka bir şey bilmeyen bankalara da para kazandıracak özellikte olacaktır. Bu hem ülkeye, hem ekonomiye, hem reel sektöre, hem de istihdam artışıyla çalışana kazandırır. Bankalar da hem yapısal değişikliğe gider; hem de parayı aldıklarına karşı açıklanabilir bir pozisyona erişirler.
Aksi takdirde görünen tablo üzerinden müjde diye aktarılan bu kredilere sevinmek de, sonucu düşünmeden para dağıttırmak da, sonuçları çok daha ağır olarak önümüze gelecek bir akıl tutulmasıdır. KOBİ’leri destekleyin, ulufe dağıtmayın.
FACEBOOK YORUMLAR